Paris’e giden çoktur ama başkente sadece 20 km mesafedeki Écouen Şatosu’na giden pek yoktur. Özellikle Rönesans dönemine ait birbirinden değerli sanat eserlerinin sergilendiği mekan, Osmanlı-Türk sanatının belki de zirvesi olan olağanüstü İznik çinilerine de evsahipliği yapıyor.
Ecouen Şatosu, Paris’in sadece 20 km kuzeyinde. 1539 – 1555 arasında inşa edilmiş. 1869’da tarihî anıt ilan edilen bu güzel yapı, 1975’den beri Rönesans sanatının örneklerini sergileyen Ulusal Rönesans Müzesi olarak hizmet veriyor. Paris’e giden Türk gezginler, Osmanlı – Türk sanatının güzel örneklerini görmek için Louvre Müzesi’nin İslâm Eserleri bölümünün yanısıra, pek bilinmeyen Ecouen Şatosu’nun barındırdığı muazzam İznik çini koleksiyonunu da mutlaka ziyaret etmeli. Çini sanatına dair yüzlerce eserin sergilendiği bu şatodaki salonda, gayet faydalı bilgiler de sunuluyor.
1865’te Rodos’tan Paris’e getirilen, sonrasında Cluny Müzesi tarafından alınan ve günümüzde Ecouen’deki müzede sergilenen İznik Çinileri Koleksiyonu, esasında fotoğrafçı Auguste Salzmann (1824-1872) tarafından toplanmış. 1860’larda çeşitli Osmanlı saraylarının dekorasyonuyla ilgilenen Charles Séchan’dan gelen ve toplamda 532 eserden oluşan koleksiyonun bazı parçaları oldukça iyi durumdayken, 20 kadarı bütün halinde korunmuş. 19. yüzyıla ait bu çinilere duyulan ilgi, eserlerin teknik ve dekoratif özelliklerinden ileri kaynaklanıyor (Alkali ve silis içeren harçlardan imal edilen seramikler beyaz kil ve toz kuvars bazlı bir karışımla astarlanır, böylelikle homojen, beyaz ve opak bir yüzey elde edilerek renk ve desen aşamasına geçilir; bu aşama tamamlandıktan sonra eserin tamamı kurşun bazlı renksiz ve saydam bir sırla kaplanır. Eserler parlaklıklarını bu sırdan alır).
Bu çinilerden 19. yüzyılın sonlarında ve 20. yüzyılın başlarında “Rodos işi” veya “İran çinisi” olarak da bahsedilmiştir. Bunun nedeni eserlerin birden çok atölyede üretilmesidir. Çinilerin üretildiği en ünlü yer İznik (Nikea) olmakla birlikte 15. yüzyıldan 1950’li yıllara kadar Kütahya ve İstanbul da dahil olmak üzere farklı şehirlerde çini atölyeleri kurulmuştur.
İznik çinisi üretiminde kullanılan yöntemlerin gelişimi, Osmanlıların bu eserlere duyduğu büyük hayranlıkla Yuan (1279-1368) ve Erken Ming dönemine ait Çin porselenlerini bilmesidir; bu dönemlere ait işler henüz 15. yüzyılda Topkapı Sarayı’nda toplanmıştı. En eski İznik çinisi örnekleri 1480 civarına kadar gider. 1575 civarına ait “eski zaman motifleri” de denilen asma motifleri gibi süslemelere sahip kimi eserler mevcuttur. Alt kısmında çiçekler bulunan kırmızı, mavi veya yeşil renkli rozet motifleriyle spiral fon süslemesi üzerine geçme ve geometrik motifler 1590’lara, 3. Murat dönemine ait eserlerin özelliklerindendir.
Kanunî Sultan Süleyman döneminde (1520-1566) çini ustaları kullandıkları renk paletini genişletti: 1520’li yıllarda mavi ve beyaz renkli çiniler turkuazla zenginleşmeye başladı; 1540’lı yıllarda ıhlamur yeşili ve (manganezden elde edilen) patlıcan moru eserlerde görüldü; 15. yüzyılın ortalarında parlak kırmızı ortaya çıktı (Gerçek bir başarı ve marifetin göstergesi olan bu renk 19. yüzyıl seramik ustalarını büyülemiştir). 1560’larda ortaya çıkan “dört çiçek” üslubu (gül, sümbül, karanfil ve lale) 17. yüzyılın sonlarına kadar etkisini sürdürdü. Lale, Avrupa’ya, özellikle de 17. yüzyılda ünlendiği Hollanda’ya, Osmanlılar üzerinden gelmişti. Bu çiçek, zaman zaman süslemelerin simetrik şekilde gerçekleştirilmesine yardımcı olan servi ağacı motifiyle veya tek olarak işlenmiştir.
Üzerinde insan motifleri bulunan tabaklar (kadın, erkek, süvari vb.) oldukça hoş ve bir o kadar ilgi çekici özelliklere sahiptir; kırmızı kaftanlı genç adam tabağı (1570 civarı) gibi bazı eserler İran sanatını yansıtır. “Rodos işi” veya “Lindos çinisi” denilen eserler ise, efsaneye göre 1309’dan adanın 1522’de Osmanlılar tarafından fethine kadar burada kalan Hospitalier Şövalyeleri döneminde, esir alınan İranlı ustalar tarafından üretilmiştir.