Üniversitedeki kız arkadaşlarımızdan birinin kimlik kartının medeni hal bölümünde “bâkire” yazdığını görmüş, çok gülmüştük. Anlaşılan nüfus memuru muhafazakâr bir vatandaştı ve ona göre henüz evlenmemiş bir kadın ancak bâkire olabilirdi. Ama nüfus memurumuz “bekâr”ın dişilinin “bâkire” olduğunu sanıyor, yani bu iki kelimenin aynı kökten, Arapça “bikr”den türemiş olduğunu sanıyordu. Tümüyle yanlış tabii. “Bâkire”, “bâkir”in dişili; “bekâr”ın değil. Bunlar da “el değmemiş” demek. Hiç cinsel ilişkide bulunmamış bireyler için kullanıldığı gibi, insanların henüz ayak basmadığı topraklar için de kullanılmış bir kelime. İsterseniz “balta girmemiş orman” yerine “bâkir orman” da diyebilirsiniz. “Bekâr” ise Farsça. Farsçadaki doğru okunuşu ise “bî-kâr”; yani işsiz demek. İşsiz delikanlılara kız verilmediği için, “işsiz adam” demek olan deyim, “evlenmemiş adam” demek olup çıkmış. İş yoksa aş yok; aş yoksa da eş yok; gayet basit!
Alp Er Tunga Destanı’ndaki ‘ödlek’ kim?
İran üzerinden Anadolu’ya gelirken yüzlerce kelime almış atalarımız Farsçadan; ama anlamını, karşılığını değiştirdiğimiz Türkçe kelimeler de olmuş. Bunlardan birini neredeyse hepiniz biliyorsunuz; en azından hepinizin bilmesi gerekiyor çünkü lise son sınıf edebiyat kitabında Alp Er Tunga Destanı’nı okumamış olanınız yok:
‘Alp Er Tunga öldü mü
Issız acun kaldı mı
Ödlek öcün aldı mı…’
Kim bu “ödlek”? Zaman tabii. Erken Ortaçağ Türkçesinde “ödlek”, “zaman” demek. Yani Alp Er Tunga’yı öldüren korkak bir düşmanı değil, zaman. Gerçi zamanın hepimiz için korkak bir düşman olduğunu söylemek abartılı olmaz sanırım. Anlam da bunun için değişmiş zaten. Evet, anladınız. “Zaman” ile “korkak” arasında ortak ne yan var, değil mi? İkisi de kaçıyor işte!
İETT’de ‘sonraki’, metroda emir!
İETT otobüslerindeki anonslarda, durakların neredeyse tümünün adlarını yanlış okuyan, güzel sesli ama İstanbul’u tanımayan bir hanım kızımız var. Örneğin “Kazasker” diyeceğine “kaz asker” diyor; yani kafası fazla çalışmayan, geri zekâlı bir askerden sözediyor. “Etemefendi” diyeceğine “Etem, efendi” diyor; yani Etem’in efendi bir çocuk olduğunu söylüyor. Ama bir de “gelecek durak” diyeceği yerde, “bir sonraki durak” diyor ki, olacak şey değil! Benim bildiğim kadarıyla sıralama, “şimdiki”, “sonraki”, “daha sonraki” (veya “bir sonraki”) diye gider. Sonrakine de Türkçede “gelecek” denir; “gelecek hafta”, “gelecek sene” ya da “gelecek ders”te olduğu gibi.
Bu açıdan metromuz iyi. Orada konuşan hanım kızımız, Allah’a şükür, “gelecek istasyon” diyor. Ama peronlarda olmadık şeyler var; anonslarda da. Yerlerde, “4’lü Vagon Bölgesi”, “8’li Vagon Bölgesi” yazıyor! Ne demek “4’lü vagon”? “8’li vagon” nasıl bir şey? Ya “4’lü katar (tren) bölgesi” olur, ya da “4 vagon bölgesi”. Anlambilim konusunda henüz İstanbul metrosunun öğreneceği çok şey var anlaşılan. Sekiz vagonlu trenlerin istasyona gelmesinden kısa bir süre önce de, “Gelecek tren sekiz vagonludur; lütfen kırmızı bölgelere ilerleyiniz” anonsu yapılıyor. Bu ne demek? “Mavi bölgelerde durmayın” demektir. Aslında, “kırmızı bölgelere ilerleyebilirsiniz” denmesi gerekir. Acaba emretmeyi mi seviyorlar?