Maskara, muktedir, muhalif… Osmanlı sarayının küçük ve işitmez mensupları… Cüceler ve dilsizler bedensel farklılıklarıyla tarihin her döneminde ilgi çekti. Osmanlı sarayında da padişahın “kutlu” ve “mükemmel” vücudunu kendi noksanlıklarıyla daha da görünür kılıyorlardı. Kimi zaman bir gösteri/eğlence unsuru kimi zaman da derin siyasi ayak oyunlarının, rüşvet zenginliğinin ve meşum cinayetlerin sessiz failleri oldular.
Cücelik (dwarfizm) kalıtsal bir hastalık olarak kabul edilir ve birkaç yıl önce Türkiye’nin de aralarına katıldığı pek çok ülke, bunu bir engellilik durumu sayıyor. Kalıtıma dayalı cücelikte zeka normal görülürken, metabolizma kaynaklı olanlarda durum değişebiliyor. Bu yapıdaki bireylerin boyları 45 cm ila 1 metre arasında kalıyor.
Günümüzde hâlâ parmakla gösterilen, garipsenen, gülünen, gizemli bulunan, vb. yönleriyle tarihsel algısını koruyor cücelik. Yunan, Cermen, İskandinav mitlerinde, Türk masallarında, Mısır’daki antik kaynaklarda konumlarını alıyorlar; fantastik romanlar ve sinema-TV yapımlarında maharetleriyle arz-ı endam ediyorlar. Roma imparatorları da bu şaşılası insanlara kapılarını kolayca açmış. Nadir görüldükleri için değerleri öyle artmış ki bir zaman epey pahalıya alınıp-satılmışlar! Rönesans’ta popülerlikleri artıyor. Osmanlı sarayında haşmetli padişahın önünde taklalar atıp onu güldürüyor, başka türlü taklalarla iktidarlarını kuruyorlar. Has oda, hazine, kiler ve seferli odalarında yerleri hazır.
Satvetli cüceler
3. Murat’ın oğlunun sünneti şerefine Atmeydanı’nda düzenlenen 1582 düğününü şair İntizamî kaleme almış, Nakkaş Osman betimlemişti. 500’e yakın tabaka minyatürü içeren bu kitabın hazırlanmasına önayak olan iki adamı kitabın hemen başlarında karşılıklı otururken görüyoruz: Siyah tenli Darüssade Ağası Mehmet ve Cüce Zeyrek Ağa. Zeyrek Ağa’nın sonraki dönemde adı yolsuzluklara karışacak ve saraydan kovularak memleketi Malatya’ya dönecektir. Zeyrek Ağa aynı zamanda Adıyaman Besni’de kendi adıyla anılan camii ve vakfın kurucusudur (İntizamî Surnâmesi, res. Osman, 1582. TSMK H. 1344).
Osmanlı sarayındaki cücelerin 2. Murat ve Fatih’ten beri varlıkları bilinir. Hatta Anonim Tevarih’te anlatılana göre, Yıldırım Bayezid’in (1389-1403) rüşvetçi kadıları yakmak istemesini muhtemelen bir cüce olan “Maskara Arap” engeller; padişaha “Bu adamları yakarsanız keşişleri kadı edersiniz artık” der. Cüce, padişah kızgın olduğunda bile ona söz söyleyebilecek kişidir. Zübedetü’t-Tevarih’e göre (1610-15) 1. Ahmed’in huzurunda namazı uzattığı için imamı kötüleyen bir cüce, padişah tarafından paylanır: “Benim huzurumda saatlerce durursun, Allah huzurunda durmaktan ne zarar olur” der. Yine bu kaynağa göre bir soytarı (cüce/dilsiz) 1. Ahmed’in bir talebini öyle onur kırıcı bulur ki yerine getirmeyi reddeder; padişah da sonradan onun bu “muhalefetini” yüzüne vurup bir mecliste cüceyi utandırır. Aralarında kütüphane çalışanı olan okumuş yazmışlar da vardır, Harem’le sultan arasında haberleşmeyi sağlayan hadımlar da.
3. Murad (1574-1595) sefere çıkmayı terkeden bir sultan olarak bilinir. Sarayda geçirilen zamanın artması, sultanı eğlendirecek yeni bir sınıfın oluşmasını sağlamıştır. Saraydaki cüce sayısı artar da artar; “boyu kısa eli uzun” birtakım iktidar sahibi cüce peyda olur, padişahın nedimi (sohbet dostu) olurlar. Cücelere hıncıyla bilinen Selanikî Efendi’ye (öl. 1600) göre cüceler, 3. Murad’ın saraydan dışarı çıkmasını önlemiş, onun tahtını yitirme konusundaki evhamını körüklemiştir. Bu dönemin devletlü cüceleri Cühud Cüce, Zeyrek Ağa ve Nasuh Ağa, bu dönemde ve sonraki padişah 3. Mehmed döneminde saraydan sürgün edileceklerdir. Zira rüşvet ve yolsuzlukları, padişaha ulaşmak isteyenlerden aldıkları akçaların haberi ayyuka çıkar; teklifsiz tavırları hadsizlik olarak yorumlanır; bir yerlere getirdikleri dost ve akrabaları mevkilerinden birer ikişer indirilir; mal ve mülklerine el konulur. Cüceler saltanatı bu fetretten sonra Sultan İbrahim (1640-48) ve 4. Mehmed (1648-87) döneminde yeniden eskisi kadar olmasa da güç kazanacaktır.
Mustafa Âlî (öl. 1600), Selanikî ve Koçi Bey’in (öl. 1650) öfkeli kaleminden nasibini alan cüceler ve dilsizler, padişaha sunulan layihalarda şeytanlaştırılır; kötü gidişatın günah keçisi olur; ellerindeki timar ve zeametler “kılıca kadir olmadıkları” gerekçesiyle nahak görülürdü. Dilsizler zaten “güvenilmezdir”; şeriata göre tam ehil kişiler sayılsalar da işaret dilini bilmeyenlere yabansı gelirler; “şeytanla konuşurlar” âdeta. Saraydan gizli bilgi çıkmaması için uygun bulunan bu işitmez-konuşmaz kişiler de hünkar sohbetinin ve onun etrafındaki Tanrısal sessizliğin vazgeçilmez unsurları hâline gelmiştir. Kirli cinayetler, feryatları duymadıkları için kalpleri de öyle hemen yumuşamayan bu adamlar eliyle işlenir.
Konu hakkında kapsamlı bir tez yazan Ezgi Dikici’ye göre, bu iki sınıf sarayda önemli yer tutar. Statü sembolüdürler. Sarayda soytarı bulunması, hükümdarın herkesten farklı ve olağanüstü kutlu niteliğiyle ilgilidir. Başka araştırmacılardan çeşitli görüşleri de aktarır yazar: Bu iki sınıf hükümdarı nazardan korur; Eski Mısır’dan beri cüceler olumlu ruhani anlamlar çağrıştırırlar; padişahın biricikliği ve üstünlüğü, çevresindeki cüceler ve kendisi arasındaki zıtlık sayesinde enikonu vurgulanır. Deforme bedenlere duyulan merak duygusu da onları saraylarda tutmuştur. Koçi Bey’e göre cücelere ve dilsizlere para vermek iyidir, çünkü onlar fukaradırlar. Anlaşılan, saraydaki varlıklarının bir hayır yönü de vardır. Çalışarak hayatlarını kazanmaları zordur. Saray dışındaki cücelere de zaman zaman maaş bağlanır.
Maskara cüceler
3. Mehmet dövüşen cücelerini izliyor. Saraydaki cücelerin rüşvet ağlarının üzerine giden Sultan Mehmet zamanında cüce eğlencelerinin iyice suyu çıkmış gibi görünüyor. Kitap hamisi cücelerden ele ensecilere, rüşvet yiyenlerden apolitik olanlara doğru bir geçiş (Nadirî Divanı, 17. yy., res. ?, TSMK H. 889).