Son darbe girişiminin ertesinde oluşan “birlik-beraberlik”in sadece bir hava olduğu kısa sürede ortaya çıkınca, Türkiye kaldığı yerden hayata devam etmeye başladı. Köprü-hastane isimlerini değiştirmek, yeni köprüler yapmak, gazetecilik ve yazarlık yaptılar diye onlarca insanı tutuklamak gibi faaliyetler; ülkeyi vuran terör, şehit cenazeleri ve sınırötesi operasyonlarla birleşince, “eski Türkiye” hâlimizle yine başbaşa kaldık.
Tarih, kendi içine kapanan bir ülkenin hastalanmadığı bir örnek yazmıyor. Cumhuriyetin ilk yıllarında belirgin bir nekahat dönemi yaşayan “hasta adam”ın, ortaya çıkan yeni virüslere karşı dayanıksız olduğu neredeyse her hadisede ortaya çıkıyor. Her seviyedeki kurumlarımızın çürümesini, çürütülmesini FETÖ’ye, her türlü musibeti ABD’ye, terörü sadece terör örgütlerine havale ederek; “iç ve dış düşmanlar” klişesiyle, kendini bilmezlik içerisinde ve “yedirmeyiz” başlıklı kasabalı zihniyetiyle ülkeyi ve durumu idare ediyoruz.
Bir ülke bilim, eğitim, üretim, sanat ve adalet olmadan nasıl yaşar? Bu yoksunlukta toplumsal barış olabilir mi? Sadece algı yönetimi, reaksiyon politikası, sürekli değiştirilen siyasi pozisyonlar, ecdad edebiyatı ve tabii inşaat ile nasıl bir gelecek kurulabilir?
Şöyle kurulabilir diye düşünüyorlar: “Bu problemleri dile getirmem. Getirenleri sustururum. ‘Zaten bunlar dış güçlerin maşasıdır’ derim. Kendimce bir sanal gerçeklik dayatıp, bunun içinde sadece kendime benzeyen bir ahali yaratmaya çalışırım”.
Türkiye bu zihniyetle yeni tanışmıyor ama, her duvara tosladığımızda nedense kafamızın bu kısmını kontrol eden bölüm zarar görmüyor. Aklı başında biliminsanları, tarihçiler, sağduyu sahibi insanlar ise, Türkiye’nin bugünden itibaren başta eğitim olmak üzere birçok temel alanda uzun vadeli gelişme planları yaptığı takdirde, ancak 15-20 sene sonra rekabetçi, gelişmiş, gerçekten demokratik ve yaşam kalitesi yüksek bir ülke haline gelebileceğini söylüyorlar.
Bir yandan “Çanakkale ruhu” gibi büyük laflar ederken, diğer taraftan bu milletin tarihî-kültür miras alanı olan Çanakkale muharebe alanlarını özelleştirme kapsamına alırsanız; erozyona uğramış değerler sistemini, cumhuriyetin kuruluş koordinatlarıyla revize etmezseniz, “yedirmeyiz” dediğiniz ülkenin zaten ne tadı ne tuzu ne de ruhu kalacak.