0,00 ₺

Sepetinizde ürün bulunmuyor.

1836 Churchill vakası: Türk çocuğu vurdu, padişahtan nişan aldı!

Kadıköy’de avlanan William Churchill adlı bir İngiliz, yanlışlıkla bir Türk çocuğunu yaralar ve gözaltına alınır. Churchill’in devamında maruz kaldığı kötü muameleyi diplomatik bir fırsata dönüştürmek isteyen İngiliz büyükelçisi Ponsonby, iki ülkeyi neredeyse savaşın eşiğine getirir. Sonuçta Dışişleri Bakanı Akif Efendi görevden alınır; Churchill’e ise nişan verilir, ihsanlarda bulunulur ve Ceride-i Havadis adı verilen yarı-resmî gazeteyi çıkarması sağlanır.

Osmanlı Devleti, 19. yüzyılın ilk yarısında kendi ayakları üzerinde durmakta zorlanıyordu. Durabildiği kadarı da uluslararası dengeler sayesindedir. İngiltere, Fransa, Avusturya ve Rusya pazarlıkta uyuşabilse, şartlar elverişli olsa, paylaşıldığı takdirde her ülke bir diğerinin kendinden daha avantajlı duruma geleceği endişesini taşımasa, Osmanlı Devleti’ni kendi aralarında paylaşmak için hiç vakit kaybetmeyeceklerdi.

1827’de İngiliz-Fransız ve Rus ortak donanması Navarin’de Osmanlı donanmasını imha etti. 1828’de Balkan ve Kafkas cephelerinden saldıran Rusya, Yeniçeri Ocağı’nı dağıtmış, yeni ordusunu henüz tam tekmil kuramamış Osmanlıları her an dize getirebileceğini gösterdi. 1829’da Yunanistan’ın bağımsızlık savaşında birçok İngiliz subay ve entelektüeli bilfiil savaşmıştı.

Yunanistan’ın bağımsızlığından sonra Osmanlı Devleti’nin tamamiyetini (bütünlüğünü) sağlama taahhüdü, İngiltere ile Fransa arasındaki ittifakın ana sebebidir. İki ülke, hazır başlamışken Rusya’nın açıkça Osmanlıları paylaşma önerisine ittifaklarını bozmamak adına ve Rusya’nın bu işten daha kârlı çıkacağı öngörüsüyle karşı çıktılar. 1830’da Fransızlar Cezayir’i ele geçirdiler. Aynı sıralarda Sisam’ın, Sırbistan’ın özerklik kazanmaları, 1831’de isyan eden Mısır Valisi Kavalalı Mehmed Ali Paşa’nın Kütahya’ya kadar gelen ordusunun ancak uluslararası müdahale ile durdurulabilmesi, Osmanlı Devleti’nin itibarını yerlebir etmişti. Sonrasında büyük devletler Osmanlıları silkeleyip, statükoyu bozmadan düşürdükleri küçük parçalar ve imtiyazlarla yetinmeye çalıştılar.

Osmanlı Devleti, Kavalalı’ya karşı donanmasıyla yardıma gelen Rusya ile 1833’te imzaladığı Hünkâr İskelesi Antlaşması sonrasında, bir anlamda Rusya’nın himayesine girmişti. Yeni dönemde, yılların düşmanı Rusya’nın, çarın, Rus elçisinin Sultan II. Mahmud nezdinde yeri bambaşkaydı. İngiltere bu durumdan çok rahatsızdı ve dengeleri kendi lehine çevirmek için fırsat kolluyordu. Tam bu sıralarda İstanbul’da gelişen “Churchill Olayı”, İngilizlere eşsiz bir fırsat sundu.

Yaklaşık 20 yıldır Türkiye’de yaşayan, İstanbul’da ABD konsolos yardımcısı olarak çalıştıktan sonra çeşitli işlere giren William Churchill adlı bir İngiliz, Kadıköy’e yerleşmişti. Osmanlılara tabii gayrimüslimler zimmî olduklarından, her kent, kasaba ve köyde, kendi mahallelerinde yaşayabilirken; Osmanlı tebaası olmayıp “Efrenç-Frenk-Müste’men” adlarıyla anılan tüccar, mühendis, sanatçı taifesi, Beyoğlu-Tarabya gibi semtler dışında oturamazlardı. Bu insanların 1831 Beyoğlu yangınında büyük zarar gören- yanan evleri yeniden yapılıncaya kadar, Kadıköy, Moda gibi semtlere geçici olarak yerleşmelerine izin verildi. Kapitülasyonların himayesinde tüm alışkanlıklarını pervasızca sürdürmeleri üzerine, yerleştikleri Müslüman mahallelerinde halkın tepkisi ile karşılaştılar. Meskûn mahallerde silahlı dolaşmaktan, avlanma bahanesiyle sokak aralarında kuzu, tavuk, köpek gibi hayvanlara hedef gözeterek ateş etmekten çekinmediler. Şikâyetler çoğalınca Beyoğlu yangını sonrası Kadıköy’e yerleşen müste’menlerin eskiden olduğu gibi sadece Beyoğlu-Tarabya gibi semtlerde yaşamaları istendi.

Churchill ise yangından önce Kadıköy’e yerleştiğinden, taşınmak için üç ay süre istedi ve kabul edildi. Tam bu sırada 8 Mayıs 1836 tarihinde oğlu ve bazı dostlarıyla Kadıköy’de avlanmaya çıktı. Kendi iddiasına göre bir bıldırcına ateş etti ama, bıldırcını düştüğü yerden almaya gittiğinde kuzusunu otlatan küçük bir çocuğun yaralandığını fark etti. Defter-i Hakânî (Tapu İdaresi) kâtiplerinden Necati Efendi’nin küçük oğlu, Churchill’in tüfeğinden çıkan saçmalarla yaralanmıştı.

1850’de Selimiye Kışlası ve Kadıköy. Çizim: Fossati

Kadıköy’ün Müslüman sakinleri, yaralı çocuğun ağabeyi hemen müdahale ederek Churchill’in etrafını çevirdiler. İlk başta yaraladığını inkâr etmesine rağmen, olayı görenler bıldırcına değil kuzuya ateş ederken çocuğu yaraladığını iddia ederek askerleri çağırdılar. Ortalıkta zaten hiç bıldırcın yoktu. On beş dakikalık bir bekleme süresinde de Churchill’i bir miktar hırpaladılar.

Askerler geldiğinde yüzükoyun yere yatırılıp başlarındaki yüzbaşı tarafından dövülünce olayın ciddiyetini kavrayan Churchill, tüfeğini teslim ettikten sonra çıkarıldığı Kaptan Paşa kethüdasının huzurunda “jurnal kâtibi (gazeteci) olduğunu, Osmanlı Devleti’nde yaşayan İngiliz vatandaşlarının hukukunu belirleyen ahidname gereği kendisini tutuklayamayacaklarını, bir şey yapamayacaklarını” anlatsa da, Üsküdar mahkemesinde kadının karşısına çıkarıldı. Kendisi, kadının bulunduğu ikinci kata çıkarken de sopalarla darp edildiğini iddia eder.

Churchill’in mührü

Churchill’in bazı yazışmalarında kullandığı Türkçe mührü.

Duruşma başlamadan kadı, Churchill’in müste’men olmasından dolayı eziyet edilmesine rızası olmadığını, bir müste’meni yargı yetkisinin kendine ait olmayıp hariciye nazırına ait olduğunu söyler. Mahkemeye olay yerinden gelen doktorun ifadesi doğrultusunda bir ilam düzenlenir. Daha sonra iki ülke ilişkilerini en derinden etkileyecek belge, bu ilam olacaktır. Churchill’in de elçi Ponsonby’ye yazdığı mektupta hüküm içermediği, sadece keşif ilamı olarak düzenlendiğini söylemesine rağmen, İngiliz tarafı müste’men bir İngiliz’in, konsolos mahkemesinde yargılanması gerekirken kadı huzuruna çıkarılıp yargılandığına delil olarak bu keşif ilamını mahkeme ilamı gibi gösterir ve diplomatik kriz çıkarır.

Churchill’in dilekçesi Churchill’in bir alacak meselesinin çözülmesi talebiyle Osmanlı Hariciyesine sunduğu arzuhali.

Churchill akşama doğru Üsküdar’dan Umur-ı Hariciye Nazırı (Dışişleri Bakanı) Akif Efendi’ye gönderilir. Nazırın olaydan haberi yoktur. Babıâli tomruğuna (hapishanesine) kapatılan Churchill, ilk gece burada yatacağına ihtimal vermez. Sefaretin kendisini hemen çıkarmasını bekler. Beklediği olmaz, bir gece hapsedildiği gibi ertesi gün “Tersane Zindanı”nda prangaya vurulur.

Olayın başından gerginliğin arttığı zamana kadar geçen safhaları Akif Efendi Tebsıra adlı eserinin ilk hali olan uzun bir kaime ile II. Mahmud’a sunmuştur [BOA. C.HR.4007]. Buradaki anlatıma göre; İngiltere Sefareti ikinci tercümanı Etienne Pisani vatandaşını korumak, hapisten çıkarmak için Babıâli’ye geldiğinde, kendisine Akif Efendi tarafından “yaralı çocuğun sağlık durumu netlik kazanıncaya kadar Churchill’in hapiste tutulacağı” söylenir. Ayrıca kendisine “Elçiye söyle, İngilizler İstanbul’a sahte para sürmeye, avlanırken adam vurmaya mı gelirler” denilerek gönderilir.

Bu tarihte İngiltere Sefareti’nde Büyük ve Küçük olarak adlandırılan tercüman Pisani’ler çalışmaktadır. Küçüğü etkisiz kalınca Büyük Pisani gelir ve Churchill’i alıp gitmek ister. Eşlik eden bir kavasla Tersane Zindanı’na gönderilir ama, Kaptan-ı Derya Ahmed Fevzi Paşa “tezkiresiz veremeyiz” deyince hışımla geldiği Babıâli’de, Akif Efendi’den tezkire isteyeceği yerde, ağzına geleni söylemeye başlar.

Akif Efendi Tebsıra’sında tezkire isteseydi hemen vereceğini belirtir. Pisani “Osmanlılarla ilk diplomatik temasların başladığı andan itibaren İngiltere vatandaşlarına böyle bir muamelenin yapılmadığını, eldeki ahidnamelere göre de yapılamayacağını” iddia eder. Ona göre “Osmanlı mahkemeleri bir çocuğu yaralamış olsa da bir İngiliz vatandaşını yargılayamaz. Ancak İngiltere elçisinin kuracağı bir mahkemede yargılanabilir”. İngiliz-Osmanlı Ahidnamesi’nin kırk ikinci maddesindeki “bir İngiliz’in kan veyahut başka bir suçtan ithamında İngiltere’nin elçi veya konsolosları bulunmaksızın kadılar kendi kendilerine duruşma yapıp kanuna aykırı rencide etmeyeler” diye açık hükmüne rağmen ahidnameye uyulmamıştır, der.

Akif Efendi ve Churchill olayı

Akif Efendi’nin (Paşa) en meşhur eseri Tebsıra’sının ilk metni sayılabilecek, Churchill olayını uzun bir özet halinde anlattığı kaime.

Nazır Akif Efendi, ahidnamelerin öyle bir hukuk içermediğini söyleyerek bu iddiayı reddeder. Büyük Pisani, Churchill’i suçlayan “keşif ilamı”nı veren Üsküdar kadısı hakkında, kaleme gelmez fahiş tabirlerle hakaret eder. Akif Efendi Tebsıra’da, Pisani de Ponsonby’ye sunduğu raporda aralarında geçen hakaret kelimelerini açıklamaz ama, Orhan Koloğlu sarfedilen küfür sözlerini konsolos raporunda bulmuştur. Akif Efendi’nin Churchill’in suçunu anlatan kadı ilamını öne sürerek “suçu hakkındaki ilamı okuyup kendin öğrendin” demesiyle Pisani, “bu b..tan, yalan ilama mı inanacağız” küfrünü savurur.

Birden ipler kopar. Baştercümandan diplomatik üsluptan uzak, ağza alınmaz sözler işiten Hariciye Nazırı Akif Efendi kendini tutarak sadece “Bu ne edepsizliktir, baştercüman olacaksın, ağzından çıkanı kulağın duymuyor, ben seninle sohbet edemem” diyerek sesini keser. Pisani kendi kabahatini örtmek için elçiyi ne gibi safsata ve tahriklerle kandırdıysa, elçi Babıali’ye gelip meseleyi bir de Osmanlı memurlarından duymak yerine, bundan böyle Hariciye Nazırı Akif Efendi’yi muhatap almayacağına dair sadrazama, seraskere resmî takrir gönderir. Bugünkü anlamıyla “protesto notası” dediğimiz bu belgeden sonra, mesele devletlerarası bir krize dönüşür. Akif Efendi’nin haberi olmadan II. Mahmud’un emriyle Churchill, Tersane Zindanı’ndan çıkarılıp Pisani’ye teslim edilir. Onu döven yüzbaşı meslekten ihraç edilir. Elçi, olayın ayrıntılarını İngiltere’ye bildirmek için kurye gönderir; Haliç’te demirli beylik kotrasını Akdeniz’de olan İngiliz Donanması’nı Çanakkale Boğazı taraflarına getirmek üzere yola çıkardığı dedikodusunu yayar.

Babıali’ye nota İstanbul’daki İngiliz Elçisi Lord Ponsonby’nin Hariciye Nazırı Akif Efendi’yi muhatap kabul etmeyeceğine dair verdiği protesto notası.

Fransa elçisi de olaya katılmaktan geri kalmaz. Fransa tebaasından olanlara aynı muamelenin yapılmaması için Osmanlı Devleti’nin etkili tedbirler almasını resmen talep eder. Ponsonby, Umur-ı Mülkiye Nazırı (İçişleri Bakanı) Pertev Efendi’nin yanına gelip “bu meseleden dolayı İngiltere Devleti, Devlet-i Aliyye’nin altını üstüne getirecektir” yollu savaşta bile söylenmeyecek lakırdıları savurur gider.

O günlerde Şehzade Abdülmecid ile Abdülaziz’in Kâğıthane’de sünnet düğünleri yapılır. Burada Hariciye Nazırı Akif Efendi ile görüşen Nemçe (Avusturya) elçisi, Ponsonby’nin tavrını eleştirir. Bizzat Ponsonby ile olan görüşmesinde “bu olayda böylesine şiddetli bir tavır takınmak yersizdir” tarzındaki konuşması üzerine Ponsonby “ne yapayım, memleketimizin halini bilirsin, korkudan böyle şiddet göstermeye mecbur oldum. Şimdi bir tarziye isteyeceğim lakin nasıl bir tarziye (devletler hukukuna göre özür dileme) isteyeceğime henüz karar veremedim” der. Avusturya elçisi “tarziye isteme usulü, devletlerarasında geçerli bir teamüldür. Ancak yerine getirilemeyecek münasebetsiz bir tarziye istersen, bu hem senin için bir başarısızlık olur, hem de iki ülke arasına soğukluk girer” tarzında aklı başında yönlendirmelerde bulunur.

Lord Ponsonby

1836 yılında büyükelçi olarak bulunduğu İstanbul’da İngiltere’nin çıkarlarını başarıyla savundu.

Akif Efendi Avusturya elçisinin sözlerini pek beğenir. Ponsonby’nin takririnde dile getirdiği “ahidnameye aykırılık” iddialarını kabul etmeyip isbat etmesini ister. Londra’daki fevkalade Osmanlı sefiri Nuri Efendi aracılığıyla İngiliz Umur-ı Ecnebiye nazırına “tercümanının bana (Akif Efendi) ve Umur-ı Mülkiye Nazırına (Pertev Efendi) ettiği hakaretleri kabul edemeyiz” sözleri iletilir. Bunun üzerine gerilim iyice artar. Serasker Hüsrev Paşa, Ponsonby’yi Tarabya Kasr-ı Hümayunu’nda kabul ederek konuşur ancak kriz sona ermez.

Adeta geri dönülmez bir yola girilmiştir. İngiltere Başbakanı Palmerston, Rus etkisindeki Osmanlıları destabilize etmenin bir yolu olarak Ponsonby hadisesini kullanır. Akif Efendi, Eflak tercümanlarından İstefanaki ile işbirliği içindeki elçi Ponsonby, tercüman Pisaniler ve Mülkiye Nazırı Pertev Efendi’yi kendine karşı komplo kurmakla suçlar. Görevinden istifa etmeyi düşünse de, yapılan istişarelerde uygun olmayacağının dile getirildiği bir anda azledilir. Bu sonuç Akif Efendi için büyük bir yıkım olur. Devlet-i Aliyye’nin Hariciye Nazırı’nın sıradan bir İngiliz uğruna feda edilmesini, dine, millete, padişaha bir hakaret olarak görür. Yine de sessiz ve derinden çalışıp kısa sürede baş rakibi Pertev’i bertaraf edip, Ponsonby ile ilişkilerini düzeltecektir.

Ne var ki artık büyü bozulmuştur. 16. yüzyılda diplomasinin kurallarını Osmanlı belirliyordu. Elçiler padişahla görüşebilmek için haftalarca, aylarca Elçi Hanı’nda bekletilirdi. Divan çavuşlarının koltukaltlarından tutup ayaklarını yerden kestikten sonra padişahın huzuruna çıkardıkları elçilerin devri kapanmış, azlini talep ettikleri bakanları görevlerinden aldırabilen ecnebi diplomatlar ortaya çıkmıştır. Lisan bilmediklerinden Rum divan tercümanlarının sıklıkla oyununa gelen Osmanlı hariciyecileri ancak Tanzimat devrinde Fransızca bilen diplomat yetiştirebileceklerdir.

Yine de Osmanlı Devleti bu olayda büyük yara almıştır.

Kendi adıyla tarihe mal olan bu hadisenin başlangıçtaki mağduru, sonuçta en kârlı çıkanı olmuştur. Churchill’e “kırılan gönlünün hoş tutulması” için padişah tarafından pırlantalı bir nişan verilir. Ayrıca 10 bin kantar zeytinyağı ihracı ile Türkçe özel bir gazete çıkarma imtiyazına kavuşur. Ceride-i Havadis adı verilen yarı-resmî gazete, 31 Temmuz 1884’ta yayın hayatına başlar. Yapılan mukavele ile gazeteye üç yıllığına her ay 7000 kuruş destek verilecektir. Müslüman toplumda henüz gazete okuma alışkanlığı olmadığından 150-300 arası tirajlarla uzun süre idare edilir. Kontrat süresi bitince devlet desteği kesilir ama, zararı büyüyen Churchill’e gazeteyi kapatmadan yeni bir destek paketi açılır.

Churchill’e verilen gazete İstanbul hükümeti tarafından İngiliz Churchill’e imtiyazı verilen Ceride-i Havadis gazetesinin 31 Temmuz 1840 tarihli ilk sayısı.

Churchill’in 1846’da ölümüyle, gazete oğlu Alfred Black Churchill’e geçer. Kırım Savaşı sırasında Sivastopol’da savaş muhabirliği yanında Divan-ı Hümayun Beylikçiliği’ne rapor göndermekle görevlendirilir. Kırım’dan gönderilen haberlerle, Türk basınında ilk savaş muhabirliği ortaya çıkar ve halkın büyük ilgisine mazhar olur. Daha sonra sadrazam olacak Said Paşa’dan, Sicill-i Osmani yazarı Mehmed Süreyya Bey’e, Kaptan-ı Derya Ramiz Paşazade İzzet’e kadar devrin entelektüel simaları da artık gazetenin yazar kadrosundadır.

Bu konuda Orhan Koloğlu’nun Miyop Çörçil Olayı adlı eseri yabancı arşiv ve gazetelere, konsolosluk raporlarına dayalı değerli bir çalışmadır. Nedim İpek’in Belleten’in 226. sayısında yayınlanan “Churchill Vak’ası 1836” adlı makalesi de Osmanlı Arşivi belgelerini büyük bir yetkinlikle değerlendiren derlitoplu bir makaledir. Olayın ana kahramanlarından Hariciye Nazırı Akif Efendi’nin başından geçenleri kaleme aldığı Tebsıra adlı eseri bize çok ilginç bir anlatım sunmakla kalmamış, Türk edebiyatında yenileşme yolunun en mümtaz eserlerinden biri olarak tarihe geçmiştir.

İstanbul, Feriköy Katolik Mezarlığında Churchill ailesi.

Devamını Oku

Son Haberler