İlk millî alfabeyi bir kadın yazdı: Fatma Nudiye Yalçı. Hem varlığı hem de yazdığı diğer kitaplar kaybolmuş-unutturulmuş öncü bir aydın. Sosyalist kimliği ve tercüme ettiği kitaplar yüzünden 12 sene hapis yattı; politik yaşamı sırasında ise erkek yoldaşları tarafından sindirilmeye, silinmeye çalışıldı; Bulgaristan’da yokluk içinde vefat etti.
Daha 20’li yaşlarının başında Çabuk Öğreten Elifba isimli eski harfli Türkçe ve Millî Alfabe isimli Türkçe iki alfabe yazan; Türkçe alfabeyi okurlara tanıtan ilk kadın olan Fatma Nudiye Yalçı (1904-1969), cumhuriyetin ilk yıllarının mahir, ilerici kadın yazarları arasındaydı. Ancak bu üretkenliğine rağmen sosyalist kimliği yüzünden “Donanma Davası”nda yargılandı; uzun yıllar hapis yattı; sonrasında ise ismi neredeyse kültür tarihimizden silindi; kitapları kayboldu.
Nâzım Hikmet’in Memleketimden İnsan Manzaraları’nda “mahkûm Melahat” karakteriyle ölümsüzleştirdiği kadın oydu. Fatma Nudiye Yalçı, Nâzım Hikmet’in Erkin gemisinden oda komşusuydu. Erkin gemisinin sintinesinin dibinde, diz kapaklarına kadar ulaşan pisliğin içinde 1938’te aynı gemide mahpusluk etmişlerdi. Kimi zaman Emine Alev’di “mahkûm Melahat” olarak bahsedilen, kimi zaman ise Fatma Nudiye Yalçı: “Koridor. / Mahkûm Süleyman çıktı koridora / mahkûm Melahat’le beraber. / Esmerdi Melahat / Boynu uzundu / ve bir kuş boynu gibi nazlıydı / dudakları kırmızı ve boyasız. / Fakat ayakları çok büyüktü / ve elleri erkek ellerine benziyor.” (…) “Kelepçesiz Melahat / ince kansız bileklerinin hürriyetiyle mağrur / ve ellerini kullanabilmek imkânıyla keyifli / elma yemektedir.”
Fatma Nudiye Yalçı’nın yazdığı Çabuk Öğreten Elifba gibi Millî Alfabe kitabı da bugün bulunmaz, bilinmez, kayıp kitaplar arasında… Millî Alfabe’nin tek nüshası Millî Kütüphane’de gözükmekte; açık kaynaklarda ise neredeyse izine hiç rastlanmamaktadır. İki alfabe kitabından sonra 1932’de Beyoğlu 1931 isimli beş perdelik bir piyesi, Hikmet Kıvılcımlı ile 1935’te kurdukları Marksizm Bibliyoteği’nden çıkan Karl Marks’ın Enternasyonal’i Açış Hitabesi ve Engels’in Marksizm’in Prensipleri çevirileri; Sosyete ve Teknik isimli telif eseri yayımlanmıştı.
Fatma Nudiye Yalçı’dan Hiko’ya (Hikmet
Kıvılcımlı’ya) gönderilmiş bir fotoğraf.
Kayıp kitaplar serisine alfabe kitaplarıyla birlikte bu eserler de eşlik etti. Fatma Nudiye Yalçı’nın 1930 sonrası net biçimde şekillenen sosyalist kimliği ve uzun hapishane süreci, kitaplarının üzerindeki bu görünmezliğin ve bulunmazlığın bir nedeni olabilir mi? Yine açık kaynaklarda kitaplarının toplatıldığına dair bir malumat olmasa da otosansür gereği bizzat okuyucuları bu kitapları gizlemek, yoketmek zorunda kalmış olabilirler mi?
Fatma Nudiye Yalçı’yı yeniden hatırlamamızı sağlayan, onun “inkılaba adanmış” yaşam mücadelesini ve unutturulmuş eserlerini yeniden günyüzüne çıkaranların başında, yazar Mehmet Aslan geliyor. Aslan, Fatma Nudiye Hanım hakkında kitaplarda ve internette yayımlanan yazıları biraraya getirerek 2005 Ekim ayında tamamlanan bir dosya yayımladı. Yaklaşık 40 yıldır unutulmuşluğa terkedilen Fatma Nudiye Hanım’a duyulan ilgi böylece biraz arttı; 23 Temmuz 2006 tarihinde onun için ilk defa bir anma toplantısı düzenlendi.
Mehmet Aslan’ın Fatma Nudiye’nin akrabaları ve dönemin siyasi figürleriyle yaptığı çalışmalar, önemli ve bilinmedik noktaların da ortaya çıkmasını sağladı. Onun muhtemelen Nizamettin Nazif’le evlenmesinden sonra kullanmaya başladığı “Nudiye Nizamettin” imzası ile yazdığı çok ilginç bir kitabın daktilo metnine de ulaşıldı: Beyoğlu 1931. Adından da anlaşılacağı gibi, bu piyesin 1931’de Darülbedayi’de sahneye konması planlanmış, ancak bu gerçekleşmemişti. Fatma Nudiye Hanım’ın yaşamını konu alan Yaftalı Tabut piyesi ise yıllar sonra Bilgesu Erenus tarafından kaleme alınacak ve 2021’de İBB Şehir Tiyatroları’nda sahneye konarak izleyiciyle buluşacaktı.
Yine Ahmet Kale’nin 2012’de yazdığı Fatma Nudiye Yalçı Hayatı ve Eserleri kitabı, onun toplum tarafından bilinmesini sağlayan ilk kitap çalışması oldu. Canan Özcan da 2017’de yayımlanan Türkiye Solundan Kadın Portreleri kitabı için “Fatma Nudiye Yalçı: İnkılâba Bütün Bir Ömrünü Veren Kadın” makalesini yazdı, Fatma Nudiye Hanım’ın hayat hikayesi hakkında kimi bilgileri düzelterek yeni güncellemeler yaptı.
Fatma Nudiye Hanım 1904’te İstanbul-Kasımpaşa’da doğmuştu. Ailesi 1934’te çıkarılan Soyadı Kanunu ile Yalçı soyadını almıştı. Soyadı Kanunu kabul edilene kadar yazılarında Nudiye Hüseyin imzasını kullanmıştı. İstanbul Üniversitesi’nde felsefe bölümünü bitirdikten sonra o dönemin aydın çevrelerinin toplandığı Resimli Ay dergisine gidip gelmeye başlamış ve bu sırada tanıştığı yazar Nizamettin Nazif ile 14 Mart 1932 tarihinde evlenmişti. Ancak bu evlilik uzun sürmemiş, 1933’te ayrılıkla sonuçlanmıştı. Fatma Nudiye ile ilgili ilk yakışıksız sözlerin de bu dönemde edilmeye başlandığını görüyoruz. Abidin Dino, Nazif’in etrafında çok sayıda kadın olduğu için onlara fazla bir önem atfetmediğini, bu anlamda Fatma Nudiye’ye de yazık olduğunu, neyse ki bir süre sonra onun da bu durumu önemsemediğini ifade etmişti.
Fatma Nudiye, Hikmet Kıvılcımlı ile birlikte 13 Haziran 1938 günü Donanma Komutanlığı Askerî Mahkemesi’nin kararıyla tutuklanmış; Nâzım Hikmet 20 seneye, Doktor Hikmet Kıvılcımlı 15 seneye, Kemal Tahir 15 seneye, Kerim Korcan 12 seneye mahkum edilirken, Fatma Nudiye Yalçı da 10 sene ceza almıştı. Fatma Nudiye Hanım, 10 senelik ağır müebbet hapis cezasının tamamını yatacaktı. Ancak hapishane yıllarından sonra da devam ettiği siyasi yaşamına rağmen, ismi Nâzım Hikmet, Kemal Tahir ve Hikmet Kıvılcımlı adlarının yanında silikleştirilmeye çalışıldı. Kıvılcımlı, Günlük Anılar isimli yazılarında Yalçı’dan bahsederken isim vermeyerek “bana yakın olan kadın”, “…yalnız yayın işlerinde yardımı dokunan Fatma Yalçı adlı kadına karşı da haksız imalarla karşılaştım” ifadelerini kullanmıştı.
Oysa Yalçı, 1954’te kurulan Vatan Partisi’nde de Kıvılcımlı ile birlikte oldukça aktif bir şekilde çalışıyordu ve hatta Haysiyet Divanı Başkanı’ydı. 1957 erken seçimlerine giden süreçte Fatih’te bir mitingde saldırıya uğramış; konuşmasını yaptığı sırada boğazına kırık bir kiremit parçası gelmiş ve yaralanmıştı. Kıvılcımlı, 1957 Kasım ayı sonunda tutuklanırken partinin başına Fatma Nudiye Yalçı’nın geçirilmesini istemiş; fakat Kerim Korcan buna karşı çıkmış; karşı çıkmakla da kalmayarak Yalçı’nın partiden ihraç edilmesini sağlamıştı.
Yalçı, Sosyete ve Teknik kitabının başında “Boş saatlerini değil, inkılâba bütün bir ömrünü veren Hikmet Kıvılcımlı yoldaşa armağanımdır” şeklinde bir ithaf yazmıştı. Ancak bu ithafa ve diğer birçok kanıta rağmen, bu kitabın aslında Yalçı’ya değil de Kıvılcımlı’ya ait olduğuna dair bir dizi tartışma da yapılmıştı. Yalçı’nın eserlerini başkalarına mâletmek, herhalde bu eserleri o dönemde bir kadının yazmış olabileceğine inanamamakla açıklanabilir ki bu durum o dönem için bile oldukça geri sayılabilecek bir bakışaçısıydı.
Fatma Nudiye, Sinop Cezaevi’nde 10 yıl süren bir hapislik döneminden sonra hem düşünceleriyle hem eylemleriyle yine siyasetin içinde olmaktan çekinmedi. 1965’te özgürlüğüne kavuştuğunda ciddi bir guatr rahatsızlığı vardı. FatmaNudiye’nin 1967-69 arası bir dönemde Leipzig’e geldiğini ve bir süre Bizim Radyo’da çalıştığını ifade eden TKP’nin Leipzig’deki kadrolarından Gün Benderli; kendisinin daha sonra Zeki Baştımar ve İsmail Bilen tarafından Bulgaristan’a gönderildiğini belirtiyor. Benderli’ye göre Yalçı’nın gelişi başından beri Baştımar’ı ve Bilen’i rahatsız etmişti. Daha sonra Bulgaristan’a gönderilen Fatma Nudiye Hanım’ın çevirmenlik yaptığını; yeğeni Beklan Algan’a, Varna’da kaldığı misafirhanede sabuna basarak kayıp düştüğü ve öldüğünün söylendiği bildiklerimiz arasında. Fatma Nudiye Yalçı yardımcı ya da hayat arkadaşı sıfatıyla değil, kendi varlığı ve ortaya koyduğu ürünlerle tarih sahnesinde yerini alıyor.
ÇABUK ÖĞRETEN ELİFBA – 1927
Kayıp kitabın tek örneği Princeton Üniversitesi’nde
Yalçı’nın İstanbul Üniversitesi’nde felsefe bölümünü bitirdiği biliniyor. Fatma Nudiye Hanım henüz 23 yaşındayken eski harfli Türkçe Çabuk Öğreten Elifba kitabını yazıyor. 1927 tarihli bu kitap 64 sayfa olarak Türk Neşriyat Yurdu Maarif ve Şark Kitaphaneleri tarafından basılıyor. Kitabın sağ üst köşesinde “Nudiye Hüseyin” ismi yer almaktadır. Kitabın kapağında iki genç kız kitap okurken görülür. Okudukları kitabın bir yüzünde “Çabuk Öğreten Elifba” diğer yüzünde de “Muallim Nudiye Hüseyin” yazmaktadır. Kitapta eski yazıyla ilk kez okuma öğrenenlere alfabe öğretilmektedir.
Fatma Nudiye Hanım’ın bu kitabı eski harfli Türkçe eserlerin toplandığı Özege Katalogu’nda yer almamaktadır. Bu da pek şaşırtıcı değildir, zira bu eser Türkiye’deki hiçbir kütüphanede bulunmamakta, sadece Amerika Birleşik Devletleri’nde Princeton Üniversitesi Kütüphanesi’nde bir nüsha olarak görülmektedir.
MİLLİ ALFABE
Harf Devrimi seferberliğive ilk modern alfabe kitabı
1 Kasım 1928 tarihinde 1353 sayılı “Türk Harflerinin Kabul ve Tatbiki Hakkında Kanun”un kabul edilmesi ve 3 Kasım 1928’de Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmesinin ardından Türkiye’nin Harf Devrimi süreci başlar. Kanunun yürürlüğe girmesiyle beraber halkın bütün kesimlerine yeni alfabeyi öğretmek için adeta seferberlik ilan edilir. Bu seferberliğin öncülüğünü de alfabe kitapları yapmaktadır. 1927’de eski harfli Türkçe alfabeyi yazan genç Fatma Nudiye Yalçı, bu kez ilk Türkçe Millî Alfabe’yi yazma görevini üstlenecektir. 25 yaşında Millî Alfabe kitabıyla Türkçe alfabe kitabını yazan ilk kadın da olacaktır.
48 sayfalık kitap, Resimli Ay Matbaası tarafından basılır. Resimli Ay, Sabiha Sertel ve Zekeriya Sertel’in kurucusu olduğu, Nâzım Hikmet, Nizameddin Nazif, Hikmet Kıvılcımlı gibi döneminin sol, ilerici yazarlarının toplandığı bir aydınlar cephesi konumundadır. Daha sonra bu cephenin önemli fertlerinden biri olacak Fatma Nudiye Hanım’ın kitabının Resimli Ay’dan çıkması da tesadüf olmasa gerek. Belki de Resimli Ay çevresiyle tanışmasını ve kaynaşmasını sağlayan da ilk Millî Alfabe’dir.
Millet Mektepleri için okuma kitabı olarak Maarif Vekaleti heyetinin kararıyla okullara önerilen Millî Alfabe’nin modern kadınların ve beylerin bulunduğu kapak resmi de ünlü çizer Münif Fehim imzalıdır. Kitabın içinde alfabe ve harfler tek tek tanıtılmış; basit okuma metinlerine de yer verilmiştir. 1929’un hemen başında çıkmış olacak ki, Milliyet gazetesinin 4 Ocak 1929 tarihli, Cumhuriyet’in ise 11 Ocak 1929 tarihli ilan sayfalarında kitabın reklamına yer verilmiştir.
KIZILBAŞ GÜNLERİM KİTABINDAN
Abidin Dino’da Fatma Nudiye Yalçı
Abidin Dino, Kızılbaş Günlerim’de Fatma Nudiye Yalçı’yla olan bir anısını nakleder. Nudiye Hanım iki jandarma arasında bir mapushaneden başka bir mapushaneye yol almaktadır…
“Boz Mehmet’le yan yana Sansaryan Han’dan çıkıp, Yeni Cami’nin kuşlarını ürkütüp (elbette yaya ve kelepçeli olarak, ikişer jandarma eşliğinde), hınca hınç Kadıköy vapuruna nasıl bindiğimizi, Haydarpaşa Garı’na nasıl indiğimizi, hele ondan sonraki yolculuğu anlatacak değilim. Derken, iki jandarma arasında Nudiye Hüseyin’e rastlamayalım mı? Ne garip şey, üzülmedense seviniyor insan tutuklu bir tanıdığa rastlayınca! Tren başında anlaşıldı ki, Nudiye ile beraber yolculuk edeceğiz. O yüzden sevinçli o da! (İnsanoğlu nelere sevinmiyor ki!)
(…)
Nudiye Hüseyin’i, tâ 1930’ların başından beri tanırdım. Babıâli’de eli kalem tutan, güzel, kalender bir kadındı. Bir ara, bir yandan Nudiye, bir yandan sıkılgan, süslü, minnacık Suat Derviş, Nizamettin Nazif’e âşık olmuşlardı. “Deli Nizam” bir fırtına, Karadavud’un yazarı, Arif Oruç’un Yarın gazetesini (rekor kırarak) 50.000 sattırmayı başarmış ünlü bir gazeteci. Önceleri, 1920’lerde, Nâzım’ın, Moskova arkadaşlarından, sonra yolları ayrılmış. Nizam yakışıklı, bağırtkan, kadınlara pabuç bırakmaz, dediği dedik, kestiği kestik bir kara belâ; “kadın kısmından” başı ağrıyınca, kahkahalar atarak hepsini kovar, merdivenlere kadar kovalar, nasıl olsa sürüsüne berekettir ona göre: “Kuyruğa girsinler!” Nudiye’ye biraz yazık olmuştu ama, bir süre sonra boş vermişti bu işe. Trende olan bitenleri, konuşulanları ve nihayet Çerikli adında yitik bir istasyonda, iki jandarma ile nasıl indiğimizi anlatacak değilim ama, vagon penceresinden Boz Mehmet’le Nudiye’nin el sallamasını anlatmamak olmaz, çünkü biraz zor bir el sallayıştı bu.
Fatma Nudiye Yalçı üzerine araştırmalar yapan Mehmet Aslan, “Fatma Nudiye Hanım’ın Peşinde” makalesinde Nudiye Hüseyin’in hangi cezaevine gittiği sorusunun peşine düşer ve yanıtını şöyle verir: “Anlaşıldı, Abidin Dino Mecitözü’ne, Boz Mehmet de Mucur’a gidiyor. Peki, Nudiye Hanım nereye gidiyor? Tahmin etmek zor değil. Türkiye Demiryolları Haritası’nda Çerikli istasyonundan sonra Yerköy’e geliniyor. Yerköy’den ayrılan karayolu da önce Kırşehir’e, sonra Mucur’a devam ediyor. Demek ki, Fatma Nudiye Hanım 1942 yılı sonlarında mahpusluğunu Dr. Hikmet Kıvılcımlı’nın bulunduğu Kırşehir’e nakletmiştir. Bu, şimdiye kadar bu kesinlikte kanıtlanamayan bir bilgi idi”.