Sovyetler Birliği’nin en korkunç yılları Stalin döneminde, istihbaratın en acımasız servislerinden biri olan Özel Görevler Dairesi’nde çalışan Pavel Sudoplatov’un anıları birçok karanlık olaya ışık tutuyor.
Pavel Sudoplatov (1907- 1996), 1930’lu ve 40’lı yıllarda Sovyetler Birliği istihbaratında çalışmış önemli bir NKVD subayı. Önemli biri çünkü, sonradan KGB’ye dönüşecek NKVD’nin adı kanla, zehirle, infazlarla, provokasyonla ve terörle anılan Özel Görevler Dairesi’nde çalışmış, 1941’de bu karanlık dairenin başına geçmiş.
En bilineni Troçki’nin öldürülmesi olan sayısız suikasti örgütleyen, Nazilere karşı birçok farklı bölgede gerilla savaşı planlayan, Soğuk Savaş’la birlikte ABD ve İngiltere’ye karşı nükleer casusluk faaliyetini başarıyla sürdüren Sudoplatov, Stalin’in gözüne girmeyi de başarmış bir isim. Bir bölümü doğrudan Stalin’in emriyle gerçekleştirilen bazı infazlarda bulunmuş, bazen emir vermiş, bazen organize etmiş, bazen de kendi ifadesiyle “infazların doğal ölümler gibi görünmesini sağlamış”.
Sudoplatov’un Türkçesi geçen ay Ayrıntı Yayınları’ndan çıkan ve “Adım Pavel Anatoliyeviç Sudoplatov. Muhtemelen bu adı daha önce hiç duymadınız. Gerçek kimliğim 58 sene boyunca Sovyetler Birliği’nin en iyi saklanan sırlarından biri olduğundan, okuyucularımdan böyle bir şey beklemiyorum” diye başlayan anılarını farklı kılan, yaşadıklarını serinkanlı biçimde yazıya dökebilmiş olması. Birkaç yerde -doğrusu o da yarım ağızla- pişman olduğunu söylüyor ama bu pişmanlık geçmişi mahkum etmek ya da kendini temize çıkarmak için değil. Birçok yerde “Bizimkisi farklı bir zaman, bambaşka bir tarihsel dönemdi” ya da “Bizler devrimin kirli emekçileriydik” deyip çıkıyor işin içinden. Yani bu bir pişmanlık ya da itiraf kitabı değil kesinlikle. “Düşman olarak gördüğüm insanlara yönelik en ufak bir merhamet hissi duymuyordum” diyen Sudoplatov kendini Ukraynalı faşistlere, “Sovyet devriminin düşmanı” Troçki ve Troçkistlere, halk düşmanlarına, Alman işgalcilere, NATO ve Amerikan emperyalistlerine karşı savaşan bir nefer olarak görüyor.
Sudoplatov, 1907’de Rus bir anne ile Ukraynalı bir babanın beş çocuğundan biri olarak Ukrayna’da doğmuş. 12 yaşında evden kaçıp Kızıl Ordu saflarına katılan Sudoplatov’un istihbarat kariyeri, okuma yazma bildiği için görevlendirildiği muharebe bölüğünde 14 yaşında telefon operatörü ve şifre memuru olmasıyla başlıyor. 1933’te Ukrayna’daki Sovyet istihbaratının başındaki yönetici Moskova’ya, “merkez”e atanınca kendisini de yanında götürüyor.
Ukrayna milliyetçileri arasında faaliyetler yürüten Sudoplatov’un ilk büyük “icraatı”, yıllar içinde güvenini kazandığı Ukraynalı milliyetçilerin lideri Konovalets’i öldürmesi. Hitler tarafından desteklenen Konovalets’in çikolataya düşkünlüğünü yakından bilen Sudoplatov, 23 Mayıs 1938’de Rotterdam’da buluştuğu Konovalets’i içine bomba yerleştirilmiş çikolata kutusuyla öldürüyor. Kendisine Kızıl Bayrak Nişanı getiren bu ilk büyük eyleminden sonra önlenemez yükselişi başlıyor.
Sudoplatov kariyer basamaklarını hızla tırmanırken neredeyse bütün mesai arkadaşları tasfiye ediliyor. Kendisi gibi istihbaratçı olan karısı Emma ile birlikte tasfiye edilmekten ve öldürülmekten korkuyorlar, ancak devlete hizmetleri karşılığında aldıkları, çocuklarının sınavlardan muaf tutulup yüksek öğrenim görmeleri, çeşitli gıda maddelerine ulaşabilme ve iyi evlerde, yazlıklarda yaşayabilme hakkından da vazgeçmek istemiyor. Stalin döneminde başlarına ciddi bir iş gelmiyor.
Stalin ölüp başa Kruşçev geçince her şey bir anda tepetaklak oluyor. 1953’te tutuklandığı zaman, patronu Lavrenti Beria’nın talimatıyla Moskova, Ulyanovsk, Saratov ve Ukrayna Karpatyası’ndaki güvenli evlerde tuzağa düşürülen yüzlerce insanı zehirlemekle suçlanıyor. Uzun süre, birçok meslektaşı gibi öldürülme endişesi yaşasa da 15 yıl boyunca tek kişilik bir hücreye kapatılma cezasıyla kurtuluyor. 1968’de cezaevinden çıktıktan sonra çocuk kitapları çevirerek edebiyat dünyasına adım atan Sudoplatov, itibarını geri kazanmak için ise 1991’de Sovyetler Birliği’nin yıkılmasını beklemek zorunda kalıyor.
Özel Görevler, gerçekten çok ilginç bir kitap. Kitabın önsözünde belirtildiği gibi, Stalin döneminin önemli meselelerini ele alan en değerli ulaşılır kaynaklardan biri. Türkiye’de bu hacimde bir kitabı basmak yayıncılar açısından riskli bir iş olarak görülür.
Ayrıntı Yayınları’nı bu riske girdiği için kutlamak gerekir.
Yüzlerce cinayet ve provokasyona karışmış Sudoplatov’un şu sözleri ise, bugün de diktatörlerin ve karanlık adamlarının kulaklarına küpe olması gereken türden: “Tarih hiçbir kararın, hiçbir suçun
ya da terör planının sonsuza kadar gizlenemeyeceğini göstermiştir. SSCB ve Komünist Parti iktidarının çöküşünden çıkarılacak büyük derslerden biri budur. Baraj bir kez yıkıldıktan sonra, gizli saklı ne varsa, önü alınamaz bir sel olup karşınıza dikilir”.
KÜRTLER VE SOVYET İSTİHBARATI
Barzani’nin çevresine sızmaya çalışan ajan
Sudoplatov, anılarında Kürtlerle ilgili notlarına da yer veriyor. “Kürdistan’ın kaderi ne Kremlin ne Londra ne de Washington’da insani bir mesele olarak ele alındı. 1950’lerde Kürt meselesi ile ilgilenmemin sebebi Soğuk Savaş’ın yarattığı çatışma ortamında Kürt hareketinden faydalanmaktı” diyen Sudoplatov’un 1947-1958 yılları arasında Sovyetler Birliği’nde yaşayan, bugünkü Kürdistan Demokrasi Partisi lideri Mesud Barzani’nin babası Molla Mustafa Barzani ile ilgili ilginç bir “anısı” da var: “Barzani Nisan 1952’de ailesi ve yurttaşlarıyla birlikte Taşkent yakınlarındaki büyük bir kollektif çiftliğe yerleşti. Ajanlarımızın Barzani’nin ekibine sızarak bazı Kürtleri servise kazandırma çabaları, Barzani’nin güvenlik servisleri tarafından etkili bir şekilde önlenmişti. İran’daki Kürtlerle çalışmak konusunda deneyim sahibi bir ajan olan Zemskov, ikinci dereceden bir Kürt askeri yetkiliyi akademimizde eğitim gördüğü sırada servise çekmeyi başarmıştı, ancak bu çiçeği burnunda ajanımız Taşkent’e döndüğünde hiçbir iz bırakmadan ortadan kaybolacaktı. Ona hiçbir şekilde ulaşamadık. Ortadan kaldırıldığını düşünüyorduk”.
VON PAPEN SUİKASTI – 1942
Ankara’da patlayan Sovyet bombası
Sudoplatov kitabının birçok yerinde Türkiye’den ve Türlerden de çeşitli sebeplerle söz ediyor. 1930’lu ve 40’lı yıllardaki çeşitli infazlarda Sovyet istihbaratının tetikçisi olarak kullanılan ve adı verilmeyen bir Türk var örneğin. Bu “Türk” eski bir Türk ordusu subayıymış. Ama Osmanlı döneminde mi Cumhuriyet döneminde mi yoksa her ikisinde birden mi görev aldığı belirsiz. “Türk”, 1940’ların sonunda casus olarak Ankara’ya gönderiliyor. İngilizlerin ve Amerikalıların, Bulgaristan’daki ajanlarını Türk azınlık arasından seçtiklerini söyleyen Sudoplatov, 1940’ların sonunda bu ajanlar aracılığıyla Bulgaristan’daki uranyum madeni ile ilgili ABD ve İngiltere’ye yanlış veriler ilettiklerini, bu sayede Batı’da Sovyetler’in atom bombası üretmeye daha uzak olduğu izlenimi uyandırdıklarını anlatmış.
Ve tabii 24 Şubat 1942’de Almanya’nın Türkiye Büyükelçisi Franz von Papen’e Ankara’da düzenlenen ve başarısızlıkla sonuçlanan suikast de kitapta epey yer tutuyor. Papa XII. Pius’un girişimiyle Vatikan’ın Ankara temsilcisi ile Von Papen arasında 1942 yazında gerçekleşen görüşmede, Vatikan temsilcisinin Von Papen’e İngiltere, ABD ve Almanya arasında Sovyetleri dışlayan bir anlaşma imzalaması için nüfuzunu kullanmasını istediğini yazan Sudoplatov, “Böylesi bir ittifak komünizmin Avrupa’daki nüfuz alanını daraltarak Sovyetler Birliği’ni ileride kurulacak Avrupa ekonomik birliğinin dışında bırakacaktı. (…) Stalin o kadar öfkelenmişti ki Von Papen’e suikast düzenlenmesini emretti. Ama Bulgar suikastçı işi eline yüzüne bulaştırınca başarısız oldu. Von Papen yaralı kurtulurken suikastçi kendini öldürdüğüyle kaldı” diyor.