Eylül 2024 Sayımız Çıktı

Batan geminin mutfakları, Titanic’te sınıf-yemek farkları

FACİANIN 112. YILINDA CANLAR VE MALLAR

1912 Nisan’ındaki ilk seferinde İngiltere’den New York’a doğru giden dönemin en lüks ve en modern yolcu gemisi Titanic, suyun altındaki bir buz kütlesine çarparak batmış, 1.500 kişi boğularak ölmüştü. Gemideki yeme-içme işleri için, her seviyedeki yolcu için ayrı ve detaylı mönüler hazırlanmıştı. Ancak sınıf/mevkii farkları, ölüm karşısında eşitlenecekti.

Paul Maugé, “sautez, sau­tez!” diye avazı çıktığı ka­dar bağırıyordu: “Atlayın, atlayın!” Şef Rousseau, 2 metre aşağıdaki filikaya baktı. Çok kilolu idi. Filikadakileri tehlikeye atmaktan korkarak atlamaktan vazgeçti. Adamların her ikisi de Titanic’teki “à la carte” restoranın çalışanları idi; bu 137 kişilik özel lokanta, sabah 08.00 ila gece 11.00 arası açıktı. Geminin bilet fiyatına dahil günlük mönüden farklı bir şeyler yemek isteyen birinci mevkii yolcularına lüks lezzetler sunuyordu; bu nedenle yolcular tarafından şaka yollu “The Ritz” diye adlandırılmıştı.

15 Nisan 1912’nin gecesin­de, Philadelphialı zengin bir çift olan Widener’lar Kaptan Smith şerefine özel bir parti için lokantayı kapatmışlardı. Parti biteli çok olmamıştı. Mutfak ekibi ve garsonlar ise hâlâ restoran­daydı. Faciadan sonra bir gazete “Titanic’in aşçıları fare gibi boğuldular…” diye başlık atmıştı. Bu başlık acımasız ama gerçekti. 60 çalışandan Maugé ve iki ka­siyer kız haricinde hiç kurtulan olmamıştı. Patronları Gatti dahil, hepsi güverteye hücum etme­sinler diye üzerlerine kilitlenen kapıların ardında kalmışlardı.

Titanic 15 Nisan gecesi saat ikiyi yirmi geçe 1.500 yolcu ve çalışanı ile Atlantik’in derinlik­lerine gömüldü (gemide toplam 2.224 yolcu ve mürettebat vardı). Geminin asla batmayacağına çok inandıkları için, birçok yolcu kapkaranlık sulara indirilen 20 cankurtaran sandalına binmeyi gereksiz görmüştü. Yarı dolu sandallardaki insanlar, gemi sulara gömülüp de etraf zifiri karanlık olunca geri dönüp deni­ze dökülen insanları toplamaya girişmemişlerdi. 8 saat sonra 740 yolcusu ile Akdeniz turuna gitmekte olan RMS Carpathia yardım çağrısını alıp 58 mil me­safe öteden imdada yetişti. Gün ışırken 712 kadın, çocuk ve erkek gemiye alınmış ve rota New York’a çevrilmişti.

Gastro_Tarih_1
10 Nisan 1912’de yola çıkan Titanic, 15 Nisan gecesi 1.500 yolcusu ve çalışanıyla Atlantik’in derin sularına gömüldü.

Titanic’te çalışan 688 kişiden 495’i yeme-içme işleri ile ilgili mutfak, depo, servis görevlileri ve kat hizmetlileriydi (à la carte restoranın 60 çalışanı ise bu sayıya dahil değildi). Geminin 1.-2. ve 3. mevkiinde seyahat eden yolculara farklı mönüler sunuluyordu. Her sabah gemi katibi ve aşçılar günün mönüsü­ne karar vermek için toplanıyor; depo sorumlusu 8 kişi, gereken malzemeleri mutfaklara teslim etmek üzere işe koyuluyordu. Bu 8 kişilik ekip, yolculuğa yetecek miktarda malzemenin satın alınmasından, bunların doğru derecede korunmasından ve günün mönülerine uygun malze­melerin mutfaklara iletilmesin­den sorumluydu.

Malzemeler geminin G gü­vertesindeki soğuk hava depola­rında ve kilerlerde saklanıyordu. Yola çıkmadan önce alınan malzemelerin listesine bir göz atalım: 40 bin taze yumurta, 37 ton et, 5.5 ton taze balık, 12 ton kanatlı eti, 5 ton kahvaltı gevreği, 3 ton tereyağı… Peki ya sebzeler? Listede taze bezelye, kuşkonmaz, domates ve marul haricinde neredeyse hiç taze sebze yok iken 40 ton patates alınmış olması ilginç. Kahvaltı dahil her öğünde farklı şekiller­de hazırlanmış patates mutlaka yer almış. Epey fazla miktarda taze meyve de satın alınmış: 36 bin adet portakal, çok sayıda greyfurt, elma, 500 kilo üzüm.

Uzun yolculuklarda yemek, günün en heyecanla beklenen vaktidir ya, Titanic’te de durum farklı değildi. Sunulacak ye­mekler günlük mönüler olarak basılıp yolculara iletiliyordu. 1. ve 2. mevkiide her öğün için farklı bir mönü basılmışken, 3. mevkii için sunulan yemekleri tek sayfada toplamak mümkün olmuş. 1. ve 2. mevkide kahvaltı 08.00’den 10.00’a kadar, öğle yemeği 13.00-14.30 arası, akşam yemeği ise 19.00 ile 20.15 arası servis ediliyordu. Bu saatler­de yemek istemeyen, parasını ödeyerek à la carte restoranda da yiyebilirdi. Ayrıca 1. mevkii yolcuları için, uyandıkları anda odalarında sunulan hafif bir önkahvaltı seçeneği de vardı. Kat görevlileri tepsi ile odaya bu hafif kahvaltı ve çay-kahve servisi yapıyordu. Yolcular giyi­nip- hazırlanıp restorana çıktık­larında da kocaman bir kahvaltı kendilerini bekliyordu.

Gastro_Tarih_2
Belirlenen saatlerde yemek istemeyen yolcuların, parasını ödeyerek yemek yiyebildiği à la carte restoran ve 1. Mevkii mönüsü (sağ altta).
Gastro_Tarih_3

Avrupa’da 1800’lerin son­larında üst tabaka, dışarıda yemek yemeyi küçümserdi. Birçok köklü aile asla dışarıda yemek yemezdi. İngiltere’de Kral Edward’ın başa geçmesi ile özel­likle kibar kesim gençleri arasın­da bir tutum değişikliği yaşandı. Zaten soylu bir eş ve büyük işler peşinde Amerika’dan Avrupa’ya akan endüstri zenginleri de, dışarıda yemek yeme konusunda bir rahatla­maya yol açmışlardı.

Dönemin demiryolla­rındaki örneği takip eden gemilerde sadece iki mevkii bulunmaktaydı: Kabin ve diğeri. Kabin, varlıklı yolcu­lara mahsustu. Üniformalı garsonlar ve beyaz örtülü masalarda, kaliteli yemek­ler ile epey lüks bir hizmet sunulurdu. Diğer tarafta ise, parasını zorlukla biriktirmiş Yeni Dünya göçmenlerine layık görülmüş epey düşük standartlarda, ranzalardan oluşan yatakhaneler bulunurdu. Kadınlar, erkekler ve aileler ayrı konumlanmıştı. Yemekler küçük bir mutfaktan alınıp yatakların yanında yenirdi. Tabağını, çata­lını, kaşığını kendin getirirdin. New York’tan geri dönerken de, gemiler ufak bir ayarlama ile aynı alana canlı hayvan yükleye­rek boş dönmemiş olurlardı.

Titanic’in inşa edildiği dö­nemde, beyazyakalıların oluşturduğu orta sınıf artık daha kalabalıklaştı. Öğretmen, mü­hendis, yöneticiler, avukatlar için 1. mevkii çok pahalı idi; ama bu kişiler, gemiye girişte trahoma, bit kontrolü yapılan göçmenler gibi muamele görmek istemiyor­du. Tabii 1. mevkii yolcuları da bü­tün diğer yolculardan tamamıyla ayrışmak istemekteydi. Onlar için de pahalı biletin üzerine ayrıca para vererek rezervasyon yapabilecekleri 6 ayrı mekan daha tasarlanarak dışarıdan işletmecilere verilmişti. Bu mekanlara diğer mevkii yolcuları alınmıyordu. İşte bu koşullar­da, okyanus aşan gemilerde bir deney olarak başlatılan 2. mevkii seçeneği kısa sürede büyük satış başarısı gösterdi.

Titanic’in hizmetleri, alt ta­bakadan gelenler için bir tür ön hazırlık gibi sanki. Kendilerine ayrılmış minimalist, pencere­siz ama tertemiz bir mekanda, tek bir sayfa da olsa bir mönü sunularak servis alıyorlar; üniformalı garsonların servis yaptığı, İrlanda keteni örtülmüş bir sofrada, geminin logosu­nu taşıyan sofra takımları ile yemeğe oturuyorlardı. Gerçi sofralar uzun ve çok kişilik yemekhane masası gibiydi. Oturdukları sandalye ve sıralar, bit-tahta kurusu korkusundan kumaş kaplanmamış ahşap­tandı. Böcek ilaçları gelişmemiş olduğu için, gemide haşere kontrolü zordu. Bazı limanlar, kargoları buhar banyosundan geçiriyordu. Gemiye binerken kontrolden kaçabilecek olası bir salgın hastalık, varış limanında tüm yolcular için karantina an­lamına gelirdi. Gemiler büyü­dükçe sorun da büyümekteydi. Örneğin Titanic’te yataklar, her seferinde buhar temizliği yapı­lacak şekilde imal edilmişti.

Gastro_Tarih_4
Mevkii yolcuları için ayrılan lobi salonunda da ara öğün servisleri yapılıyordu.

Bu göçmen sınıfı yolcular, seyahat için kişi başı aşağı yu­karı 2 aylık kazançlarına denk, bugünün parası ile 1.000 USD’ye yakın bir para ödüyorlardı. Denizcilik şirketleri, Avrupa’dan Amerika’ya akan bu grubun sağladığı düzenli gelire göz diktikleri için, hizmet kalitesi ile rekabet güçlerini arttırmaya çabalıyordu. Bu nedenle Titani­c’in 3. mevkii yolcularına sun­duğu hizmetler bile o dönemin 4 büyük denizcilik şirketinin gemilerine göre çok iyiydi. Hatta Titanic’in bağlı olduğu şirket, hareket limanını Southampton’a taşıyarak gemiye Avrupa’dan ulaşımı kolaylaştırmış, Yahudi göçmenlere de hitap eder hâle gelmişti. Gemide bir haham tarafından et için hayvanın kesilme, saklama ve ayrı pişiril­me koşulları denetlenen koşer yemekler de sunulmaktaydı.

3. mevkiide kahvaltı olarak tütsülenmiş balık, jambon, sosis, yumurta ve değişik ekmeklerle kahvaltılık tahıllar çay-kahve eşliğinde sunuluyordu. Öğle vakti yedikleri ana öğünde çor­ba, rosto, köriler ile puding veya Amerikan dondurması oluyor­du. Çay saatinde ise soğuk et ve turta dilimleri, peynir-turşu, bol miktarda ekmek ve tereyağı veriliyordu. Şikayet gereği bir ters tutum olursa, garsonun kolundaki numara ile müdü­riyete başvurmaları gerektiği her günlük mönünün en altında yazıyordu. Şikayet edebilme hakkı bile, Yeni Dünya’da onları bekleyen yaşamın farklılığına bir göz kırpma gibiydi.

Gastro_Tarih_5
Kazazedeler Titanic’ten RMS Carpathia’ya taşınıyor.

Yeni zenginler parasını verip 1. mevkii bilet almaya başlayın­ca, bu durum dönemin soylu elitleri açısından katlanılamaz bir sosyal ikilem oluşturdu. Zira eğer parasını vermişse, eski bir malikane kahyası da bir dükün yanında yemeğe oturabiliyordu. Ayaklar baş olmuştu; ne katla­nılmaz bir durumdu bu! İşte bu nedenle, 1. mevkiinin içinde de bir tür “sınıfsal farklılık seçe­nekleri” sunulmuştu. Büyük süitlerde banyo, yemek odası, daha büyük yataklar, elektrikli ek ısıtıcılar, odalarının önünde özel güverte alanı olanlar da vardı. Diyelim yaklaşık 3 bin USD’lik biletle seyahat eden yeni zenginler varsa; bir de 100 bin USD’ye yakın ücret ödemiş çok ayrıcalıklı ve prestiji arşa varmış soylular da vardı. Bu yolcuların hizmetlileri de ayrıy­dı ve 2. mevkiide ayrı kamara­larda kalıyorlardı.

Yolcular farkında değildi ama 1. ve 2. mevkiinin yemek­leri aynı mutfaktan çıkıyordu. Titanic’in mutfakları dönemin en modern ekipmanlarına sahipti. Mönüler de ana hatları ile benzeşiyordu ama 2. mevkii yolcularının oturacakları yerler önceden belirlenmiş; sandalye ve masalar savrulma tehlikesi­ne karşı yerine sabitlenmiş; şık sunumlar yapılmasına rağmen kuşkonmaz maşası veya üzüm makası bulundurulmamıştı (Üzüm öyle avuçlanır mı, ne ayıp! Sadece 100 tane üzüm makası satın alınmıştı ve bun­lar 1. mevkiin kibar yolcularına anca yeterdi.)

1. mevkideki bütün mönü­lerde et çeşitleri daha fazlaydı. Dondurmalar, yumurta içeren çok daha kremalı ve ağır Fran­sız dondurmasıydı. Kahvaltıda mutlaka su teresi sunuluyordu; zira dönemin anlayışına göre barsak sağlığı için bu önemliy­di. Masalarda her zaman taze çiçekler oluyordu. Yumurtalar tazeydi. Kuşkonmaz ve bezel­yeler de. Daha önceki tarihlerde gemilerde taze yumurta için ta­vuk bulundurulurken, saklama koşullarındaki modernleşme ile yumurtalar taze tutulabi­liyordu. Bira ve şampanya da sadece 1. mevkii lokantasında sunuluyordu.

Gastro_Tarih_6
Sonraki yıllarda batıkta yapılan su altı araştırmalarında Titanic’in ana bölümleri de görüntülenmişti.

Geminin çalışanları arasın­daki hiyerarşi, yemek orta­mında da gözetilmişti elbette. Kaptan ve zabitler kendi salon­larında veya 1. mevkii yolcuları ile birliktef aynı yemekleri yerken; mühendisler ve kat görevlileri kendilerine ayrılan ayrı mekanlarda, aşağı-yuka­rı 3. mevkii yolcularınınkine benzeyen yemeklerini yerlerdi. Çımacı, yağcı, kömürcü, kama­rot gibi hiyerarşinin en altında yer alan çalışanlar ise olasılıkla tek kap yemek ve su ile yetin­mek zorundaydı.

Titanic bilinenin ötesinde, aslında okyanus ötesine bin­lerce göçmeni yeni hayatlarına taşımak üzere inşa edilmiş bir “göçmen gemisi” idi. Dünya tarihinde bu açıdan da önemli bir dönemin simgesidir. Titanic ilk yolculuğunda battı ama göçmen­lerin kurduğu devletler bugün çok daha acıklı koşullarda, bambaşka coğrafyalarda mil­yonlarca göçmen oluşturan dış politikaları ile dünyanın tozunu atmaktalar. Bu neyin hırsı? Geç­mişe bakarak anlamak mümkün aslında. Keşke akşam yemeğinde lapa yerine esaslı bir biftek veril­seymiş bu insanlara…