Halife Abdülmecit Efendi, Ankara Hükümeti’nden halifeliğin konumunun tanımlanmasını istiyordu. Durum, Ocak ayında İsmet Paşa tarafından Mustafa Kemal’e aktarıldı. Mustafa Kemal’in Türkiye projesinde hiçbir zaman halifeliğe yer olmamıştı; ayrıca halifenin adeta bir devlet başkanı gibi davranmasından da rahatsızdı.
Halifeliğin kaldırılması sürecinde, 24 Ocak 1924’te son adım sayılabilecek bir gelişme yaşandı. O gün, Başbakan İsmet Paşa, İzmir’de bulunan Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Paşa’ya bir telgraf çekerek Halife Abdülmecit Efendi’nin başkatibi vasıtasıyla hükümete bildirmiş olduğu şikayet ve isteklerini iletti.
İsmet Paşa’nın aktardıklarına göre Abdülmecit Efendi, halifeliğin durumu ve geleceğine ilişkin olarak Kasım ve Aralık aylarında gazetelerde çıkan tartışmalardan (bkz. #tarih, sayı 104 ve 105) çok rahatsız olmuştu. Öte yandan, çeşitli nedenlerle İstanbul’a gelen yüksek rütbeli devlet görevlilerinin kendisini ziyaret etmemeleri de Abdülmecit Efendi’yi gücendiriyordu. Özetle söylenecek olursa, Abdülmecit Efendi, halifelik kurumunun devlet yapısı içindeki yerinin açık bir biçimde tanımlanmasına ve devlet protokolünde bir yeri olmasına ilişkin, dolaylı bir istekte bulunmuştu. Halifenin diğer bir isteği de kendisine devlet bütçesinden ayrılan ödeneğin arttırılmasıydı.
Teknik bir sorun niteliği dolayısıyla ödenek konusunu bir yana bırakacak olursak, Abdülmecit Efendi’nin bu çıkışı, siyasal açıdan çok ciddi bir meseleye parmak basıyordu. Bilindiği gibi Türkiye Devleti’nin henüz bir anayasası yoktu. Saltanat kaldırılmış ve cumhuriyet ilan edilmişti gerçi; ama ortada bir de halifelik kurumu vardı ve bu kurumun yeni devlet yapısında bir yeri olup olmayacağına, olacaksa da nasıl bir yeri olacağına ilişkin hiçbir şey bilinmiyordu. Zaten Abdülmecit Efendi’nin kendisini rahatsız ettiğini söylediği tartışmaların varoluş nedeni de buydu. Dolayısıyla, bu belirsizlik durumuna artık bir son verilmeliydi.
Mustafa Kemal Paşa, İsmet Paşa’ya aynı gün ve telgraf makinesi başında yazdırdığı yanıtta kendisinin de bu belirsizlik durumuna kesin bir son verme niyetinde olduğunun ilk işaretini verdi. Ancak bunun yeni bir karar olduğunu sanmak çok yanlış olur. Zira Mustafa Kemal Paşa’nın aklındaki Türkiye projesinde, halifeliğe yer hiçbir zaman olmamıştı. Hatta 1923’ün Ocak ayında İstanbul gazetecileriyle İzmit’te yaptığı uzun görüşmede, halifeliğin Türkiye için bir zaaf olduğunu açıkça söylemişti (bkz. #tarih, sayı 98). Ancak, saltanatın kaldırılmasını sağlayabilmek için giriştiği siyasal manevranın, yani halifenin devlet başkanı olacağı beklentisini yaratmasının (bkz. #tarih, sayı 95) ortaya çıkardığı geçici durumun cumhuriyetin ilanıyla sona ereceğini ummuştu; cumhurbaşkanlığının ortaya çıkmasıyla birlikte Abdülmecit Efendi’nin halifelikten vazgeçeceğini beklemiş ama bu gerçekleşmemişti. İstanbul çevrelerinde gördüğü destekle cesaretlenmiş olan Abdülmecit Efendi, yerinden kımıldamamıştı. Şimdi de tartışmalara bizzat katılıyor ve aslında Mustafa Kemal Paşa’nın son adımları atmasına vesile oluşturuyordu.
Mustafa Kemal Paşa’nın telgrafının içeriğine gelince… Burada halifelik kurumunun kaldırılacağına ilişkin açık bir ifadeye rastlamıyoruz. Bunun nedeni, Paşa’nın kararını vermiş olmasına karşın henüz bazı temaslarda bulunmadığı için hemen harekete geçmek istememesidir. Nitekim Şubat ayında İzmir’de yapılacak harp oyunları gösterileri sırasında üst rütbeli subaylarla biraraya gelecek; hem onların halifelik makamı hakkındaki görüşlerini alacak hem de kendilerini sözkonusu makamın kaldırılması konusunda ikna edecekti. Sonra da Mart başında TBMM’nin yeni toplantı yılı açılırken son hamlesini yapacaktı.
Bütün bunlara karşın, İsmet Paşa’ya yolladığı telgrafını Mustafa Kemal’in kesin kararının bir kanıtı olarak görmemizin iki temel nedeni var. Bu nedenlerin birincisi, halifeliğin ne din ne de siyaset açısından herhangi bir varoluş nedeni olmadığını, olsa olsa tarihî bir hatıra olarak görülebileceğini söylemesidir. İkinci neden ise daha ciddidir, zira Mustafa Kemal Paşa’ya göre Abdülmecit Efendi bir padişah gibi davranmaktaydı. Cuma selamlıkları düzenlemek, yabancı diplomatlarla temaslarda bulunmak ve devlet memurlarının kendisine saygı ziyaretlerinde bulunmasını istemek gibi cumhuriyet yönetimiyle çelişen bir tavır takınmaktaydı. Özetle söyleyecek olursak, Abdülmecit Efendi, cumhurbaşkanlığı kurumunun bulunduğu bir siyasal sistem içinde yaşamasına karşın devlet başkanı gibi davranmakla kendi ipini kendi çekmişti.