Yerleşik halklar tarhun otunu ilaç, baharat maddesi olarak kullansa da step halkları engin bozkırları kaplayan ve kokusu her tarafı saran bu otu vatan özlemi için simgeleştirmiştir. Kırsal iklimiyle Ankara’yı Orta Asya’ya bağlayan birçok kültürel unsurdan tarhun için rahmetli Raci Bademli şöyle der: “Beni Anadolu’ya, Ankara’ya bağlayan elle tutulmaz, gözle görülmez kültür-sevgi bağlarından bir tanesi”.
Bahar geldi. Ankara’da tarhun zamanı! Baharda Ankara pazarlarında satılır tarhun otunun tazesi. Kurutulmuş tarhun, tavuk-yumurta ve sütlü mamullerde kullanılır; ama taze tarhun otu salataya konunca etrafı çok hoş bir koku alır. Kendisi de Ankaralı olan rahmetli Raci Bademli, tarhun otunun Ankara kimliğini tanımladığını söyler “Tarhun otunu sahiplenme ya da tarhun otu ve Ankaralı kimliği” adlı yazısında.
İstanbul’da tarhun otunu görmedim. Sanırım bu bitki Çin’den Urallara kadar deniz kenarı veya sulak bölgelerde değil de daha çok kara ikliminin hüküm sürdüğü engin kırlarda görülüyor; her yörede farklı bir adla biliniyor. Yerli olanlar, onu doğup büyüdükleri yerin-doğanın bir parçası gibi görüyor. Yabancılar ise bu gösterişsiz otun farkına bile varmıyor.
Latince artemisia olarak bilinen bu bitki türü, Batı dünyasında genellikle ilaç ve içki sanayiinde kullanılır. Çin’de bir taraftan kötü ruhları kovmak için kapılara asılan “haozi, aihao”, sivrisineklere karşı da kullanılır; güney Çin’de lavanta gibi ufak keseciklerde taşınır. Çin tıbbında özgün bir yeri olan bu ot, güney Çin Maio ve Ding’leri arasında da yeniyıl yemeğinin başını tutar (ntv tarih, sayı: 48, Ocak 2013).
Doğduğu yerin kokusu olarak da algılanan tarhun otunun, göçebe geçmişi olan halklar arasında özel bir yeri vardır. Türkiye’ye yerleşen Altaylı Kazaklardan birine “atayurdunuzdan en çok neyi özlüyorsunuz” diye sorunca “jusan” yanıtını almıştım. Pelinotu, polin, erim, yavşan, jusan, haozi, bu otun Rusçadan Türkçe-Moğolca ve Çinceye kadar aldığı farklı adlardan bazılarıdır.
13. yüzyıl olaylarını ele alan bir Rus kroniğindeki bir pasaj, vatan özleminin koku ile ifade edilmesini canlı bir şekilde gözümüzün önüne serer. Kiev hâkimi Vladimir, “İsmailoğulları” diye adlandırdıkları Kıpçakları yener, Don havzasına hâkim olur. Kıpçakların hânı Otrok, Kafkaslar’a doğru kaçar ve Abazalara sığınır. Don havzasında ancak Sırçan Han kalmıştır. Aradan zaman geçer, Vladimir ölür; bunun üzerine Sırçan Han, Oria adlı ozanı ağabeyi Otrok’a göndermeye karar verir ve ozana “önce ona benim ağzımdan ‘Vladimir öldü. Dön artık ey kardeşim! Ana vatanına geri dön’ sözlerini söyle! Sonra da bizim Kıpçak/Kuman türkülerimizden oku. Eğer buna rağmen geri dönmezse, o zaman engin bozkırlarımızın bu pelin/erim/jusan otunu götür ve ona koklat” der. Otrok Han otu koklayınca gözlerinden yaş gelir ve “insanın vatanında ölmesi, yad ellerde şan-şeref sahibi olmasından çok daha iyidir” diyerek anayurduna geri döner.
İşin ilginç tarafı, yerleşik halklar bu otu belli bir şekilde elle tutulur ilaç, baharat maddesi olarak kullansa da step halkları engin bozkırları (Kazakça “dala”) kaplayan ve kokusu her tarafı saran bu otu vatan özlemi için simgeleştirmiştir.
ABD’de öğrenci olduğum yıllarda bütün arkadaşlar özledikleri tatları, yemekleri anlata anlata bitiremezlerdi. Ben de daha sonra Türkiye’ye gelen bir Başkurt öğrenciye, “En çok hangi yemeği özledin” diye sormuştum. Sanki dünyanın en garip sorusunu sormuşum gibi yüzüme bakmış ve “yemek mi, niye yemek özleyeyim ki? Yemek her yerde var, ben tabiatı özledim” demişti.
Benim de aslında tarlada biten tarhun otu ile tanışmama Başkurdistan vesile oldu. Araba ile gidiyorduk; yol boyunca tarlalardan gelen kokuyu merak etmiş, arabayı durdurup etrafı koklamış ve “Bu nedir?” diye sormuştum. Sanki herkesin bildiği bir şeymiş gibi “erim” demişlerdi. Gerçekten bütün ovayı kaplıyordu koku. Bizim Ankara pazarında satılan taze tarhun otu, bu kokuyu küçük ölçekte yansıtıyordu; belki de bu nedenle bizim kentli arkadaşlar taze tarhun otundan hiç bahsetmemişlerdi. Aslında kırsal iklimiyle Ankara’yı Orta Asya’ya bağlayan birçok kültürel unsurdan biri olan tarhun, Raci Bademli’nin ifadesiyle “beni Anadolu’ya, Ankara’ya bağlayan elle tutulmaz, gözle görülmez kültür-sevgi bağlarından bir tanesi” olarak, sevgi ve özlemi en güzel bir şekilde yansıtır. Maalesef tarihî kaynaklarımız bize kokuları aktarmaz.