1871’de, bugün Zonguldak’a bağlı Devrek’in Adatepe köyünde kendini evliya, bir anlamda kitap indirilmiş kadın peygamber ilan eden Dudu Hatun ve çetesi, bölgedeki insanları kendine bağladığı gibi 12 kişiyi de dinsiz ilan ederek katleder. İdam edilen tekke çetesinin elebaşları, Cumhuriyet döneminde Osmanlı idaresi ve emperyalizme karşı isyan eden Alevî halk kahramanları sayılmaya başlanır. Arşiv belgeleri ışığında, tarihten efsaneye uzanan trajikomik bir öykü…
Osmanlı döneminde çok sayıda dinî karakterli toplumsal olay vuku bulmuştur. Tarihî metinlerde Şeyh Bedreddin, Kadızadeliler, Kızılbaş ayaklanmaları gibi hareketlerin ancak silahlı güçlerce bastırılabildiğini görürüz. Bir de pek dikkat çekmeden unutulup giden hadiseler vardır.
1871’de Kastamonu Vilayeti, Ereğli Kazası, Devrek Nahiyesi, Adatepe köyünde dinî görünümlü ve 12 kişinin katledilmesiyle sonuçlanan toplumsal bir kargaşa meydana gelmiştir. Dikkat çekici husus, Dudu ve Esma adlı iki kadının bu toplumsal olaya önderlik etmesidir. İşin ilginç tarafı ise, Adatepe köyünde 1871’de yaşanan bu hadisenin 1930’lardan sonra bir “modern zamanlar efsanesi”ne dönüştürülmesi; Osmanlı döneminde hem merkezî hükümete hem de dış güçlere karşı Alevî kökenli bir halk ayaklanması olarak yansıtılmasıdır.
Bu hareketin günümüze kalan belgelerinde çok canlı tasvirler vardır. Genellikle irade, hatt-ı hümayun, ferman gibi belgelerden çıkan sonuçlara dayanan araştırmalar, mahkemelerde suçlu, mağdur veya şahitlerin verdiği ifadelerin yer aldığı “istintakname”leri ihmal eder. Oysa bugün “ses kayıtları” diyebileceğimiz bu belgeler incelendiğinde, olayın vuku bulduğu bölge ve topluma ait dil, sosyal gelenek ve iktisadi ilişki ağı açısından zengin bilgilere ulaşırız.
Önce olayları Osmanlı Arşivi’ndeki istintaknamelerden yola çıkarak anlatalım, sonra da işin “toplumsal gerçekçi” hale getirilen kısmına bakalım.
Adatepe köyünden Kocamanoğlu Ömer zevcesi, 35 yaşlarındaki Dudu Hatun, uzun süredir gördüğü rüyalarda evinin altında türbe olduğu, rahat uyuyamadığını söyler. Bunun üzerine köy imamı “yalandır, ne var, ben yatarım” diyerek bir gece o evde yatar. Uykusunda kendisini pislik içine attıklarını görüp uyandığında üzerinin de fena halde koktuğunu görünce Dudu Hatun’ı onaylar.
Birkaç gün sonra Hz. Ali gümüş eğerli bir at üstünde olduğu halde gelip evin yıkılarak türbenin meydana çıkarılmasını emreder! Dudu evini yıkar ve ahalinin de inanmasıyla o civarda kendisine üç adet eyvan yani kulübe yaptırır. Bir süre sonra yıktırdığı evinin iki yanındaki komşularını “siz de rahat edemeyeceksiniz, nihayetinde bir belaya uğrarsınız” diyerek kandırır ve onlara ait evleri de yıktırır. Buralara yaptırdığı evlerin birine “cennet” adını verir ve tekke/ dergâh olarak faaliyete başlar; diğerini ise misafirhane ve aşhane olarak kullanır.
Dudu bir gece Hz. Ali’nin yine geldiğini ve burada kurbanlar kesilmesini emrettiğini iddia eder. Tekke haline getirdiği yerde yatmaya başlayan Dirgine kazası eski müdürü Şakir ve Adatepe muhtarı Ali o gece bir hayvan patırtısı işittiklerinden Dudu’nun iddiasını tasdik eder. Hemen kurbanlar kesilir. O sırada ortaya çıkan bir kedi ile köpeğe “Devlet” ismini vererek, köylülerin konuştuğu her şeyi o kedinin haber verdiğini ilan ederler. Bu durumdan korkan köylüler Dudu aleyhine bir şey söyleyemezler.
Tekkede verilen yemekleri yiyenler şaşkın bir hale düşüp, Dudu Hatun’a tâbi olmaya başlar. Dergâhtaki kedi kimin kucağına oturur veya evine giderse ona, “Devlet’in geldi, ziyaretin kabul oldu, kurban getir” derler. İnek, öküz, manda ne varsa götürüp kurban edenler böyle böyle çoğalmaya başlar.
Bir müddet sonra Şakir Efendi, Muhtar Ali ve Dudu bir yorgana bürünüp, “gökten sekiz kitap indi, bize hacılık geldi, türbe arsasına gökten, altından mamul cami ve gümüşten mamul medrese inecek, vergi ile aşar bedeli verilmeyecek, ziraat edilmeyecek, kırmızı elbise ile eşya kimsede bulunmayacak, padişah da buraya gelecek” diyerek tebliğe başlarlar. Şakir Efendi, Muhtar Ali ve Yusuf mührüyle hazırladıkları beyanname süsü verilmiş davet mektuplarını civar köylerin muhtar ve eşrafına gönderirler. Cehaletlerini açığa çıkaran çok kötü bir yazıyla yazılmış bu mektuplar imla hatalarıyla doludur. Bazı mektuplar, istedikleri yapılmazsa gayb cellatlarının kılıcının işlemeye başlayacağı gibi ölüm tehditleri de içerir. Tekkelerine çağırdıkları muhtar ve eşrafın, kendilerine tâbi olmaları, gelirken yanlarında kurbanlık getirmeleri emredilir. Bu şekilde 150 civarında büyükbaş hayvan kurban edilir. Köylünün elindeki, evindeki yabancı menşeli kumaşlar, elbiseler meydanlara yığılarak yakılır.
Çevre köylerden 200’den fazla erkek 40’tan fazla kadın türbeye gelerek namaz vakitlerinden iki saat evvel namaza durmaya başlar. Kitle psikolojisini çözmüş tekke çetesi, halkın gözünü bağlayıp inandırıcılığı sağlamak için köyün arkasında bir tepede hazırladıkları düzeneğe barut koyar. Şakir Efendi’nin görevlendirdiği biri namaz esnasında barutu ateşlediğinde “gökten top atıldı, namazlarınız kabul oldu” diyerek tüfekler atılmaya, şenlik yapmaya koyulurlar.
İşleri büyüten Dudu, dostu olan 25 yaşlarındaki Esma Hatun’u da çeteye dâhil eder ve kendisini yorganın altından halka, gökten inen kitapların tebliğiyle görevlendirir. İçlerinden “Hızırlar” adını verdikleri yedi kişiye “Cennet” dedikleri tekkenin etrafını bekletirler. Şakir bunların Serasker’i olur. Ziyarete gelenler öncelikle Hızırlar’la öpüşüp koklaşmadan içeriye kabul edilmezler.
Bir gün Dudu, adamlarını Kocakavukoğlu Osman’ın evine gönderir ve kurbanlık ister. Kurbanlık vermeyen Osman “Hızırlar”dan dayak yer ve dağa kaçar. Dudu bunun üzerine Kocakavukların bî-namaz olduklarını ve katledilmelerini emreder. Hızırlar, en küçüğü 3 yaşında beş çocuğu, Osman’ın eşini ve 70 yaşlarındaki annesini evi içinde ve önünde katlederler. Katliam esnasında Dudu “Fatiha” okur ve halka “Amin” dedirtir. O kadar insanın içinden katliama itiraz eden tek kişi çıkmaz. Dağa giden Osman’ı bulamazlar ama bir başka eve gidip orada beş kişiyi daha öldürürler. Dudu maktullerin namaz kılmadıklarından dolayı gömülmelerini yasaklar ve başsız cesetleri köy meydanında öylece bırakırlar. Askerî birlikler gelinceye kadar sekiz gün ortada kalan cesetlerin bir kısmı köpekler tarafından yenilecektir.
Dağdan gelen Osman evine gelip ailesini o halde görünce aklı başından gider. Hükümete haber vermek için Devrek’e doğru yola çıkar. Dört saatlik mesafeyi zorlukla iki günde aşarak Devrek’e gelir. Durumu anlattığında “öyle şey olur mu, hayal görüyorsundur” dediklerinden ifadesinde ısrarcı olur. Meclis üyeleri “bu herif delirmiş” diyerek Osman’ı göz hapsine alırlar.
Bir süre sonra Adatepe köyü tarafından biri daha gelip katliamı haber verdiğinde durumun ciddiyetini kavrayan Devrek Müftüsü, zabtiye neferleri ile bir miktar silahlı adam tedarik ederek yola çıkar ama cesaret edemediğinden geri döner. Durum Kastamonu valiliğine telgrafla bildirilir ve İstanbul’dan asker istenir. Bu arada Bolu Tabur Ağası Tahir Ağa, 15 süvari 20 piyade askeriyle yola çıkar. Adatepe yolu üzerinde Akçabey köyü civarına geldiklerinde define aramakta olan Hızırlar’ın seraskeri Şakir Efendi ve adamlarını yakalarlar. Burada Tahir Ağa’nın kurnazlığı devreye girer. Definenin bulunduğuna ve şenlik yapmak üzere eli silah tutan müritlerin gönderilmesine dair Dudu’ya hitaben Şakir’e bir mektup yazdırtıp mühürletir. Dudu, mektubun yazı ve mührünü tanıyınca tereddütsüz adamlarını gönderir. Tahir Ağa tarafından teker teker yakalanan bu adamlar bağlanır ve köye giderlerken Ereğli’den görevlendirilen diğer birliğin de Dudu ve Esma ile 120 kişiyi yakalayıp Devrek’e götürdüklerini öğrenirler.
İstanbul’dan gelen iki bölük asker de vaziyetlerini alıp hemen zanlıların sorgulamaları başlatılır. Hiçbir silahlı çatışma olmadan hareketin lider kadrosu ve müritler ele geçirilmiş olur. Ele geçirildikleri ilk andan itibaren hareketin önderleri birbirine düşer. Dudu Hatun ilk tepkisini gösterdiği Şakir’i, “Ben kadın idim, niçin tâbi oldunuz, bir iki tokat vuraydınız, sebep sen oldun” diyerek suçlar. Manavoğlu Ömer, “Hâlâ beyan ettiğin kadınlara itikat ediyor musun söyle” sorusuna, “Gözü kör olsun. Huda’dan bulsun. Bolu’da hükümet konağına geldim. Ertesi günü kadına olan itikattan döndüm. Yalan olduğunu bildim. Ben ve refikim Said altı gündür Bolu’da hapisteyiz. Eğer kerameti olsa idi bizi buradan alır idi. Yalan olduğunu buradan bildim” cevabını verir.
Yakalananların sekizi cinayet suçlamalarını kabul eder. 30’unun sorguları sürerken 84 kişi ilk sorgularından sonra tahliye edilir. Ramazan’ın 10. günü 4 Aralık 1870’de başlayıp bölgeyi heyecana ve kargaşaya düşüren bu olay 11 Mart 1871’de bitirilir ve asayiş yeniden sağlanır. 12 kişiyi katleden dört kişi suçlarını da itiraf ettiklerinden hemen suç mahallinde idam edilir. Çete liderlerinin İstanbul’a gönderilmeleri istenir. Dudu, Esma, Şakir ve Muhtar Ali İstanbul’da da sorgulanır.Şura-yı Devlet (Danıştay) dairelerinin mazbatalarında bu tutanaklardan yola çıkılarak verilen kararlar kayıtlıdır. Tutanaklardan hareketin elebaşılarının kontrolü kaybettiği anlaşılmaktadır. Şura-yı Devlet kararlarında bu çetenin çıkar sağlamak için bir araya geldikleri, halkın dinî duyguları ve korkularını istismar suretiyle inandırıcılık sağladıkları tespit edilir. Hatta Muhakemat Dairesi kararında, hareketin devlete karşı isyan olarak değerlendirilemeyeceği, çıkar sağlamak için bir araya gelenlerin, her şeyi kolayca yapmalarından aldıkları cesaretle işi katliama kadar vardırdıkları belirtilir.
Mahkeme bu dört elebaşının suç mahallinde idam edilmelerine karar verir, geri kalan toplam 30 kişi çeşitli sürelerde kürek ve hapis cezasına çarptırılır. Vapurla İnebolu’ya oradan da Devrek’e gönderilen hükümlülerden Dudu ve Esma 28 Ağustos 1871’de hapishanede idam edilir. Şakir ve Muhtar Ali’nin cezası köylerinde infaz edilir. Katledilenlerin yakınlarına yürek acılarının dindirilmesi için Sultan Abdülaziz’in kesesinden 40 bin kuruş ihsan verilir.
Bu hadiseden tam 60 yıl sonra, 1930’da Sadri Etem Ertem’in Çıkrıklar Durunca adlı romanı yayımlanır. Kitap tamamen tarihte yaşanan bu olaydan hareketle yazılmıştır ama dönemin hâkim anlayışından kaynaklanan bir kurgu içerir. Ne var ki kısa zamanda adeta bir “belgesel” nitelik kazanacak ve günümüzdeki algıları da biçimleyecektir. Artık “Osmanlının Tanzimat Hatt-ı Hümayun’u ve Islahat Fermanı dönemlerinde hayat şartları zorlaşan köylülerin, kurtarıcı olarak gördükleri Dudu ve Esma adlı iki kadın önderliğinde birleşerek, kendilerini kıskaca alan Batı emperyalizmine bir başkaldırısı” söz konusudur!
Sadri Etem Ertem’in 1930 tarihli ve toplumsal gerçekçilik akımını başlatan eser olarak nitelendirilen romanında, olayların geçtiği Adatepe’nin adı Adaköy olarak değiştirilmiş, ancak olaylar ve kahramanlarının çoğunun adları korunmuştur. Adatepe ve çevre köylerin Alevî oldukları belirtilir ama belgelere göre buraları camii, imamı olan, namaz kılan insanlarla dolu köylerdir. Öyle ki kendi köylülerini namaz kılmadıklarından ötürü katledebilmektedirler. Yazarın tasarımında toplumsal isyan olunca, isyancıları da Alevî yapması akla yakın bir ihtimaldir. Tiftik keçilerinden elde ettikleri yün ticareti ve dokumacılıkla geçindikleri, ithal kumaşlarla rekabet edemediklerinden dokuma tezgâhlarının kapandığı ve işsiz kaldıkları, gelişen olaylar sonucu Osmanlı Devleti’ne isyan ederek silahlı çatışmalara girdikleri, devletin silahlı kuvvetleri ile kasabalardaki ağa-eşraf-bezirgân güçlerinin bu hareketi ezdiği, toplumsal gerçekçilik kılıfında ama oldukça romantik bir çerçevede kurgulanır.
Yazar muhtemelen folklorik bir derleme ile elde ettiği malzemeyi 1930’lu yılların ilk toplumsal gerçeklik romanına konu edinirken, Osmanlı devri ile bir hesaplaşma gayesi de gütmüştür. 90’lı yıllarda yeniden birkaç baskı yapan eserin “çok önemli” olduğunu ünlü şair ve yazar Attila İlhan da vurgulamıştır.
Kadın nüfusun sayılmadığı 1831’deki ilk nüfus sayımı defterlerine göre 46 hanede 183 erkek nüfusu olan Adatepe, 1845 yılı vergi sayımında 47 haneden oluşur. Olayın gerçekleştiği 1871 yılında da nüfus ve hane sayılarında fazla bir değişiklik söz konusu olmamalıdır. Her hanenin kereste nakliyatından belli bir geliri vardır. Büyükbaş hayvan çok azdır, koyun sayısı önemsizdir. Tiftik keçileri ise köyün tamamında sadece 779 adet sayılmıştır. Köylülerin az vergi vermek için hayvanlarını gizledikleri akla gelebilirse de, yazılan kadarını kaçırsalar bile bu sayılarla yine de kayda değer bir tiftik üretimi olduğu iddia edilemez.
Sonuç olarak tarihimizde yer alan bu Adatepe vakası -her ne kadar toplumsal gerçekçi ilk romanımızda farklı tasvir edilse de- dokuma ve tiftik gelirlerinden mahrum kalan Alevî köylülerin emperyalizme ve devlete karşı isyana dönüşen bir hareketi değil, tipik din istismarcılarının halkı mağdur ettiği ilginç bir toplumsal olaydır.
Dudu Hatun çetesinden tehditler
Din istismarcılarının, civar köylere yolladıkları dili ve imlası gayet bozuk beyanname ve tehdit mektupları. Bunlardan birinde aynen şöyle yazıyor:
“Bihi Dirgine Muhtarı Hasan Ağa ve Muhtar-ı Sani Hasan Ağa İhtiyar Meclisleri, Yelce Muhtar İmam İhtiyar Meclisleri dahi beraber bu akşam gelmek Hamiyetlü Ağalar.
Bu defa burada Cenab-ı Rabbi’l-Âlemin izin ve ruhsatıyla Hazret-i Ali Efendimizin türbesi zuhura geldi. Ve burada üç kimseye sekiz adet kitap verildi. Cenab-ı Rabbi’l-Âlemin emri ile İslam kullarım dimikatun [dimetoka] ve gerek kırmızı kuşak ve gerek kırmızı olan yazma ve basma olmayacak deyu emir buyuruyor. Divanınızda nerede var ise yaktırmanız içün. Ve hem kendiniz bu akşam acele muhtar, muhtar-ı sani, imam, ihtiyar meclisleri Allahü Teâla’nın emri gelmeniz buyuruldu. Her halde gelip kitabı dinleyip ona göre harekât edelim.
Şakir Ali Yusuf
BOA, ŞD. 1640/21