Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Kuzey Suriye’de gerçekleştirdiği Barış Pınarı Harekatı, 9 Ekim 2019 tarihinden itibaren hem dünya hem Türkiye gündeminde ilk sırada. Bu süreçte kamuoyuna pek yansımayan, sıralamada gerilere atılan bir mesele, bizce hayati, tarihî ve insani açıdan büyük önemi haizdir.
Medya ve sosyal medyada başından beri siyasi-askerî yönleriyle ele alınan operasyonun, tarih-arkeoloji alanındaki etkileri-sonuçları nerdeyse hiç önemsenmiyor. Öyle ya, Türkiye-ABD-Rusya-Suriye gibi majör, terör örgütleri gibi minör aktörler varken; bunlar arasındaki çelişki ve hesaplar konusunda yüksek politikalar sözkonusuyken kim tarihle-marihle uğraşacak? Halbuki kontrol altına bölgede, özellikle Arslantaş (Hadatu), Tel Ahmar (Til Barsip) ve Tel Halaf ’taki (Guzana) arkeolojik değerlerin korunması hayatidir.
Daha düne kadar Batı’dan beslenen IŞİD veya DAEŞ ile PKK veya YPG’nin gerçekleştirdiği tarih katliamlarının insan katliamları kadar yıkıcı ve önemli olduğunu defalarca dile getirdik. Bu terör odaklarının bölgedeki taşınmaz tarih eserlerini tahrip ettikleri, taşınabilir olanları ise yine Batı piyasasına sattıkları öteden beri biliniyor. Konunun hem tarihî miras hem de maddi yönü son derece hayatidir.
Toplumsal hafızanın ancak sosyal doku ve tarih eserleriyle yaşayabileceği ortada. Her türlü ideoloji, inanç, öğreti, politika, tutum, hissiyat, vesaire, ancak bu orijinal yapı ve parçalarla kaimdir. Bunlar olmadan hiçbir kalıcı yapı tesis edilemez. Gelecek kuşaklar sizin “ne kadar büyük bir insan” veya “ne kadar müthiş bir beyin” olmanızla ilgilenmez; ne bıraktığınızla ilgilenir. İleriye bırakılacak değerler de, ancak ve ancak tarihten gelen ve koruyarak geliştirdiğiniz somut değerlerdir. Hani son 15-20 yıldır neredeyse herkesin dilinde pelesenk olan “sürdürülebilir” kelimesi var ya! İşte genellikle ekonomik gelişme anlamında kullanılan bu “sürdürme”nin temel bileşeni tarihtir.
Tarihimizin orijinal izleri her geçen gün azalıyor. Bunlar azaldıkça sembollere, giderek sembollerin sembollerine ihtiyaç duyuyoruz. Veya sıklıkla yapıldığı gibi nostaljiyle, yazıklanmayla idare ediyoruz. Eski Yeşilçam filmlerini, eski İstanbul görüntüleri için seyrediyoruz. “Sen geçmişte kalmışsın kardeşim; kendini güncelle biraz” diyenlerin, çok değil 5-10 sene sonra nerede duracağını, hangi durakta kalacağını merak ediyorum doğrusu.
Suriye’nin kuzeyi şu an için tamam da, İstanbul başta olmak üzere ülkemiz genelinde bütün hızıyla sürmekte olan tarih katliamına karşı ne yapacağız? Ecdadın sadece edebiyatını yaparak (üstelik onu bile kötü yaparak) hayata devam edenlerin ve bu cahilliğin hırsı, paranın sıcaklığıyla ataların mirasına adeta bir DAEŞ-PKK iştahıyla saldıranları kim durduracak? Evet, sormak istiyorum: Kendi içimizdeki teröristi, kendi içimizdeki Joker’i kim durduracak?