Ağır kitap tutkunları öldüğünde sık görülen tablo, ardından kütüphanesinin yollanmasıdır… Sahaf dükkanlarında, ikinci el kitapçılarda toplanmış anıların ölçümünü yapmak kimsenin, kitapçının bile elinde değildir. Her birinde paramparça ama derin bir tarih bekler; hiçbir arkeoloğun bütün tabakalarını ayrıştıramayacağı kazı alanlarıdır.
Bir ayrıntıya yeniden bakma amacıyla, Deleuze-Guattari’nin Qu’est-ce que la Philosophie nüshasını yerinden -uzun ara sonrası- çıkarıp masama getirdim. İlgili bölümü (“Giriş”i) okurken yandı kafamda bir yanyolu aydınlatan lamba: Kitabın bendeki anısı birden canlanıp önüme dikileyazdı.
Onu çıkar çıkmaz (1991 yazı) edinişimi, alır almaz okuyuşumu, okur okumaz sırasını sabırsızlıkla bekleyen Turhan Ilgaz’a verişimi, onun hemen okuyup çevirmeye karar verişini, yayın hakkını alışımızı, çeviri sürecinde yaptığımız düşünce alışverişlerini ayrıntılarıyla anımsadım masamda.
Kitaplığımdaki kitapların barındırdığı anı toplamı üzerinde düşünmeye koyuldum ardından. Bütün kitapların belki değil, birçoğunun satın alınış, armağan ediliş zamanlarına ve başka yerlemlerine ilişkin verilerden başlayan, okunuş süreçlerine bağlı verilerle genişleyen “ağ”, her rafta yanyana dizilmiş anı kesitlerinin duruşuna ait bir hayal penceresi açmakta gecikmedi. Bir şairin, Edip Cansever ya da Aragon; bir düşünürün, Nermi Uygur ya da Spinoza, kitaplarını barındıran her bağımsız rafta, raf diliminde sıkıştırılmış ilişki zamanları bulunduğunu algılayabiliyordum.