Türkiye’nin gündemine 90’ların sonunda Açık Radyo ve Yeşiller’le başlayan mücadeleyle giren iklim değişikliği meselesi, ancak 2007’de Türkiye’yi saran kuraklık dalgasıyla kendisine gündemde yer bulabilmişti. Bugün ise “yetişkinleri geleceklerini çalmakla suçlayan” öfkeli ve isyankar çocuklarla gençler çekiyor hareketin başını.
Türkiye ekoloji mücadelelerinin oldukça eski ve köklü olduğu ülkelerden olmasına rağmen, iklim krizinin ve etrafındaki örgütlenmenin ülkenin gündemine girmesi biraz daha geç olmuştu. Türkiye’nin ilk defa “iklim değişikliği”yle tanışması, John Gribbin’in 1979 tarihli Climate and Mankind kitabının 1985’te Çevre ve İnsan adıyla tercüme edilmesiyle oldu. Ancak yayının etkisi, bilim çevrelerinde bile oldukça düşük kaldı. Bunu, 1998’den itibaren iklim değişikliği haberlerinin yaygınlaştırılması ve farkındalık yaratılmasında çok kritik bir rol oynayan Açık Radyo izledi. İlk yıllarda meteoroloji uzmanı Mikdat Kadıoğlu gibi biliminsanları, Endonezya’nın yağmur ormanlarındaki mega yangınları ele alıyor; ilk defa bu yangınları iklim değişikliğinin etkilerine bağlıyorlardı. Yalnızca iklime ayrılmış ilk program ise 1999’da başladı. Açık Radyo ve direktörü Ömer Madra, bugün de iklim değişikliğiyle ilgili haberlerde ilk başvuru kaynaklarından olmayı sürdürüyor.
İklim sorununu kamusal alana taşıyan ilk ve en önemli toplumsal aktörlerden biri İstanbul’daki Yeşil hareketti: Üç Ekoloji dergisinin 2004’te iklim değişikliği ve Kyoto Protokolü’ne ayırdığı özel sayısı kritik dönemeçlerden biri oldu. Hareket, aynı zamanda hem Amerika’nın hem de Türkiye’nin Kyoto Protokolü’nü onaylaması için güçlü bir kampanya yürüttü; 2005’te protokolün yürürlüğe girmesinin ardından da Küresel Eylem Grubu adı altında pek çok farklı eylem düzenlediler. Bunlardan en çok ses getirenleri 3 Aralık 2005’teki Küresel Eylem Günü gösterisi ve 2007’de hükümeti protokolü onaylamaya çağırmak için toplanan 170 bin imzalık dilekçe kampanyası oldu. “Kyoto’yu İmzala” kampanyası iklim mücadelesinin sesini kamuoyunda duyurmasına yardımcı olmasının yanında, hareketin siyasallaşmasında da etkili oldu.
2007’de Türkiye’yi saran kuraklık dalgasıyla birlikte, medyadaki iklim değişikliği haberlerinde gözle görülür bir artış oldu. 2009’da Kyoto Protokülü’nün imzalanmasıyla anaakım medya kanallarında yine ardı ardına haberler yayımlandı. O yıl, haberlerde artık muhtemelen daha önce hem kuraklık koşullarının daha kolay özdeşleştirilmesi hem de daha duygusal bir tepki yaratması nedeniyle tercih edilen “küresel ısınma” teriminden; ülke çapında yaşanan yıkıcı sellerle bağlantılandırılması daha mümkün olan “iklim değişikliği” terimine geçiş yapıldı. Fakat 2009’da Kopenhag İklim Zirvesi için dünya çapında olduğu gibi Türkiye’de de yükselen beklentilerin suya düşmesi üzerine, iklim hareketi bir durgunluk dönemine girdi.
Paris İklim Antlaşması, Obama’nın etkisi, en büyük kirletici Çin’in bile ciddi bir emisyon azaltımı hedefi belirlemesi ve nihayet 2014-2016 arasında küresel emisyonlardaki artışın durması; tüm dünyada pozitif, umutlu mesajların hâkim olmasına neden olmuştu. O dönemde çoğunluk “felaket tellallığı” yerine çözüme odaklanarak endişeden uzak olmak istiyordu. Ne olduysa 2016’dan sonra oldu. Önce iklim inkarcısı Donald Trump ABD Başkanı seçildi; ardından 2017 ve 2018’de tüm dünya; kasırgalar, tayfunlar, sıcak dalgaları ve orman yangınlarıyla sarsıldı. Artık dünyada olduğu gibi Türkiye’de de âfet-kuraklık haberleri her gün gazetelerdeydi. Bir de üstüne küresel emisyonlar yeniden yükselişe geçti. Ve kendi küçük, etkisi dev bir kız çocuğu tarih sahnesine çıktı: Greta Thunberg.
Greta, haftada bir gün, Cuma günleri okula gitmeyi reddederek İsveç Parlamentosu’nun önünde tek başına “İklim için okul grevleri”ne başladığında henüz 15 yaşındaydı. “Eğer bir gelecek yoksa, her şeyin anlamsız olduğunu ve okula gitmenin de bir anlamı olmadığını hissettim” diyerek başlattığı hareket kısa zamanda Fridays for Future (Gelecek için Cumalar) adı altında tüm dünyaya yayıldı. Henüz oy kullanacak yaşta olmayan, bugün içinde bulunduğumuz ekolojik yıkımda hiç payı olmamasına rağmen sonuçlarından en çok etkileneceklerin başında gelen çocuklar ve gençler artık hareketin liderliğini ellerine almıştı.
Türkiye’deki hareketler ise o dönem 11 yaşında olan Atlas Sarrafoğlu’nun 15 Mart 2019 Küresel İklim Grevi’nde Bebek Parkı’nda yapacağı greve yaşıtlarını çağırmasıyla başladı. 23 Eylül’deki Birleşmiş Milletler İklim Zirvesi’ne dikkati çekmek için yapılan grevde, Türkiye’de 20 farklı şehirde sokaklara çıkanların sayısı 10 bine, okullarda eyleme katılanların sayısı ise 40 bine ulaşmıştı. Dünyada 7.6 milyon kişinin katıldığı hareket, hem Türkiye’de hem de dünyada o güne kadar düzenlenmiş en büyük iklim krizi eylemi oldu (Bu arada yine ağırlıklı olarak gençlerden oluşan Yeşiller Partisi’nin de 21 Eylül 2020’de kuruluş evraklarını İçişleri Bakanlığı’na teslim ettiğinden beri başvurularının alındığına dair belge beklediğini, ama tüm başvurularının cevapsız kaldığını da hatırlatalım).
İklim krizi üzerine akademik çalışmalarıyla tanınan Ümit Şahin, bu yeni dalganın dilinin ve aktörlerinin eskisinden çok farklı olduğunu söylüyor: “Yeni dalga çok daha net konuşuyor, pozitif dil dayatmalarına pabuç bırakmıyor, krizin ismini koyuyor, ‘yanmakta olan evimizden’ bahsediyor, isyan ediyor. Yeni dalgayı yaratan da çevreciler, yeşiller, yüksek lisanslı-doktoralı uzmanlar, çok satan kitap yazarları veya proje uzmanı sivil toplum profesyonelleri değil. Daha ortaokulu, liseyi bile bitirmemiş çocuklar, sivil toplum veya siyaset deneyimi olmayan gençler, öğrenciler ve hayatında ilk defa sokağa çıkan her yaştan isyankar insanlar. Ve bu yeni dalga çok şeyi değiştirecek”.
(Mehmet Ali Uzelgun ve Ümit Şahin’in Aralık 2016’da kaleme aldığı “Climate Change Communication in Turkey” başlıklı makalesinden faydalanılmıştır).