Ağlayınca gözden çıkan yaşlar, edebiyatın, arkeolojinin, sanatın baş köşesinde birikmiş. Antik dönemden modern çağlara, Sezar’dan Fuzuli’ye, Ortaçağ’dan “Potemkin Zırhlısı” na, başımızın köşesindeki gözden dile gelen sıvı kelimeler… Erkek egemen klişeler…
Emre Ayvaz’ın yayımlamaya hazırladığı, şair Heather Christle’ın inceleme kitabı
’da rastladığı bir ‘bilgi’yi beni birinci dereceden ilgilendireceği düşüncesiyle iletmesiyle kendimi bir labirentin kapısında buldum. Birkaç gün süren geçenekten geçeneğe ilerleyişimden eli dolu döndüm.Christle’ın kitabından gelen, benim açımdan özel önem de taşıyan ‘bilgi’, daha önce adını olsun duymadığım bir fizikçi-şairin, Silas Weir Mitchell’in (1829-1914) yazdığı 114 dizelik “Ode on a Lycian Tomb” başlıklı, İstanbul Arkeoloji Müzesi’ndeki lahitten kaynaklanmış bir şiir yazmış olmasıydı! (Şiir internetten kolayca ulaşılıp indirilebiliyor).
Mitchell ve eşi, kızlarının genç yaşta ölümünün kendilerinde yarattığı travmayı atlatmak umuduyla çıktıkları yolculukta İstanbul’a da gelmişler. Şiir 1899 tarihini taşıyor. Yorumcular Mitchell’in Tennyson’un uzun şiiri “In Memoriam”ın etkisi altında kaldığı görüşünde birleşiyorlar -ki sözkonusu şiiri bir uçta Montaigne’in dostu La Boétie’nin ölümünün ardından yazdığı metne, bir başka uçta Auden’ın görkemli ağıtına bağlarım.
Mitchell’in “mermere sinmiş gözyaşı” imgesi etkileyici. Christle’ın kitabıyla ilgili The New Yorker’daki bir değerlendirme yazısından, şairin Cortazar’ın “Ağlama Talimatları”na uzandığını öğreniyorum. “Liliana’nın Gözyaşları”na da uğramış mıydı, yakında öğrenirim (Cortazar metinleri,
’inin 2. kitabı Ayak İzlerinde Adımlar’da, Can Yayınları).Birkaç yıl önce #tarih’te çıkan bir yazımda Anne Vincent-Buffault’nun, 18.-19. yüzyıla odaklı Gözyaşlarının Tarihi’nden (1986, Rivages yayını) sözetmiştim. Bir duygusallık biçiminin üstlendiği tarihsel, toplumsal, cinsel, sınıfsal “ağ”ı sorgular tarihçi; Devrim dönemindeki tezahürlerine odaklanır; peşisıra doğan ve Flaubert’de doruğuna ulaşan santimantalizmle alayın etkilediği geriçekilişine sayfalar ayırır gözyaşı dökme dürtüsünün. Aynı dönemde Amerika’da yerlilere uygulanan tehcirin yolu bugün de görülebilmekte: “Trail of Tears” (Gözyaşı Yolu), karadan ve denizden yaşanan tragedyanın haritasında kazılı güzergâhtır.
Gözyaşı-dönem ilişkisi ekseninde bir başka değerli tarihsel çalışma Sarah Rey’in kitabı: Roma’nın Gözyaşları-Antik Çağda Ağlama Erki (2017, Anamosa). “Eski Yunan usûlü” ağlama geleneğini çeşitlemiş Roma. Sezar, Büyük İskender’in heykelinin dibinde gözyaşı döküyor, onun yaşında hiçbir başarıya imza atamadığını düşünerek. Plutarkhos çok yatkın olduklarını vurguluyor Romalıların, ağlamaya. Gene de uzun sürmesine karşılar yas tutmaların. Cinsel ayrımcılık, maçoluk en bilge figürlerde bile belirgin rol oynuyor: Cicero, “bir erkek için en utanç verici durum kadın gibi ağlamaktır” diyor, ki bu yaklaşım bugün de “egemen erkek” klişeleri arasında başköşeyi tutuyor ne yazık ki.
Gözyaşı-dönem ilişkisi ekseninde bir başka değerli tarihsel çalışma Sarah Rey’in kitabı: Roma’nın Gözyaşları-Antik Çağda Ağlama Erki (2017, Anamosa). “Eski Yunan usûlü” ağlama geleneğini çeşitlemiş Roma. Sezar, Büyük İskender’in heykelinin dibinde gözyaşı döküyor, onun yaşında hiçbir başarıya imza atamadığını düşünerek. Plutarkhos çok yatkın olduklarını vurguluyor Romalıların, ağlamaya. Gene de uzun sürmesine karşılar yas tutmaların. Cinsel ayrımcılık, maçoluk en bilge figürlerde bile belirgin rol oynuyor: Cicero, “bir erkek için en utanç verici durum kadın gibi ağlamaktır” diyor, ki bu yaklaşım bugün de “egemen erkek” klişeleri arasında başköşeyi tutuyor ne yazık ki.
Öte yandan Saray Rey gerçekçi bir perspektif görüyor Romalıda: “En çabuk kuruyan sıvı gözyaşıdır”! Pathos’u çözüyor bazı durumlar, öyle ki ağlatması umulan bir “efekt” insanları güldürebiliyor.
Tomris Uyar’ın çevirisinden okuduğum William Styron’un Karanlık Gözükünce’sinde yazar, battığı depresyon kuyusuna gidişinin kaynağında, çocuk yaşta yitirdiği annesinin ardından gözyaşı dökmemiş, yasını yaşamayı yadsımış olmasının ana etmeni temsil ettiğini neden sonra algılar. Alan Pauls, Arjantinli yazar, Gözyaşlarının Tarihi romanında, Allende’nin öldüğü gün tek damla gözyaşı dökmeden acısını taşımayı seçen kahramanının ruh haritasını çizer. 2. Elizabeth de ağlama özürlüymüş -The Crown dizisinin yalancısıyım! Oysa, Ortaçağda Gözyaşı’nın yazarı Piroska Nagy, müminlerin İsa’ya sığındıkları noktayı anımsatıyor: “Talih ağlayanlardan yanadır, çünkü onlar teskin edileceklerdir”.
Osmanlı şiirinde gözyaşı, ama “eşk” ama “sirişk”, gözde imgeler arasında yeralmıştır. Fuzulî, başşiiri “Su Kasidesi”nden başlayarak, özellikle gazellerinde kullanır onu. Aşka ateşini söndürmeye gücü yetmeyen gözyaşları, kanlı geldiklerinde Allah aşkı adına göze perde indirirler. Çağdaş sanatçı Jan Fabre da ‘kan’ ile ‘gözyaşı’ arasında köprü kurar, gövdenin bütün sıvılarına kutsallık yükler.
Gözyaşı, aslında tehlikeli konudur, yazın ve sanat alanında, kitsch’e teğet bir duyarlığa taşıdığına rastlanır Hıçkırık benzeri yapıtların. Şüphesiz o tuzağa düşmemenin binbir yolu bulunabilir; sözgelimi, fotoğraf sanatçısı Rose-Lynn Fisher’in mikroskop üzerinden gerçekleştirdiği çalıştırmalarında gözyaşını madde olarak işlediği örneklerde olduğu gibi.
Pathos kavramından sözettim. Didi-Huberman’ın ne yazık ki Roland Barthes’ın ölümünden çok sonra giriştiği polemik-seminer tam da orada devreye giriyor. Sözkonusu seminer 2016’da (Minuit yayını) Gözü Yaşlı Halklar başlığıyla yayımlandı (4 Kasım 2014’de Sosyal Bilimler Yüksek Okulunda gerçekleşen seminerin bütünü izlenebiliyor sanal ortamda.) Didi-Huberman, Barthes’ın düpedüz horgördüğü, bir bakıma “sulugözlü” (bu deyiş dilimize özgüdür!) bulduğu bir film sekansı üzerinde duruyor: Ayzenştayn’ın “Potemkin Zırhlısı”nda, haksız yere öldürülmüş bir emekçinin cenazesi etrafında ağlaşan kadınlardan, önce öfkeye, sonra isyana, dolayısıyla devrime gidecek halkaları biribirine bağlayışını üstün bir estetik yaklaşım olarak değerlendiriyor. “Heyecan okuma” biçimleri yaratıcılık alanında zıt ölçülere dayanabiliyor.
Törekırıcı işlerle bitirmeli iyisi mi, yazıyı: Uydurmaca Aygıtlar ve Araçlar Müzesi (Musée de l’Affabuloscope) Toulouse’a bir saat uzaklıktaymış. İnternette bir dakika sürmüyor sitesine erişmek! Olağanüstü, insanı kırıp geçiren, “gözyaşı kurutma makinaları”nı görmeden olmaz. Gülerken gözyaşı dökmek en sağlıklısı.
Bir dönem (1981-82) gözyaşı şişeleri toplamış, konuyla ilgili yeterli kaynağa rastlamamıştım. O gün bugün köprülerin altından sular akmış: Prof. Ergun Laflı’nın çalışmaları, düzenlediği “Antik Çağda Gözyaşı Şişeleri” sergisi (2018) ve sempozyumu, İzmir ve Kayseri müzelerindeki örneklerin son yıllarda gösterdiği artış önemli adımlar.
Gözyaşı şişesinin etrafı rivayet kaynar. Gerçekten o amaçla mı kullanılmışlardır, yoksa düpedüz eski çağların parfüm şişeleri olarak mı görülmelidirler? Daha çok mürekkep akıtacak konu.
Gözyaşı kadar narin, çıtkırıldım objeler.