Rusya’nın Ukrayna’yı işgali, 1945’ten bu yana Avrupa’daki en büyük askerî harekat olarak tarihe geçmek üzere. Parçalanan aileler, göç ve sivil kayıpların iç parçalayıcı görüntülerinin yanında bu çatışma, risklerin yükseldiği yeni bir ekonomik savaş düzenine de işaret ediyor. Ekonomik yaptırımların nükleer tehditlere dönüştüğü savaşın tarihe geçen ilk haftası ve krize uzanan yolun köşetaşları.
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, 21 Şubat’ta barış görüşmelerini fiilen sona erdirerek, Ukrayna’nın doğusunda Rusya yanlılarının ağırlıkta olduğu Donbas bölgesindeki Donetsk ve Luhansk’ın “bağımsız ülkeler olarak tanınma” talebini kabul ettiklerini açıkladı. Olağanüstü güvenlik konseyi toplantısının ardından yaptığı konuşmada Putin, Ukrayna’nın gerçek bir ulus olmadığını savunurken “Modern Ukrayna’nın mimarı Lenin’dir” ifadelerini kullanıyordu. Ayrıca 1991’de SSCB’nin çöküşüyle birlikte ülkesinin “soyulduğunu” söylüyor ve “kukla bir hükümet” tarafından yönetildiğini vurguladığı Ukrayna’yı “Amerikan kolonosi” olmakla suçluyordu. Putin, Donbas bölgesinin tarihsel olarak Rusya toprağı olduğunu, Ukrayna’nın Sovyet döneminden miras bilgiye dayanarak nükleer silah yapmayı planladığını öne sürmüş; bunu kendilerine karşı saldırı hazırlığı olarak değerlendirdiklerini ifade etmişti. Ukrayna’nın NATO’ya kabul edilmesini de kendilerine karşı bir güvenlik tehdidi olarak görüyorlardı. Diplomatik görüşmelerde masaya koydukları üç kriter ise “NATO’nun genişlemesinin durması, Rusya sınırında silah konuşlandırılmaması, askerî altyapının 1997 seviyesine çekilmesi” idi.
Batı tarafından “uluslararası hukukun, Ukrayna’nın toprak bütünlüğünün ve Minsk antlaşmalarının açık bir ihlali” sözleriyle tepki çeken bu tarihî konuşma, Putin’in 24 Şubat’ta sabaha karşı Ukrayna’nın Donbas bölgesinde “özel bir askerî operasyon” başlattığını söyleyerek resmen işgal harekatına start vermesinin ilk adımıydı. BM Güvenlik Konseyi toplantısının acil gündemli buluşması henüz devam ederken yaptığı açıklamada halen ülkesinin Ukrayna’yı “işgal etme planının olmadığını” tekrarlıyordu, ancak aynı anda Ukrayna’nın başkenti Kiev başta olmak üzere Ukrayna’nın farklı bölgelerinden naklen yayınlara giren ilk patlama sesleriyle dünya dikkat kesilmişti. Bu sayıyı hazırladığımız sırada savaşın ilk haftası geride kalmıştı. Başta saldırıların ağırlıklı olarak askerî altyapıyı ve Ukrayna’nın hava savunma sistemlerini hedef aldığı söylense de sivil kayıplar, yerinden edilen 1 milyon kişi ve yerle bir edilmiş şehir görüntüleriyle savaş tüm dehşetiyle halkın üzerine çökmüştü.
Rusya’nın Ukrayna’yı işgali, 1945’ten bu yana Avrupa’daki en büyük askerî harekat olarak tarihe geçmek üzere. Bu çatışma, risklerin yükseldiği yeni bir ekonomik savaş düzenine de işaret ediyor. Rusya’dan gelen arz kesintiye uğradığı için şu anda dünya ekonomisinde bir enerji şoku yaşanıyor. Avrupa, Rus enerjisine olan bağımlılığını nasıl azaltacağını değerlendiriyor. Bu arada Batı’nın Rusya’ya dayattığı yaptırımlar o kadar güçlü ki, ülkenin 1.6 trilyon dolarlık ekonomisinde ciddi bir kaos tetiklendi ve Rusya’yı başta pek de ciddiye almadığı bu yaptırımlar karşısında nükleer tehditlere başvurmaya sevk etti.
SSCB’nin dağılmasından sonraki otuz yılda, Rusya ile Batı arasındaki uçurum hiç bu kadar derinleşmemişti. Oysa şimdi şaşırtıcı gözükse de 1990’ların başında, Rusya ve Batı dünyası Soğuk Savaş’ı sona erdirmek ve yeni bir dünya inşa etmek konusunda anlaşmıştı. O sırada, Mihail Gorbaçov “ortak bir Avrupa vatanı”ndan söz ediyordu. ABD, Avrupa ve Rusya’yı içeren betbox bir askerî ittifak bile tasavvur edilmişti.
Otuz yıl sonra ise, Rusya yüzünü Batı’ya karşı Avrasya’ya döndü ve bir dönem “düşman kardeşi” olan Çin ile askerî ittifak ve ekonomik anlaşmalar yapıyor. Tarih hem bu dönüşümleri anlamak hem de dönüşmeyen desenleri fark etmek için yolumuzu aydınlatmaya devam ediyor.