Aralık
sayımız çıktı

Erkek ölümdür, kadın ise hayat…

İnsanlık, bildiğimiz kadarıyla hep ataerkil toplumlarda yaşadı. Ataerkil toplum, soyun babadan ilerlediği, erkeklerin egemen olduğu bir toplumdu. Oysa yakın zamana kadar bir çocuğun sadece annesi kesin olarak bilinebiliyordu; öyle ki örneğin Yahudilik anneden geçiyor, İslâmiyet’te ölüye telkin verilirken sadece annenin adı zikrediliyordu.

Erkeklerin kadınları baskı altında tutması kaçınılmazdı. Kadının yeri evde, erkeğinki dışardaydı. Ulema ve vükelanın kadınlara bunu telkin etmek için döktüğü mürekkep, deryaları taşırırdı. Tarihçiler de geriye baktıklarında evin içini değil, dış avluyu, divan odasını, savaş alanını, parlamentoyu gördüler.

Kadınların çocuk doğurması, büyütmesi, aileyi yedirmesi, içirmesi, giydirmesi insanlık tarihi üzerinde bu kadar etkisiz miydi? Salgın hastalık, açlık, kuşatma, işgal, doğal afet gibi kriz anlarında ailelerini yaşatmaya çalışan kadınların olağanüstü çabaları önemsiz miydi? Mesela Osmanlı döneminde İstanbul kadınlarının ekmek bulunmadığı zamanlarda sokaklara dökülüp, tencere-tava vurarak yetkilileri protesto etmek gibi bir âdeti vardı veya 1945’te Amerikan-Sovyet işgali altındaki Berlin’de harabeye dönmüş sokaklarda sadece yemek arayan, iş yapan kadınlar görülüyordu (erkekler ya ölmüş ya esirdi ya da saklanıyordu).

Gerçi kadınlar hiçbir zaman tam anlamıyla evlerine kapanmamışlardı. Ulema ve vükela, kadınlara devlet işlerine karışmanın günah olduğunu sıkı sıkıya tembih etmiş, tarihçiler “Kadınlar Saltanatı”nın felaket olduğunu ilan etmişti ama resmî lafla gerçek hayat arasında bir uçurum vardı. Her ülkede bir çocuk hükümdar tahta çıktığında onun adına naipliği üstlenen kişi fiilen, bazen de hukuken annesiydi. Zira bu küçük erkeğin hayatına kastetmeyecek tek kişinin annesi olduğu herkesçe bilinirdi. Osmanlı şehzade annelerinin de asıl işi oğullarını yaşatmaktı.

Geçmişe baktığımda, iktidarın tepesinden toplumun alt tabakalarına kadar kadınların binlerce yıldır yaşatmaya, erkeklerin ise öldürmeye çalıştığını görüyor; erkekleri ölümle, kadınları hayatla bağdaştırmaktan kendimi alamıyorum. Bugün de erkeklerin egemen olduğu ancak kadınların evden çıktığı bir dönemde yaşıyoruz. Artık tarihçilere düşen, geçmişe bakarken evlerin içine de girmeye çalışmak ve kadınların da yaptığı yeni tarih(ler) yazmak.