Kasım
sayımız çıktı

Doğa üzerinde oynadığımız tehlikeli oyunlar

İnsan, doğadaki işleyişi bozan tek canlı türü. Başka türlerin yaşam hakkına saygı duymayan, kendi “ihtiyaçları” için doğaya hükmetmeyi bir hak olarak gören insanoğlunun çevre tahribatı son dönemde ayyuka çıkmış olsa da tarihi epey eskiye dayanıyor.

Doğanın geri dönüşsüz biçimde tahrip edilmesi, insanoğlunun yabani tohumlardan gıdasını yetiştirmeyi, yani tarımı keşfetmesiyle başladı. O zamana kadar avlanıp toplanarak yaşayan, ihtiyacıyla yetinen insanın hayatına tarımla birlikte biriktirme kavramı da girmiş oluyordu. Biriktirmeye başladıktan sonra yerleşik yaşama geçen, teknoloji geliştikçe kendisini iyice doğa karşısında üstün görmeye başlayan insanoğlunun doğa tahribatı yeni enerji kaynaklarının keşfi ve sanayi devrimiyle birlikte iyice arttı.

20. yüzyıla gelindiğinde iletişimin ve ulaşımın yaygınlaşması, bir yandan insan hayatını “kolaylaştırıyor” diğer yandan tüketimi ve dolayısıyla doğa tahribatını daha önce hiç olmadığı kadar arttırıyordu. Tahribatın artmasına paralel olarak, gelişmiş ülkelerde yaşam alanlarını korumak isteyen, çevre duyarlılığına sahip insanların sayısı da arttı. Duyarlılılığın yükselmesi ve çevre kıyımının yol açacağı felaketlerin inkâr edilemez hale gelmesi, birçok devletin çevre korumayı ilke edinmesine yol açtı.

Görünüşte Türkiye’de de adında “çevre” olan bir bakanlık ve sözümona çevreyi koruduğu iddia edilen bazı yasalar var. Ancak bazıları son derece geri olan bu yasalara bile uymayan siyasi iktidarlar, özellikle 1980’li yıllardan sonra termik santrallerden AVM’lere, otoyollardan madencilik faaliyetlerine kadar, ”kalkınma” adına yaptıkları yatırımlarla doğayı katletmeyi bir hak olarak gördüler.

#tarih’in bu kapak konusunu insanın doğayı nasıl tahrip ettiğinin ve yaşam alanlarını korumak isteyenlerin mücadelesinin tarihine ayırdık.