28 Temmuz 1814’te gezip eğlenmek için Kağıthane Sarayı’na giden Sultan II.Mahmud, sunulan gösterilerle yetinmeyip Musahib Abdi Bey’den havuzda biriyle güreşmesini istediğinde, bir felaket yaşanacağını kimse tahmin etmemişti.
Sultan II. Mahmud döneminde Topkapı Sarayı’nda Enderun görevlilerinden birisi olarak bulunmuş olan Hızır İlyas Ağa’nın yazmış olduğu günlük Letaif-i Enderün, sarayın gündelik hayatına dair önemli ve enteresan bilgiler içermektedir.
Hızır İlyas Ağa padişahın bendelerinden biri olarak zaman zaman onunla beraber saray dışında yapılan gezilere, ziyaretlere de katılarak günlüğüne bu gezilere dair izlenimlerini de aktarmıştır.
Hızır İlyas Ağa’nın günlüğünde, padişahın bu gezileri (biniş-i hümayun/biniş-i saltanat) esnasında yaşanan üzücü bir hikâyeye de yer verilmiştir. Yaz mevsimini geçirmek üzere “nakl-i hümayun” ederek Beşiktaş sahil sarayına taşınmış olan Sultan II. Mahmud’un, 28 Temmuz 1814 günü gezinti ve eğlenmek için Kağıthane’ye gidişi bahsi Hızır İlyas Ağa’nın günlüğünden sadeleştirilerek aktarılmıştır:
28 Temmuz 1814 Pazartesi günü Kağıthane’ye saltanat binişi düzenlenerek padişahın maiyetinde tertip edilen alayla birlikte karayolundan bir-iki saat içinde Kağıthane’ye ulaşıldı. Öğle namazı kılındıktan sonra bu mahalde öteden beri yapılması adet haline gelmiş eğlencelerden olan pehlivan güreşlerinin seyriyle yetinilmeyip daha eğlenceli seyirler için Padişah tarafından, bendelerden Musahib Abdi Bey’in, şakadan hoşlanır bir kimse ile derede bulunan havuz içinde güreşmesi istenmişti.
Musahib Abdi Bey telaşla, “Ömrüm boyunca suya girmedim” diye üstünü başını paralamakta iken göz ucuyla etrafa bakarak, “Yeşil çimen üzerinde güreşmemize ferman buyurulsa!” demesi kabul edilmeyip, havuzda değil çağlayanların üst tarafındaki suların içinde güreşilmesine karar verildi.
Bu sırada Hazine Koğuşu’nda görevli, gayet akıllı ve kabiliyetli bir dilsiz olan Hüseyin Dilsiz, bir-iki gün önce Avrupa’dan gelip padişahın huzurunda gösteri yapan Frenk cambazının yaptığı marifetlerden bir ikisini belleyip padişahın huzurunda yapmayı mabeyncilere işaretle anlatıp, meramını bilenler durumu padişaha bildirip müsaade buyurulmasını arz etmişlerdi.
Bu sırada Dilsiz, süratle Musahib Abdi Bey’in yanına varıp belindeki kuşağı kavrayarak sürüye sürüye ejderha resmi (heykeli) olan havuzun kenarına getirmişti. Padişahın huzurunda bulunanlar eğlenceli bir seyir görmek için toplandı. Dilsiz ve Abdi Bey havuzun içine düşünce havuzun derin olduğunu anlayan Abdi Bey feryat ve figan ederek, “Dilsiz beni su gibi boğacak!” diye yüksek sesle bağırırken, Dilsiz’in bir ayağı ejderha resminin (heykelinin) altında olan demir ızgaranın arasına girmiş ve ne kadar uğraşmış ise de ayağını kurtaramayarak suyun dibinde kalmıştı.
Dilsiz Hüseyin’in boğulmasıyla sonuçlanan hadise, grafik sanatçısı Taha Alkan tarafından minyatür tekniğiyle canlandırıldı.
Dilsiz’in son şakası
Şakacı bir kişi olan Dilsiz Hüseyin’in son şakası, Musahib Abdi Bey’i havuzda güreşe zorlamak oldu. II.Mahmud, ayağı ızgaraya sıkışıp boğulan Hüseyin’in ölümüne çok üzülmüş ve “Dilsiz beni eğlendirmek için telef oldu” demişti.
Beri tarafta Abdi Bey havuzun içinde batıp çıktıkça, onun yaygarasıyla telaşa düşüp Dilsiz’in halinden kimse haberdar olmadığından, ağalar sadece Abdi Bey’i kurtarmaya çalışmışlardı. Havuzun kenarından uzanıp alamadıkları için kiler görevlisi Köle Salih Efendi belinden şalını çıkarıp ip gibi Abdi Bey’e atmayı akıl etti ise de Abdi Bey’de akıl kalmadığından tutamayıp neredeyse boğulacağı sırada Padişah-ı alem-penahın; “Eyvah! Bunlar boğulacak!” dediğini Çavuş Şakir Ağa işitince, korkusuzca kendini tehlikeye atarak Allah’ın yardımıyla Abdi Bey’i tuttuğu gibi havuzun kenarına getirerek canını kurtarmıştı.
Öte tarafta Dilsiz’in sesi, sadası çıkmadığından biçare suyun içine gark olmuş. Bunun üzerine “Aman, Dilsiz ne şekil oldu?” diye ne kadar âdem varsa Tersane hizmetçileriyle havuz kenarına gelip içine girmeye cesaret edemeyerek “Tatlı sudur, yüzülmez!” diye dalmaya yanaşmadılar.
Padişahla birlikte bulunan üç-beş yüz ağa ve hâsodalılar, silahdarağa, kızlarağası ve sair yüzlerce bendegân havuzun etrafına toplanıp beş-on adım ilerde ejderha resminin (heykelinin) dibine varmaya kimsenin gücü yetmeyip, Kağıthane Kasrı’nın içinde bulunan Padişah efendimiz bizzat havuzun kenarına gelip “Şu biniş yerinde olan seyircilerden bir âdem yok mu suya dalacak?” deyip, ihsanda bulunmayı bile vaat etmişlerken kimse dalamayıp, en sonunda ölümü göze alan bir Tersane hizmetçisi kendini havuza atıp Dilsiz’in ayağını dolaştığı ızgaradan kurtarıp çıkarmaya çare bulduysa da canı çıkalı çok olmuş! Dilsiz’in cesedi havuzdan çıkarılıp “Belki sağdır” diye bir ağaca baş aşağı asılmışsa da artık iş işten geçmiş!
Bunun üzerine Allah ömrünü ziyade etsin Padişahımız efendimiz “Dilsiz, beni eğlendirmek için telef oldu [Dilsiz beni eğlensin diyü telef oldu]” diyerek aşırı üzüntü gösterince bütün ağalar müteessir olup mümkün olaydı Dilsiz yerine canını verirlerdi. “Kaderde olan değişmez” hükmü gereğince Padişah efendimiz münasip bir yerde defnedilmesini irade buyurup, Dilsiz’in validesine maaş tahsis olunmasını emretmişti. Bu beklenmedik kaza yüzünden müteessir olan ve huzuru kaçan Padişah daha fazla durmayıp biniş paydos oldu.
Kaynak: Hafız Hızır İlyas Ağa, Letaif-i Vekayi-i Enderuniyye; Osmanlı Sarayında Gündelik Hayat, Haz. Ali Şükrü Çoruk, Kitabevi Yay. İstanbul 2011