Geleneksel kabule göre kutsal kitaplardaki Ararat, bugünkü Ağrı Dağı’dır. Büyük Tufan anlatıları, gerçekte Önasya coğrafyasının üç büyük dininden çok daha gerilere giden mitolojik bir geçmişe sahiptir. Bununla birlikte, sesli harf kullanılmayan Aramice dilinde “rrt” temelinde yapılan isimlendirme, yanlış bir şekilde Ortaçağ’ın sonlarında “Ararat” biçiminde yaygınlık kazanmıştır.
Eski Bayazıt kentinin incisi İshak Paşa Sarayı, Ağrı Dağı’nın en ihtişamlı göründüğü yerlerden biridir. Bu görüntü, Ağrı Dağı’nın Önasya için neden bu kadar önemli ve kutsal olduğunu anlatır gibidir.
Bilindiği üzere Eski Ahit (Tevrat) ile Yeni Ahit (İncil), Büyük Tufan’ın ardından Nuh’un Gemisi’nin Ararat Dağları’nın üzerine oturduğunu bildirmiştir. Geleneksel kabule göre kutsal kitaplardaki Ararat, bugünkü Ağrı Dağı’dır. Bu nedenle Yahudiler ve Hıristiyanlar için Ağrı Dağı çok kutsal bir yerdir ve dinler tarihi açısından önemi büyüktür. Tufan ve Nuh Peygamber Kur’an’da da anılmakla birlikte, burada geminin karaya oturduğu yer olarak Güneydoğu Anadolu’daki Cudi Dağı/Dağları karşımıza çıkmaktadır.
Büyük Tufan anlatıları, gerçekte Önasya coğrafyasının üç büyük dininden çok daha gerilere giden mitolojik bir geçmişe sahiptir. MÖ 2.500’lerden başlayıp Sumer, Akkad, Assur ve Babil kaynaklarına dek uzanmaktadır. Sumerli Utnapiştim’in gemisi, Mezopotamya mitolojilerinde bugünkü Kuzey Irak’ta olduğu düşünülen Nisir Dağı’nda karaya oturmuştur. Gılgamış Destanı’ndaki Utnapiştim mitosu ile kutsal kitaplardaki Nuh peygamber söylenceleri, çok bilinen ve binlerce yıldır anlatılagelen bir edebiyattır. Bu edebiyat içinde yer alan ve konunun mekanını oluşturan “Ararat” kelimesi ise üzerinde dikkatle durulması gereken bir kavramdır.
Önasya kültürlerinde Ararat üzerine kurgulanmış çok sayıda mitos bulunmaktadır. Bunlara ek olarak Eski ve Yeni Ahit’te Nuh’un Gemisi’nin bu dağa indiği inancı, Ağrı Dağı’nın hem siyasi hem de dinî yönden önemini artıran bir unsur olmuştur.
Ararat ismi Eski Ahit’in üç farklı kitabında üç defa geçmektedir: Yaratılış 8.4’te “Ararat Dağları”, Krallar II 19’da “Ararat Ülkesi” ve Yeremya 51’de ise “Ararat Krallığı”. Eski Ahit’in ilk versiyonlarının Arami alfabesiyle kaleme alındığı, Aramicenin konsonlardan oluştuğu ve sesli harf kullanılmadığı bilinmektedir. Bu bağlamda gerçekte “rrt” temelinde vokalizasyon yapılarak gerçekleştirilen isimlendirme, yanlış bir şekilde Ortaçağ’ın sonlarında “Ararat” biçiminde yaygınlık kazanmıştır. Başka bir deyişle Assur dilinde aslı “Uru-atri” olan “Urartu” kelimesi, Eski Ahit’te yanlış seslendirme neticesinde “Ararat” şeklini almıştır. Bu müdahalede Assurcanın kuzeydeki düşman olan Anadolu ülkesini adresleyen “Urartu” adının deformasyonu açık bir şekilde görülmektedir.
Tevrat’ın ilk beş bölümünün, Yahudilerin Bâbil sürgünü sonrası, Mezopotamya’da kazandıkları deneyim sonrası yazıldığı bilinmektedir. MÖ 589’da çıkan isyan üzerine Kudüs’e saldıran Bâbil kralı 2. Nabukadnezar (MÖ 605-562), kenti ve Süleyman Mabedi’ni yıkmış, 1.000 civarındaki Yahudi nüfusu Bâbil’e köle olarak götürmüştür. Yahudilerin Bâbil sürgünü MÖ 539’a dek devam etmiş, Pers Kralı Büyük Kyros (MÖ 559-529) kenti ele geçirdikten sonra Yahudileri Kudüs’e dönüp dönmeme konusunda serbest bırakmıştır. MÖ 539’da Yahudiler Kudüs’e döndüklerinde, Urartu Krallığı’nın yıkılışının üzerinden henüz 100 yıl bile geçmemişti. Urartu adının (rrt) Tevrat’ta sık sık anılması bu önemli krallığın mirasının Geç Demir Çağı’nda halen yaşadığına işaret etmekle birlikte; Tevrat’ın kaleme alındığı MÖ 6.-5. yüzyıllarda Doğu Anadolu ile Yahudi dünyasının bağlantısını da göstermektedir.
Ararat’ın “uydurma” bir isim olduğu, Ermeni kültüründe de dikkati çekmektedir. Ermenilerin Ağrı Dağı’na “Masis” demeleri ve Ararat ismini kullanmamaları düşündürücüdür. Aslında Ermeni arkeolojisi ve kültürü incelendiğinde, Urartu’dan hiçbir şeyi miras almadığı gözlenmektedir. Örneğin Urartu yer isimlerinin Ermenicede korunmamış olması; Urartular ile Ermeniler arasındaki etnik köken, dil ve kültür farklılıklarını belgeleyen çok önemli bilimsel gerçekliklerdir.
Tevrat’ta yanlış bir şekilde Ararat olarak anılan Urartu Krallığı (MÖ 840-600), Ağrı Dağı ve çevresini yaklaşık 200 yıl yönetmiştir. Ağrı Dağı’nın eteklerindeki arkeolojik zenginlik, Urartu Dönemi kalıntıları dışında da dikkati çekicidir. Doğubayazıt ve Iğdır’a uzanan etekleri binlerce kurganla doludur. Kurganlar dışında Urartu öncesi dönemde, Erken Demir Çağı’nda (MÖ 1300-900) Ağrı Dağı çevresinde çok sayıda kale inşa edilmiştir. Aynur Özfırat’ın bölgedeki araştırmalarında saptanan Ömerağa Kalesi, bölgenin Urartu dönemi idari merkezi olmalıdır. Buna ek olarak Doğubayazıt Kalesi yanında oyulmuş Akhaimenid Dönemi’ne (MÖ 550-330) ait bir kaya mezarı da oldukça önemlidir.
Gemi şeklinde jeolojik oluşum
Efsanelere konu olan Nuh’un Gemisi’ne ait arkeolojik bir kalıntı bulunamadı, ama günümüzde geminin bulunduğu yer olarak, dağın güney eteklerinde yer alan gemi şeklindeki bir jeolojik oluşum ziyaret ediliyor.
Nuh’un Gemisi’nin Ağrı Dağı’nda olduğuna inanılması, çok sayıda kişinin buraya tırmanmasına neden olmuştur. 5. yüzyıl Ermeni tarihçisi Pawstos Burand, Nusaybinli Aziz Yakub’un Nuh’un Gemisi’nin ahşap parçalarını aramak için Sararad’a yani Ağrı Dağı’na tırmandığını bildirmektedir. Daha yakın dönemler baz alındığında, dağa 1829’da ilk çıkan şahsın Frederic Parrot olduğu kayıtlara geçmiştir. 1. Dünya Savaşı sırasında Ermeni asıllı Rus pilot Vladimir Roskovitski dağa tırmanmış ve bir yamaçta gemi kalıntısı gördüğünü iddia etmiştir. Amerikalı astronot James Benson Irwin ise 1973’ten başlayarak birkaç defa Ağrı Dağı’na tırmanmış ve gemiden parçalar bulduğunu iddia etmiştir.
Bir astronotun kutsal bir dağa tırmanmasının çok özel nedenleri olduğu düşünülebilir. Ağrı Dağı’nın Sumer döneminden başlayan kutsallığının semavi dinlere dek uzanması, dindar bir Hıristiyan için mutlaka çok önemli olmalıydı. Ancak sözkonusu iddialara karşın Nuh’un Gemisi’ne ait kalıntıların arkeolojik ıspatı bugüne dek yapılamamıştır.