Türkçe korku edebiyatının basılı ilk kitabı 150 yıl önce çıktı. 1872 tarihli eski harfli Türkçe Hikaye-i Mesâil Periler 15 sayfa olarak İstanbul’da basılmıştı. Bu tarihten erken cumhuriyet dönemine, eski harfli Türkçe korku kitaplarına ve bu türün büyük ustası Hüseyin Rahmi Gürpınar’a uzanan külliyat.

HİKAYE-İ MESAİL PERİLER (1872)
İlk Türkçe gotik hikaye
İngiliz yazar Horace Walpole’un (1717-1797) doğaüstü olayları anlattığı 1764 tarihli Otranto Şatosu (The Castle of Otranto) dünyada ilk “gotik roman” olarak kabul edilir. Öyle ki yazar da kitabın ikinci baskısına “gotik” kelimesini “a gothic story” altbaşlığıyla eklemiştir.
Bizde ise 1872’de eski harfli Türkçe yayımlanan Hikaye-i Mesâil Periler, korku edebiyatımızın şimdiye kadar bilinen ilk basılı kitapçığı. 15 sayfalık risalede herhangi bir yazar ismi yok. Bir yazma nüshadan alıntı yapılarak basılmış da olabilir; döneminin bir meddahı, hikaye anlatıcısı tarafından anonim bir hikayedan kağıda geçirilmiş de. Kitap, Özege katalogunda “7541” kod numarasıyla yer alıyor.
Kitabın dili ve dönemin kültürel ögelerine birebir yer verişi, onun bir korku hikayesi olması kadar ilgi çekici. Osmanlı toplumunun dinî ritüellerinin Batı kaynaklı gotik anlayışla buluşması, eserin mistisizmini daha görünür, gerçekçi kılıyor.
“Birinci Kıta” yazan ilk bölümünün girişi şöyle başlıyor: “Raviyan-ı ahbar ve nakilan-ı asar (haberleri rivayet edenler ve eserleri nakledenler) şöyle rivayet olunur ki; zamani evayilde (zamanın birinde) bir muazzam medrese olup ve bu medresenin derununda (içinde) 14-15 oda var idi. Amma bir odasına kimse giremezdi ve her kim o odaya girip o gece yatar ise sabaha cenazesi çıkar idi. Kimse yatmağa muktedir değil idi. Ve bu medresenin içinde İsmail namında cesaretli bir hoca olup gayet de âlim idi. Bir gün refiklerine (arkadaşlarına) ‘bu gece bu odada yatacağım bakalim ne hâl var’ deyince, refikleri ‘Aman hoca, bu ana kadar tam 17 hoca vefat etti, sonra yazık olur’ deseler de hayır etmedi. Nihayet yanına bir refik alıp demir kapılı odayı açıp içeriye duhul eylediler (içeri girdiler). Ve o akşam abdest alıp namazı eda ettikten sonra odanın bir köşesinde muhabbete başladılar. İlerleyen saatlerde meskun odanın tavanı harekete gelip bir gürültü peydah oldu. ‘Aman ne acayip hâl’ demeye kalmaya odanın ortasına büyük bir tas düştü. Hocanın yanındaki refiki bayıldı. Hoca onu kucaklayıp başka odaya bıraktı. Tavandan başından tırnağına al elbise içinde biri indi”…
Bu gizem dolu hikayenin sonu ise şöyle bitiyor: “Sıdkı dedi ‘ol zaman evvel yeniden hakkını helal ettirdiler’. Ve hocaya dahi tembih ettirdiler ki ‘gördüğünü görme, bildiğini kimseye söyleme’ deyip oradan ruhsat verdiler doğru hanesine geldi. Birkaç gün mururundan (geçtikten) sonra bir gün medresede ders verirken bu hatrına yine geldiği gibi bihuş (şaşkın) kaldı. Dedi ki ‘Ben tabiin (sahabeyle iletişim kuran ikinci nesil), siz tebeu’t-tâbiîn’ (sahabeyle iletişim kuran üçüncü nesil) dedik de cümle refikleri tacipde (merakta) kaldılar. Acaba kim görmüş efendimizi, hocamız dahi görenin yüzünü gördü. Şimdi biz olduk tebeu’t-tâbiîn dedik de hocaysa der ol zaman olduğu mahallede kalbi dinlendirdi (vefat etti). İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn (şüphesiz biz Allah’a aidiz ve şüphesiz ona döneceğiz). Ondan yıkayıp defin ettiler. Üçüncü kıta dahi burada hitam oldu (bitti) vesselam”.

GARAİB FATURASI KÜLLİYATI (1912)
Okuru titreten Gulyabani
Hüseyin Rahmi Gürpınar 1912’de korku edebiyatı alanında öncü bir görev üstlenir. Batılı pozitivist ilkelerle, Batılı bir edebiyat akımını yansıtan Garâib Faturası Külliyatı (Tuhaf Eserler Külliyatı) adı altında iki seri kitap yayımlar. Cin, peri, cadı, gulyabani gibi gotik unsurların ana eksenini oluşturduğu, ancak finalinde aklı selimle sonuçlanan bu korku hikayelerinin ilk kitabı Gulyabani’dir.
Künyesinde “1330 Hicrî” yıl yazılı kitap 1912’de 267 sayfa olarak basılır. Kitabın girişinde Hüseyin Rahmi şöyle yazar: “Tahrir esnasında iyi saatte olsunlar rüyama girdiler. Bakalım mütalaadan sonra size neler olacak. Baki tazimat”.
Berna Moran’a göre Gulyabani, okuru meraktan kıvrandırmak, korkuyla titretmek amacıyla yazılmıştır. Roman, korkularını, heyecanlarını canlı bir şekilde anlatan ve okuru da kendisiyle birlikte ürperten Muhsine Hanım’ın ağzından anlatılmıştır: “… Mavili esvap giyme. Uçkurunu kıbleye karşı bağlama. Kuşağını kördüğüm etme. Yatağını duvar kenarına yapma. Akşamları saç örgülerini çöz. Gözlerini birbiri üstüne yedi defadan fazla kırpma. Seni korkuttukları vakit ayak baş parmaklarının tırnaklarını birbirinin üstüne sürt. İki elinle kulaklarının memelerini tut. Bir demir bulabilirsen üzerine bas. ‘Emret ey Cin! Hazırım’ diye bağır”…

HAYATI ZEHİR EDER!
Türkçedeki ilk Cadı

Gürpınar’ın Garâib Faturası Külliyatı’nın ikinci kitabı Cadı’dır. Bu, “cadı” ismiyle de Türkçede basılan ilk yayındır. Hüseyin Rahmi 355 sayfalık Cadı’da, tıpkı Gulyabani’deki gibi, doğaüstü unsurlardan kaynaklandığı varsayılan birtakım korkutucu olayları açıklığa kavuşturur. Naşit Nefi Efendi ile evlenmeye mecbur bırakılan Fikriye Hanım, Rumelihisarı’ndaki bir yalıda oldukça tuhaf, garip ve bulmacalı bir cinayetler dizisinin ortasında kalır. Bir cadı, bu evliliği ve hayatı zehir etmeye yetecektir.
Özge Yücesoy, “Korku edebiyatı (Gotik edebiyat) ve Türk romanındaki örnekleri” adlı yükseklisans tezinde Cadı romanının bir korku türü olarak yakın olduğu ekseni şöyle özetler: “Hüseyin Rahmi Gürpınar, bu romanlarında gotik edebiyata ideolojik kaygılarla yaklaşmış ve her iki eserinin sonunda açıklanması mümkün görülmeyen korkutucu olayların izah edilebilir mantıklı nedenleri olduğunu okura göstermiştir. Bu yönüyle, Gürpınar’ın gotik olayları rasyonel açıklamalarla çözüme götüren Ann Radcliffe’in çizgisine yakın olduğu söylenebilir. Ancak hemen belirtilmelidir ki Batı edebiyatında bu çizgi, eserin korkutucu yanını ve buna bağlı olarak okurda uyandırmak istediği etkiyi zedelediği gerekçesi ile fazla tercih edilmemiştir”.
ZAMANE MÜNEKKİDLERİNE CEVAP (1913)
Hüseyin Rahmi’nin müdafaası

Hüseyin Rahmi’nin Cadı’sı, Türkiye’de büyük bir edebi tartışmayı da beraberinde getirir. Rübab dergisinin 27 Mart 1953 tarihli 51. sayısında Şahabeddin Süleyman tarafından kaleme alınan “Son Bir Eser: Cadı” isimli makalede eserin başarısız olduğu, Hüseyin Rahmi’nin “edebî bir ölüm”le karşı karşıya olduğu yazılır. Bu eleştiriler devam edince, Hüseyin Rahmi bu görüşlere karşı 1913’te Zamane Münekkidlerine Cevab: Cadı Çarpıyor adlı 73 sayfalık bir kitap yayımlar.
Hüseyin Rahmi eleştirilere çok sert yanıt verir: “Şahabeddin Süleyman Bey’in bu hikâye hakkında yapmak istediği tenkit değil tecavüzdür. Tecavüz ile edep ise birlikte barınamazlar. Nasıl ki öyle olmuş. Münekkit, estağfirullah mütecâviz; Cadı’dan ziyade edebi rencide etmiş. Hiçbir kimseye karşı: ‘Benim eserimi niçin beğenmiyorsun?’ tahtiesiyle itiraza hakkım yoktur. Fakat bir mahsûl-i sayı balta ile hedme yürüyen bir vahşiye karşı da sükût edilmez. Çünkü o vahşide hiss-i takdîr ve hürmet-i sanat yoktur”.
Cadı, edebiyat dünyasını hareketlendirir. Sadri Nüzhed İsyan. Cadı Münasebetiyle Feth-i Meyyite Cevab, Hemedanîzâde Ali Naci’ye Cevab; Tevfik Mecdi ise Recm-i Cadı Meselesine Dair adlı kitapları yayımlar.
CANVERMEZLER TEKKESİ (1922)
İlk resimli gotik roman

Selim Nüzhet Gerçek’in, Ahmed Kamil takma ismiyle Claude Farrère’in (1876-1957) La Maison Des Hommes Vivants eserinden uyarladığı Canvermezler Tekkesi, ilk olarak İleri gazetesinde 15 Eylül-30 Ekim 1921 tarihleri arasında 37 sayı olarak tefrika edilir. Eser 1922’de 168 sayfa kitap olarak basılır. Bu da Türkçe edebiyat için bir ilktir. Kitap aynı zamanda siyah-beyaz resimleriyle de Türkçedeki ilk resimli gotik romandır.
Merve Köken, Karakarga Yayınları’ndan çıkan Kayıp Kitaplar Kütüphanesi’nde transkripsiyonunu yaparak Türkçeye kazandırdığı Canvermezler Tekkesi’ni şöyle anlatır: “Claude Farrère’in La Maison Des Hommes Vivants eserinden uyarlanan bu eser, edebiyatımızın neredeyse hiç anılmayan kayıp bir eseri. İleri gazetesinde tefrika edildikten sonra 1922 senesinde basılan Canvermezler Tekkesi, edebiyatımızda korku türünde yeni bir keşif. Bu eserin basımına değin bu olağandışılıkta ve bu kadar net biçimde gotik unsurlar içeren bir Türkçe roman olmamıştı”.
Sümeyye Tural Çivici de “Ahmed Kamil’in (Selim Nüzhet Gerçek) Canvermezler Tekkesi isimli romanı” adlı yükseklisans tezinde, romanın yazılış biçimini şöyle anlatır: “Canvermezler Tekkesi romanının tek bir kişinin bakışaçısından anlatılmasından kaynaklanan olumsuzlukları gidermek için yazar bazı tekniklere başvurmuştur. Bunlardan biri mektup tekniğidir. Ali Nâil Bey, başından geçenleri anlatmaya ‘Vak’anın başlangıcına balıkçıların reisi Halil Çavuş’tan aldığım bir mektup sebep oldu’ (s.5) diye başlar ve mektubu aşağıda verildiği gibi üzerinde hiçbir değişiklik yapmadan aktarır: ‘Velinimetzâde efendim. Fırtınadan dolayı kayıkların ikisi küllî hasara uğradı. Can ziyanı yoksa da Hasan Çavuş hastadır. Yatıyor. Bizde bir para kalmadı. Ağlar birbirine karıştı. Denizin şiddetinden dolayı kayığa yönelemiyoruz. Burada çapulcular türedi, bırakıp ayrılamıyorum. Her ne kadar zahmet olacaksa da bu ahvâli görüp beraberce yapılacak işe karar vermek üzere serî’an bu canibe gelseniz fena olmaz. Gerek tamirat, gerek nevale, gerek Hasan Çavuş’un bakılması için külli miktarda paraya ihtiyacımız vardır. Bâkî yine siz bilirsiniz efendim. İmza: Halil Çavuş”
KAZIKLI VOYVODA (1928)
Ve Dracula İstanbul’da…

Kazıklı Voyvoda kitabı, Bram Stoker’ın ünlü gotik çalışması Dracula’nın Türkçeye ilk uyarlamasıdır. Ali Rıza Seyfioğlu tarafından kaleme alınan kitapta, Transilvanya İstanbul’a taşınmış, karakterler ve olaylar da Türk kültürüne göre kurgulanmıştır. 1928’de 240 sayfa yayımlanan roman, Batı kültürüne dair kodları Türk kültürüne aktarışıyla usta işidir.
Giovanni Scognamillo, İnkılâp Kitabevi tarafından basılan Korkunun Sanatları kitabında Kazıklı Voyvoda kitabının önemini şöyle anlatır: “Uyarlama yöntemi burada çeviriyi, özeti ve uyarlamayı aşan boyutlar taşımaktadır. Bram Stroker’ın tarihsel bir kişilikten (Vlad Drakul’dan) yola çıkarak yarattığı Vampir Kont ve simgelediği tüm şeytani kötülükler, gotik ve melodramatik bir çerçeve içinde, Batı’ya özgün bir iyilik-kötülük mücadelesinin imgesidir; bilimle (Van Helsing) hurafenin, inançla inançsızlığın ezeli savaşıdır. Kont’u en çok korkutan, iten, durdurabilen şey ise haçtır yani inançtır. Seyfi uyarlamasında doğal olarak haç yerine Kuran-ı Kerim’i kullanıyor ve bunu yapmakla, uyarlamanın ve mahallileşmenin ötesinde, çatışmaya başka bir boyut ve çözüm de ekliyor”.

MEZARINDAN KALKAN ŞEHİT (1929)
Sarıkamış’tan gelen hayalet

Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın polisiye ve fantastik unsurları kullanarak “materyalizmin ruhçuluğa üstünlüğü”nü sergilediği son romanı Mezarından Kalkan Şehit’tir. Hüseyin Rahmi Gulyabani ve Cadı’da bir öncü olarak başlattığı korku edebiyatını yine pozitivist-materyalist bir çerçevede sürdürür. 303 sayfalık roman 1 Kasım 1928 Harf Devrimi’nden birkaç ay sonra, 1929’da eski harfli Türkçe yayımlanmıştır. Eski harfli Türkçe yayımlanan son romandır. Mezarından Kalkan Şehit’te Şevki Bey’in Cinli Köşk dediği yerde yaşadıkları; burada Şahika Hanım’la evlenmesi; Sarıkamış Harekatı’nda şehit düşen Şevket’in evi ziyaretleri; Şevki Bey’in hayaletin peşine düşerek olaylardaki gizemi aydınlatmaya çalışması… Büyük sır, romanın sonlarına doğru ortaya çıkar.