Kasım
sayımız çıktı

Yeni savaşların eski silahı

Yaygın kullanımı 14. yüzyılda başlayan ateşli silahlar, 19. yüzyılın ortalarına kadar zahmetli araçlar olarak kaldılar. Kaval namlunun yerini yivli namluya bırakması, misket merminin konik forma bürünmesi, atış ve yükleme sistemlerinin gelişmesi tüfekleri hem daha pratik hem de etkili silahlar haline getirdi. Seri atış mekanizmasının icadıyla tüfek gerçek bir ölüm makinasına dönüştü. Silah teknolojisi bugün robot savaşçılar üzerinde çalışacak kadar gelişmiş olsa da, mertliği bir kez bozan tüfek hâlâ savaş alanlarının en acımasız katili olmaya devam ediyor.

I. Dünya Savaşı’nda bir Alman makinalı tüfek birliği, Tirlancourt’ta (Fransa) Rus ordusundan ele geçirdiği altı PM 1910 model Pulyemot Maxima’yla, 1916.

Son yüz küsur yıl içeri­sinde 200 milyondan fazla insan hemcinsle­ri tarafından öldürüldü. Tarih öncesinde ilk kurbanının ha­yatına muhtemelen taş veya sopayla son veren homo sa­piens, nihayet işi bu raddeye getirdi. Aklını, zekasını, ölüm araçlarını geliştirmek için kul­landı. Eski çağlara ait bulun­tular neredeyse her beş veya altı insandan birinin hem­cinslerinin kurba­nı olduğunu göste­riyor. Bu toplumdan topluma değişse de, çoğu kafatasların­da olan şiddet izleri buna işa­ret ediyor. Günümüzde ise her elli kişiden biri hemcinsleri tarafından doğrudan şiddetle öldürülüyor. 20. yüzyılda ya­şamış olan 10 milyar insanın yüzde 2’si bu şekilde öldü.

200 milyon küsur ölümün bir kısmı toplu imha yöntem­leriyle gerçekleştirildi. Top­lama kampları, gaz odaları, sözde çalışma kampları, kül­tür devrimleri, hava bombar­dımanı, zehirli gaz ve biyolo­jik silahlar da homo sapiens’in öldürme konusunda ne kadar yaratıcı olduğunu gösterir. Günümüzde insanların kör bıçaktan lazerli füzeye kadar çok geniş bir araç yelpazesi var. Ama, hiçbir cephaneliğin vazgeçemeyeceği tek silah, çe­şitli otomatik tüfeklerdir.

Ateşli silahlar yaygın kul­lanıma girdikleri 14. yüzyıldan 19. yüzyılın ortalarına kadar çok zahmetli araçlardı. Fitilli tüfeği ateşlemek için namlu­yu temizlemek, hazneye barut koymak, fitili yerleştirmek, kurşunu koyup çaputla sıkış­tırmak, fitili yakmak, nişan almak, sarsmadan beklemek, bu arada yağmurda, çamurda barutu hep kuru tutmak gere­kirdi. Çakmaklı tüfek işi biraz daha pratik hale getirdi ama gene de elli metreden bir ada­mı vurmanın garantisi yoktu. Bu nedenle bölükler sıkışık düzende toplu halde ateş eder, birinci saf ateş edip çekilir­ken ikinci saf tüfeği doldurur, üçüncü saf ise ateş etmek için aralarından öne geçerdi. Su­baylar ve çavuşlar bağırıp du­rur, yakın mesafeden karşılıklı ateş yiyen safları terk edenleri vururlardı. Askerin düşman­dan çok kendi çavuşundan ve hepsinin de başçavuştan kork­ması esastı. Takım subayı, elinde tabanca ve kılıçla, saf­ların eriyinceye kadar yerinde kalmasına nezaret eder, şans eseri ayakta kalanlar ya da ar­kada bekleyen takviyeler sün­gü hücumuna geçerdi. O dö­nemin büyük yuvarlak kurşun mermileri değdiği uzvu par­çalar, ölüm oranı çok yüksek olur, hayati yara almayanların bir kısmı da kan zehirlenme­sinden giderdi. Cerrahın elini yıkaması, ameliyat gereçleri­nin sterilizasyonu ancak 19.yüzyılın sonlarında yerleşme­ye başlayan bir adetti. Serum ve antibiyotikler ise ancak 20. yüzyılın ortalarında çıkacaktı. Yani, eskiden çoğu yaralanma ölümle sonuçlanırdı.

Amerikan İç Savaşı’nda Kuzey saflarında savaşan Afrika kökenli askerler, ağızdan dolma Springfield piyade tüfekleriyle.

19. yüzyılın ortalarından itibaren kaval namlunun ye­rini yivli namlu alırken, konik hale dönüşen mermi de ko­vanı ve ateşleyici kapsülüyle birlikte tek parça haline geldi. Bunu seri ateşli mekanizma­ların izlemesi kaçınılmazdı. Amerikan İç Savaşı bu alan­daki gelişmeleri hızlandır­dı. Boer Savaşı’nda ise Alman Mauser tüfekleriyle donanmış gerillalar İngilizlere kan kus­turmuştu. İngilizler de nişan­cılık eğitimine hız verdiler ve Birinci Dünya Savaşı’na 400 metreden etkili ateş açabi­len Lee-Enfield piyade tüfeği ile girdiler. Piyadeler artık si­perden o kadar kolay çıkamı­yorlar, düşmana ulaşmak için yeni taktikler bulmak zorun­da kalıyorlardı. Ancak, bu zo­runluluk subaylar tarafından anlaşılıncaya kadar milyon­larca asker iki siper arasında­ki alanda telef olacaktı. Piyade tüfeği daima savaş alanlarının temel silahı olmuştur. Ama tüfeklerin birçok varyasyonu olacaktı. Önce makinalı tüfek­ler ve keskin nişancı tüfekleri, sonra da hafif makinalılar ve hücum tüfekleri.

Fitilli tüfek

14-19. yüzyıllar arasında kullanılan fitilli tüfekler hiç de pratik silahlar olmamalarına rağmen savaşların seyrini değiştirecekti. 30 Yıl Savaşları’nda atışa hazırlanan bir asker, 17. yüzyıl gravürü.

Seri katil: Makinalı tüfek

Makina çağında akla makinalı tüfeğin gelmemesi olanaksız­dı. İlk model sayılan çok nam­lulu Gatling öncelikle sömür­ge savaşlarında yerlilere karşı kullanıldı. Avrupalılar mızrak­lı Zulu savaşçılarını bunlarla biçtiler. Bugünkü modellerin yakın atası olan Maxim ve Vi­ckers ise 20. yüzyılın başında, açıkta ilerleyen safları biçmek üzere bütün ordularda yerini almıştı. O dönemde muhare­benin son noktası, hala, süngü hücumuyla düşmanı bozmak ve imha etmek şeklinde düşü­nülüyordu. Bu konuda Fran­sız muharebe doktrini en tipik örnektir.

Fransızların “sonuna kadar hücum” şeklinde bir yaklaşımı vardı. Buna göre 75’lik hafif toplarıyla düşmanı baskı altı­na alacak, ordunun şerefi sa­yılan kırmızı pantolon ve mavi ceketli piyadeleri süngü hücu­mu ile düşman siperlerine gi­recekti. Birinci Dünya Savaşı öncesinde herkes gibi gri-yeşil üniforma giymeleri önerilince bir generalleri “Asla!, kırmızı pantolon… bu Fransa’nın şe­refidir” diye tepki göstermişti. Fransız sahra talimatı düşman etkili ateşe başlayıncaya kadar geçecek 20 saniye içerisin­de askerlerin 50 metre ilerle­yebileceklerini yazıyordu; ne var ki 1914’te savaş başlayın­ca Almanlar 8 saniye içerisin­de makinalı tüfeklerini kurup kırmızı pantolonlu sıraları biçtiler. 12.500 adet Maxim makinalı tüfeğini birliklerine dağıtmışlardı. Sınır savaşları­nın ilk dört gününde Fransız ordusu 140.000 kayıp verdi. İlk iki ayın sonunda bu rakam bir milyona yaklaşacak, ertesi yıl sadece Fransızlar 1,3 mil­yon kayıp daha vereceklerdi. Ancak diğer orduların kayıpla­rı da buna yakın olacaktı.

Yeni mekanizma

Fransız subayı Jean Etienne Minie tarafından 1847 yılında geliştirilen Minie mermisi kundak tarafından doldurmayı pratik hale getirdi. Bu sayede yeni doldurma ve ateşleme mekanizmaları geliştirildi, seri ateşli tüfeklerin yolu açıldı.1849’da Fransızlar Minie tüfeğini, 1853’de İngilizler Enfield’i, 1861’de Amerikalılar Springfield’i ürettiler.

En eski makinalı tüfekler ağır, taşıması ve mevzilenmesi zor olan silahlardı. İlk kulla­nışlı alet 1884 yılında Hiram Maxim tarafından yapılmış olup, bunun Birinci Dünya Sa­vaşı’nda Almanlar tarafından imal edilen MG08 modeli 69 kilo geliyordu. 38.5 kiloluk üç ayağın üzerine oturtulan 26.5 kiloluk silahın soğutma haz­nesine de 4 kilo su dolduru­luyordu. Bu hantal aletin dört kişilik mürettebatı vardı ve 250 atımlık cephane kutuları da on kilo ağırlığındaydı. An­cak o kadar yoğun bir ateş gü­cü sağlıyordu ki, vazgeçilme­si mümkün değildi ve sayıları giderek arttı. 1912 yılında bir Amerikan piyade alayında sa­dece dört ağır makinalı tüfek varken, 1919’da bu sayı 336’ya çıkmıştı. Zaman içerisinde da­ha hafif modelleri yapıldı. Ör­neğin bir Amerikan tasarımı olup İngiltere’de imal edilen Lewis sadece 13 kilo ağırlığın­daydı. Bunlar 1914’ten, Kore Savaşı’nın sonuna kadar kulla­nıldı. İngilizler ayrıca 23 kilo ağırlığında olan su soğutmalı Vickers ağır makinalı tüfeğini de kullandılar ki, bunun mü­rettebatı üç kişiydi. Tabii, bel­ki de bütün makinalı tüfekle­rin en iyisi sayılabilecek olan 12.7 mm’lik Browning’in ilk modeli M2 de bu dönemde or­taya çıkmıştır. Ancak Alman MG42’nin bu silahların kralı olduğunu savunanlar da az de­ğildir.

Boer savaşçıları Mauser piyade tüfekleriyle Birleşik Krallık ordularına kan kusturdular.
Ağırlığı 23 kilo I. Dünya Savaşı’ndaki Somme Muharebesi sırasında, Ovillers yakınlarındaki siperde bir Vickers makinalı tüfek yuvası ve yüzlerine gaz maskesi takmış İngiliz mürettebatı, Temmuz 1916.

İlk makinalı tüfeğin mucidi Richard J. Gatling, bir prototipiyle, 1893.

Hitler’in testeresi ve efsanevi Browning

İkinci Dünya Savaşı’nda Hit­ler’in testeresi olarak anılan MG42, daha hafif olan MG34’ün hemen arkasından birliklere dağıtılmıştı. İki ve üç ayaklı versiyonları var­dı. Üç ayaklı versiyonu, ideal durumda yedek namlular ve cephane taşıyıcılar ile birlikte altı kişilik bir tim tarafından kullanılırdı. Dakikada 1.800 atımlık hız ile namlu çok ça­buk ısınır ve çok sık değiştiril­mesi gerekirdi. Sesi düşman saflarında şok yaratırdı. Ancak tek atım yapamaz, tetiğe do­kununca şeridi hemen yer, bi­tirirdi. Bu silah halen bazı or­dularda kullanılmaktadır. Ne var ki, bu satırların yazarına göre makinalı tüfeklerin kralı 12.7’lik Browning’dir. Birin­ci Dünya Savaşı’nın sonunda tasarlanmış olan bu silah, ara­dan neredeyse bir asır geçmiş olmasına rağmen hala imal edilmekte ve yaygın kullanıl­maktadır. Sadece piyade des­tek silahı olarak değil, uçak­larda, helikopterlerde, her cins zırhlı ve zırhsız kara araçla­rında ve her boy teknede ana silah veya yakın savunma si­lahı olarak yer almaktadır. Ayrıca tek atım yapabilmek­te, teleskop ile keskin nişancı silahı olarak kullanılmaktadır. Keskin nişancı silahı olarak 2.250 metreden tescilli vuru­şu vardır.

Hitler’in testeresi’ yemek molasında II. Dünya Savaşı’nda bir Alman askeri, dakikada 1800 mermilik seri atış özelliğiyle önüne çıkanı biçtiği için “Hitler’in testeresi” olarak anılan MG42’nin iki ayaklı versiyonunu yanına bırakmış, karnını doyuruyor, 1942.

Bunların yanı sıra daha hafif makinalı tüfekler de çok yaygın kullanılmıştır. Bun­lar içerisinde Browning’in 0.30’luk (M1919) modeli yak­laşık 5 milyon adet imal edil­miş olup, bizde de 7.62’lik modeli ­askerliği biraz eskimiş olan herkesin hatırındadır. Keza bir dönem İngilizlerin Çek’lerden uyarladığı Bren ve Amerikalıların BAR (Brow­ning Automatic Rifle) da son derece yaygın otomatik silah­lardı. 20 mermilik şarjörü olan BAR 1918’den 1970’lere kadar kullanılmış olup, İkinci Dün­ya Savaşı’nda her mangada bir veya iki tane bulunurdu. Viet­nam Savaşı sırasında Ameri­kalılar M60’ı çok yaygın kulla­nıma soktular ama sonra bunu daha güvenilir olan MG240 ile değiştirdiler. Hafif maki­nalı tüfekler genellikle 7.62 ve­ya buna yakın çapta mermiler kullanmakla birlikte, 5.56’lık daha hafif silahlar da Viet­nam’dan beri yaygınlaşmıştır. Bunların en tanınmış modeli Minimi’dir. Avantajı daha çok mermi taşınabilmesidir ama etkisi düşük olduğu için 7.62 kadar yaygın değildir. Bun­lar yüzlerce model arasından öne çıkan modellerdir. Bizim ordumuzda standart manga otomatik silahı MG3 makinalı tüfeğidir. Ancak başka silahlar da kullanılmaktadır ki bunlar arasında teröristlerin de kul­landığı Bixi ve Doçka silahla­rı vardır.

Keskin nişancılar

Düşman savaşçılarını çok uzak mesafeden beklemedik­leri bir anda vurmak çok arzu edilen bir durum olup, karşı tarafın faaliyetini büyük öl­çüde kısıtlamakta ve keskin nişancılar, savaşlarda giderek daha fazla kayba neden olmak­tadır. Elbette, zırhsız araç­lar ve diğer kıymetli hedeflere karşı da kullanılırlar. İlk özel keskin nişancı tüfeği İngiliz Whitworth olup, yapımcısı­nın adıyla anılmıştır. Dürbün­lü nişangah Kırım Savaşı sı­rasında denenmiş ve ABD İç Savaşı’nda başarıyla kullanıl­mıştır. Ancak keskin nişan­cılık mesleği, esas olarak Bi­rinci Dünya Savaşı sırasında yaygınlaşmıştır. Siperlerden kafasını kaldıramayanlar, düş­mana zayiat verdirmek için bu alana önem verdiler. Bilme­yenler için, bu son derece zor bir iştir. Kamuflaj içerisinde santim santim elverişli bir atış pozisyonuna sürünmek, saat­lerce, bazen günlerce kımıl­damadan beklemek, gözlemek ve atış yaptıktan sonra gene saatlerce sürünüp dönmek. Bi­rinci Dünya Savaşı’nda Kana­dalı Kızılderili nişancı Francis Pegahmagabau’nun 378 onaylı vuruşu vardır.

Bu görsel boş bir alt niteliğe sahip; dosya adı image-258-1024x859.png
Beş milyon üretildi 30 kalibrelik Browning M1919 daha çok II. Dünya, Kore ve Vietnam savaşlarında kullanıldı. 7.62’lik versiyonu Nato ordularınca hâlâ kullanılıyor. Amerikan askerleri M1919 Browning’leriyle Aachen’da Nazilere karşı sokak savaşında, Ekim 1944.

Lakabı keskin nişancı tüfeğine isim oldu

Şapkasına beyaz bir kuş tüyü taktığı için Vietnamlılarca Beyaz Tüy lakabıyla anılan Amerikan deniz piyadesi Carlos Hathcock ironik “Vietnam Avcılık Kulübü” panosu önünde (soldaki). Vietnam’da 93’ü tescilli 300’den fazla ölümcül vuruş yaparak efsane olan Hathcock, savaştan sonra lakabı bir M25 keskin nişancı tüfeğine isim olarak verilerek onurlandırıldı.

Keskin nişancıların ideal olarak 400-800 metre ara­sında atış yaptıkları ifade edilir. Daha uzak mesafeler­de de atışlar vardır. Dürbün­lü 12.7’lik ile en uzak mesafeli ölüm vuruşu 2.250 metreden yapılmıştır. Özel keskin nişan­cı tüfekleri ile 1250 metrenin ötesindeki atışlar arasında vu­ruşu teyit edilmiş en uzak me­safeli olanlar, Afganistan’da İngiliz Onbaşı Craig Harrison tarafından 2.475 metreden ya­pılmıştır. Mesafesi daha sonra helikopterden lazerle ölçülüp onaylanan bu atışlarla iki Ta­liban makinalı tüfekçisi vurul­muştur. Bunu Kanadalı keskin nişancı timinden Rob Fur­long’un 2.430 ve Aaron Per­ry’nin 2.310 metrelik atışları izlemektedir. Bu listedeki atış­ların çoğu Afganistan ve Irak savaşlarına aittir. Vietnam, Kongo ve 19. yüzyıl Amerikan savaşlarına ait çok uzun vu­ruşlar da vardır. Ancak, 1250 metreden uzak vuruşlar çok az sayıdadır. Bu mesafeye atış yapan nişancının havadaki nemi, rüzgarı ve hatta dünya­nın dönüşünden kaynaklanan Cariolis etkisini hesaplama­sı gerekir. Bir nişancı, şiddetli rüzgarda 10 metrenin üzerin­de bir sapma hesaplayarak çok uzak vuruş yapmıştır. Gene de nişancıların 1000 metrenin üzerine çalıştıkları çok nadir­dir. Keskin nişancı olarak en yüksek skora sahip kişi olan Finli Simo Hayka’nın İkin­ci Dünya Savaşı’nda 500’denfazla öldürücü vuruşu olmuştur. Bu savaşta Rus kadın nişancı Lyudmila Pavliçenko ise 309 Almanı saf dışı etmiştir. Günümüzde Rusların en tanınmış keskin nişancı silahı Kanas’tır. Türkiye’de aralarında Rus yapımı Dragonov’un bulunduğu birçok başka keskin nişancı tüfeğinin yanı sıra, MKE tasarımı ve üretimi JNG-90’ı kullanılmaktadır.

Bayan ölüm II. Dünya Savaşı’nda Kızıl Ordu saflarında savaşan 2.000 kadın keskin nişancıdan biri olan Lyudmila Pavliçenko, savaş boyunca 36’sı keskin nişancı olmak üzere 309 Alman askerini öldürdü. Hikayesi “Sivastopol Muharebesi” ve “Yokedilemez” filmlerine konu olan tarihin en başarılı kadın keskin nişancısı Pavliçenko, Tokarev SVT-40 yarı otomatik dürbünlü tüfeğiyle.

Hücum tüfekleri ve hafif makinalılar

Bunlar piyadenin ateş gücünü artırmak için giderek tek atışlı veya M1 gibi yarı otomatik piyade tüfeklerinin yerini almıştır. Tek, gruplu veya seri atış yapabilen, şarjörlü silahlardır. İlk hücum tüfeklerinin Almanlar tarafından 1944 yılında kullanıma alınan Stg 44 olduğu ifade edilmiştir. Tüm dünyada gerilla silahı olarak bilinen AK-47 Kalaşnikof ve M-16 da bu kategoriye girer. Günümüzde bunlar, keskin nişancı tüfekleri hariç, standart piyade silahı olmuştur. Hafif makinalılar ise yakın mesafeden ateş gücünü artırmak için Birinci ve İkinci Dünya Savaşlarında yaygın şekilde kullanılmıştır. Bunlar arasında en çok bilineni, Amerikalıların gene Birinci Dünya Savaşı sonunda geliştirmiş olduğu Thompson makinalı tabancadır. Genelde 30’luk düz veya 50 ya da 100 mermilik tamburalı şarjör ile kullanılan bu silaha, iki savaş arasındaki dönemde gangsterler tarafından kullanıldığı için “Şikago daktilosu” denilmiştir. 1938’den itibaren yapılan ordu versiyonları milyonlarca üretilmişti. Alman MP40, İngiliz Sten, İsrail yapısı Uzi ve MP5’de yüzlerce model arasında öne çıkanlardır. İngilizler Sten’i ucuz bir model olarak yapmışlar ve İkinci Dünya Savaşı sırasında Avrupalı direnişçilere çok sayıda atmışlardı. Ancak bu, yakın mesafeden etkili olan bir silahtı. Savaştan sonra çeşitli ülkelerin polis kuvvetleri tarafından kullanılmıştır.

Bay Kalashnikov ve şaheseri(!) Mikhail Kalashnikov, üretimine 1949’da başlanan efsanevi saldırı tüfeği AK-47 ile poz veriyor. Meşhur silah, ismini kazandığı tasarım yarışmasının düzenlendiği yıl olan 1947’den alıyor.
Nerede savaş, orada keleş Etiyopya Ulusal Savunma Kuvvetlerinden üstteğmen Ayella Gissa, bir eğitim tatbikatında AK-47’yle temsili düşmana nişan alıyor, 27 Aralık 2006.

Diğer silahlar ve havadan gelen ölüm

Büyük birliklerin ağır silahlarla muharebesinin sonunda iş bir noktada gene tarafların küçük birliklerle yaptıkları bire bir çatışmalara gelir. Büyük savaşlarda askerlerin çoğu, daha düşmanı hiç görmeden, aniden tepelerine inen topçu ateşiyle telef olmuşlardır. Topçu ateşinin doruk noktası Birinci Dünya Savaşı’dır. Daha sonraları buna uçakların yakın hava desteği de katılmış­tır. 20. yüzyılın büyük savaşla­rında top ateşi ve uçak hücu­munu atlatan askerleri havan ve ağır makinalı tüfekler, kes­kin nişancılar, alev makinala­rı, bomba atarlar, el bombaları, mayınlar ve yakın mesafe ro­ketleri beklerdi. Tüm bunların yanı sıra, tüfek ve hafif otoma­tik silahlarla yakın muhare­be yapılırdı. Kayda geçen son süngü muharebesi, 1950’lerin başında Kore’de yapılmıştır. Vietnam’da helikopterler çok yaygın bir şekilde kullanılmaya başlandı. ABD ordusu bu uzun savaşta 7.000’e yakın uçak ve helikopter kaybetti. Afganis­tan ve Irak savaşları sırasında ve sonrasında İnsansız Hava Araçları (İHA’lar ya da dron­lar) yaygınlaştı. Bunlar ilk baş­ta sadece keşif ve hedef belirle­mek için kullanılıyordu. Hatta, bazen bunlar hedefi lazer ile işaretliyor ve buraya çok uzak­tan güdümlü füze atılarak he­def vuruluyordu. Daha sonra­ları İHA’lara silah yüklenmeye başlandı. Bunlar 24 saat hedef bölgesi üzerinde kalabilmek­te, gece ve gündüz belirlenen hedefleri ateş altına alabilmek­tedir. Bunun, çok garip bir dizi ahlaki sorun yarattığı aşikardır. ABD’de işe geldiği üste masa­sına oturarak on bin kilometre uzakta bir dronu uydu aracılı­ğıyla yöneten pilotun, ekran­da birer nokta olarak gördü­ğü hedefleri düğmeye basarak öldürdükten sonra eve yemeğe gitmesi, öğleden sonra tekrar öldürmeye devam etmesi en azından gariptir, ama günümüz savaşlarının çirkin bir özelli­ğidir. Çoğu asker, hedefi doğ­ru dürüst tanımlamadan, hiç görmeden, ekran üzerinden ta­nımlaması olanaksız hedefleri imha etmektedir. Nitekim, ba­zen dost kuvvetleri, bazen dü­ğüne giden insanları, çoğu hal­de alakasız sivilleri öldürdük­leri anlaşılmaktadır.

Kod adı Biksi 1961’de hizmete giren ve başka bir Mikhail Kalashnikov tasarımı olan PK’ların üretimi bugün hem Rusya’da hem de birçok başka ülkede sürüyor. Ayak üzerine monte edilen ağır modeli PKS’in İngilizce okunuşunun (Pi-key-es) yanlış telaffuzuyla silah Ortadoğu’da Biksi adıyla tanınıyor. Musul yakınlarındaki bir rafineride, göğsünde AK- 47’si, elinde Biksi’si nöbet tutan bir Peşmerge, 22 Haziran 2014.

Dushka’dan Doçka’ya

Sovyetler’de 1938’de üretilmeye başlanan ve resmi adı DShK (Dushka) olan ağır makinalı Doçka’lar Rusya’da halen üretilmeye devam ediyor, günümüz Ortadoğu savaşlarının gözde silahları arasında yer alıyor. Sovyet-Afganistan savaşında Cemiyet-i İslami mücahitleri bir Doçka’yla techiz edilmiş mevzilerinde Sultan Vadisi’ni gözlüyor,1987..

Sınırlarımız ve yeni savaş

Çok uzun zamandır ilan edil­memiş savaşlar yaşıyoruz. Sı­nırlarımızda ve çevre ülke­lerde her an düzinelerce İHA uçuyor, keskin nişancılar he­def arıyor, bombalar patlıyor. Gözlem, tespit, hedefleme, tevcih ve imha yapan teknolo­jiler için aralıksız yatırım ve araştırma yapılıyor. Gecenin karanlığı, sızma yapan zayıf güçlerin dostu olmaktan çıkı­yor. Keza dağlar ve ormanlar da artık uzaktan yapılan sü­rekli gözlem nedeniyle güvenli birer sığınak ve çekilme alanı sayılamaz. Tespit edilen he­defler 200 kilometre uzaktan nokta atışıyla vurulabiliyor.

TSK’nın standart tüfeği Türk Silahlı Kuvvetleri’nin standart piyade tüfeği G3’lerle silahlanmış TSK komandoları bir operasyon sırasında.

Bu yeni savaşta, zayıf olan taraf 24 saat sürekli gözlem altında, her türlü hareketi kı­sıtlanmış olarak yaşıyor, nadi­ren yapılan telsiz haberleşme­si dışında elektronik ortamdan uzak duruyor, telefon veya bil­gisayar kullanmıyor. Sığınaklar bile artık yerin 6 metre derini­ne inip orada patlayan bomba­lar nedeniyle emniyetsiz. Biraz bu nedenlerle, biraz da nüfus kayması nedeniyle kent savaşları giderek öne çı­kıyor, ancak bunun teknoloji­leri ve yöntemleri de geliştirili­yor. Yüz elli yıl içerisinde kaval namlu tüfekten uzay ve İHA teknolojisine geçildi. Birçok te­rörist uzaydaki keşif uydusuyla tespit edilip uzaktan bomba­lanıyor. Bundan sonra sırada robotlar var. Onlarla savaşmak gerçekten çok daha zor olacak. Buna rağmen her çeşit tüfek ve makinalı tüfekler savaş alanla­rının vazgeçilmez silahları ol­maya devam ediyor.

Milli keskin nişancı Jandarma Genel Komutanlığı ve MKEK’nın ortak çalışmasıyla üretilerek TSK envanterine giren 7.62’lik keskin nişancı tüfeği Bora 12’nin (JNG-90) etkili menzili 1200 metre

BEYAZ PERDENİN EN KESKİN NİŞANCILARI

12’den vuran film: Kapıdaki Düşman

2001 yılında çekilen “The Enemy at the Gates” (Kapı­daki Düşman) isimli filmde oyun­cu Jude Law Rus keskin nişancı Vasili Zaytsev’i canlandırmıştı. Stalingrad Muharebeleri sırasın­da meydana gelen bir olaydan esinlenen filimde, Ed Harris, Zaytsev’i öldürmeye gönderilen Alman keskin nişancı subay Erwin König’i oynuyordu. Bob Hoskins ise Stalingrad’ı savunan Soyyet komiseri Kruşçev rolün­deydi. Gerçekte Berlin Keskin Nişancı okulu komutanı olan König adında bir kişi yoktu ama film iki keskin nişancı arasındaki düello üzerine kurulmuştu. Hi­kayenin bu kısmı hayali idi ama daha önemlisi, filmin o savaşın atmosferini başarıyla yansıt­masıydı. Ancak, birçok keskin nişancının buna çok benzeyen sıkıntı ve tehlike içerisinde görev yaptığı bilinir. Bir bölgede faaliyet gösteren keskin nişan­cılar ortaya çıktığında, karşı tarafın da onları avlamak üzere en iyi nişancılarını getirdiğine dair gerçek olaylar vardır.

“Kapıdaki Düşman” filminin orijinal afişi.