İsmi, cismi ve tarihiyle askerî bir kuruluş olan GATA (Gülhane Askeri Tıp Akademisi), 15 Temmuz’dan sonra Sağlık Bakanlığı’na devredildi, adı da Haydarpaşa Sultan Abdülhamid Eğitim ve Araştırma Hastanesi olarak değiştirildi. Bu da yetmedi, hastaneyi II. Abdülhamid’in kurduğu iddia edildi! Hastane, II. Mahmud zamanında, 1832’de faaliyete geçmişti.
Osmanlılarda çağdaş tıp eğitimine dair ilk girişimler 19. yüzyıl başında (1804) Hekimbaşı Mustafa Behçet Efendi’nin gayretleriyle başladı. Ancak asıl önemli başlangıç 1831’dedir. II. Mahmud, Topkapı Sarayı Gülhane Bahçesindeki Otlukçu Kışlasında üç koğuşu yeni ordunun (Asakir-i Mansure) gereksinimi olan hastanenin kuruluşuna tahsis etti. Gülhane Cerrahhane-i Mamuresi adıyla 1832’de açılan bu ilk askerî hastane, günümüzde GATA denen ve İstanbul ve Ankara’dan başka ordu merkezlerinde de tıp akademileri bulunan, sürekli gelişme gösteren, Türk tıp tarihinin en büyük ve modern donanımlı kurumunun başlangıcıdır ve yaklaşık iki asırlık (185 yıllık) bir mazisi vardır.
Selçuklulardan Osmanlıların son zamanlarına kadar çeşitli adlarla birçok sağlık kurumları varoldu; Darüşşifa, Dar-üt Tıb ve Bimarhane gibi… İstanbul’da darüşşifa adını alan beş müessese Fatih, Süleymaniye, At Meydanı, Haseki ve Üsküdar’da bulunuyordu. Bu kurumlar aynı zamanda pratik ve tecrübeye dayanan okullardı ve Osmanlıların yükselme devrine kadar ayrıca bir tıp okulu bulunmuyordu.
Bu devirlerde medrese usulü eğitim ve öğrenim gören herkes hem din, hem hukuk yani fıkıh, hem de edebiyat, felsefe ve tıp bilginiydi ve medrese tahsilini bitirdikten sonra sağlık kurumlarında tecrübe ve tatbikat görmekle tabip olunuyordu. Tıp ilmini ayrı bir meslek medresesinde okutmak amacıyla kurulan Fatih ve Süleymaniye tıp medreseleri ise zamanın acımasızlığı içinde ana karakterlerini tümüyle kaybetmişlerdi.
19. yüzyıla gelindiğinde, Batı dünyasında tıp mesleği artık bilimsel temeller üzerinde yükseliyordu ve aradaki mesafeyi kapatmak giderek zorlaşıyordu. Diğer bir hakikat, memleketin sağlık problemlerini yeni baştan ele almak gerektiğiydi. Bu anlamda ilk hareket 1804’te Hekimbaşı Mustafa Behçet Efendi’nin gayretleriyle başladı.
Batı’dan modern tıbbı öğrenmek yabancı dil bilmeye bağlıydı ve yabancı dil bilenler aynı zamanda dış siyaseti de yürüten Rumlardı. Rumlar 1804’te Kuruçeşme’de dil, edebiyat, matematik öğreten bir üniversite açmış; yanında bir hastane ve darülaceze de yapmış ve daha sonra da okula ayrı bir tıp bölümü açılması için devletten izin almışlardı. III. Selim (1789-1807) döneminde Avrupa tıbbının İstanbul’a getirilmesi çalışmaları başladığında ilk deneme- uygulama 1805’te Kuruçeşme’de açılan (özel) Rum Tıb Mektebi oldu. Bu okula “Rum Talimgahı” da denmişti. Öğrencileri ve eğitim dili Rumca olan ve 1812’de Rus isyanında kapatılan bu okulun mezun verip vermediği dahi bilinmiyor.
Mustafa Behçet Efendi’nin amacı, ilk fırsatta Müslüman Türkler için ayrı bir tıbhane açmaktı. Ocak 1807’de III. Selim in saltanatının son günlerinde çıkarılan bir nizamname ile Kasımpaşa tersanesi içinde bir tıp mektebi kuruldu. Mayıs 1807 de Kabakçı İsyanı ile son bulan bu mektep, yine Hekimbaşı Behçet Efendi’nin çabalarıyla yeni bir binada ikinci kez 14 Mart 1827 de açılacaktı.İlkel vasıfları ile mevcut tıp medreseleri ve hastaneler yurdun hekim ihtiyacını bir derece karşılıyordu. Ancak Sultan II. Mahmud (1808-1839) devrinde ve özellikle yeniçeriliğin kaldırılmasından sonra kurulan yeni ordunun (Asakiri Mansure-i Muhammediyye) sağlığını hekimlerin bilgisiz ellerinden koruma amacıyla, Mustafa Behçet Efendi’nin üçüncü hekimbaşılığı zamanında yeni bir tıbbiyenin kurulması tavsiye edildi:
“Ordu askerlerinin hasta ve yaralıları barışta ve savaşta hekimlik kurallarına göre bakılıp tımar ve tedavi edilmeleri gerekli bulunduğu açık ve seçik ise de İstanbul’da bulunan İslâm hekimlerin birçoğu eski usulde hekimlik yapmakta, yeni tıp metodlarından habersiz bulunmaktadır. Doktor denebilmeleri için eski ve yeni usulleri bilerek baktığı hastalara bu bilgilerini uygulaması zorunluğu vardır. İstanbul’da bu ilkelere uymak üzere bağımsız bir tıbbiye okulu açmak ve bilgili hocalar tarafından yetiştirilecek elemanlarla ordu erlerinin bakımına memur Hıristiyan hekimlerin yerine birkaç yıl içinde Müslüman gençler getirmek mümkün olacaktır”.
Sonuçta, yeniçerilerin yok edilerek yerine Asakiri Mansure-i Muhammediyye adıyla yeni bir ordu kurulması üzerine onlardan kalan Şehzadebaşı’nda acemi oğlanlar kışlası yanındaki Tulumbacıbaşı konağı denilen binada, alelacele iki mektep açılmasına karar verildi: Askeri Katipler Mektebi ve Tıbhane.
Tıbhane II. Mahmud’un hekimbaşısı Mustafa Behçet Efendi’nin gösterdiği lüzum ve verdiği takrirler üzerine 1827’da açılmıştır. Yalnız İslâm gençlerinden tabip ve cerrah yetiştirilmek üzere tıbhane ile cerrahhanenin birlikte açıldığını öğreniyoruz. Böylelikle Asakiri Mansure-i Muhammediyye ordusuna Müslüman hekim ve cerrah yetiştirilecektir. 14 Mart 1827 tarihine rastlayan Çarşamba günü açılan Tıbhane’ye Hekimbaşı Mustafa Behçet Efendi hem nazır hem muallim olur. Tıphane-i Amire ve Cerrahhane-i Mamure denen bu okulun süresi 4 yıl olarak belirlenir. Mekteb-i Tıbbiye’de öğretim Fransızca, cerrahhanede ise Türkçe yapılıyordu.
Ancak asıl önemli başlangıç 1831’de gerçekleşir. II. Mahmud, atalarının sarayı Topkapı’da Alay Meydanındaki (Enderun) hastane yerine, bu avludan, çizme kapısından inilen Gülhane Bahçesinde bulunan Otlukçu Kışlasındaki üç koğuşu yeni ordunun gereksinimi olan hastanenin kuruluşuna tahsis eder (Topkapı Gülhanesi, bugünkü Gülhane Parkı değildir. Saray bahçelerinin Marmara Denizi’ne bakan doğu tarafında, Sarayburnu cihetindedir. 1839’daki Tanzimat Fermanı da bu bahçenin yamacındaki Gülhane Kasrı önünde okunmuştu). Gülhane Cerrahhane-i Mamuresi adıyla ilk askerî hastane burada açılır (9 Ocak 1832). Çok yakın bir zaman öncesine kadar GATA adıyla anılan, İstanbul ve Ankara’dan başka ordu merkezlerinde de tıp akademileri bulunan, Türk tıp tarihinin en büyük ve modern donanımlı kurumunun başlangıcı bu tarihî saray hastanesine dayanır.
1836’da, önceki tıp mektebi ile bu ikincisi, yine Gülhane Otlukçu Kışlasında Gülhane Mekteb-i Tıbbiyesi ve Cerrahhane-i Mamuresi adıyla birleştirilir. 1838’de Viyana Tıp Okulundan getirtilen ilk Avrupalı operatör doktor Bernard, Gülhane’nin baş hocası (muallim-i evvel) yapılır. Fransızca tıp dersleri verilmeye başlanır. İşte, Mekteb-i Tıbbiye’nin asıl Batılılaşması böylece başlar.
Tıbhanenin açılmasındaki gaye, orduya lüzumu olan Müslüman tabipleri yetiştirmek olduğu için, başlangıçta Müslüman olmayanlar mektebe alınmaz iken, 1839 Tanzimat Fermanı’nın ilanıyla tebaa arasında eşitlik esası kabul edilince, gayri Müslümlerden de tabip yetişmesine müsaade edilmiş ve Hıristiyan gençleri de Mekteb-i Tıbbiye’ye girmeye başlamışlardı.
1839’da Galatasaray’a taşınan mektepi “Mekteb-i Tıbbiye-i Adliye-i Şahane” adını almıştı. Sultan II. Mahmud öğrencilere hitaben yaptığı açılış konuşmasında, tıp öğreniminin Avrupa’da geliştiğini, bu nedenle zorunlu Fransızca eğitim yapılacağını, fakat zaman içinde tedricen Türkçeye geçileceğini ifade etmişti. Esas amaç, tıbbın Türkçe olarak memleketin her tarafına yayılmasıydı. 1827’de açılan Mekteb-i Tıbbiye ilk mahsulünü ancak 14 sene sonra 1840’ta verecekti. Gülhane, bahri (deniz) ve berri (kara) mühendishanelerinden sonra Türkiye’de (İstanbul’da) açılan 3. modern okul oldu. 1854’te Gülhane Tıp Mektebine hazırlık sınıfları ve yardımcı eleman kaynağı olmak üzere Tıbbiye İdadisi de yine Gülhane’de açıldı. Sonraki gelişmeler ve özellikle operatörlük ihtisası için öngörülen “ameliyathane” bölümünün 1896’da açılması da buradadır. 1896’da tıbbiye tedrisatını yenilemek için Almanya’dan uzmanlar getirilmiş ve bu tarihten sonra Gülhane Tatbikat Mektebi de denilmiş; tıp eğitimi alan gençlerin Tatbikat Mektebinde de iki yıl operatörlük / cerrahlık eğitimi alarak askerî doktorluklara atanmaları sağlanmıştı (1896).
II. ABDÜLHAMİD DEVRİNDEKİ HADİSE
Tıp Fakültesi neden ve nasıl Haydarpaşa’ya naklolundu?
Müderris Dr. Ziya Nuri Birgi’nin (1872-1936) tıp tarihine geçen aktarımına göre, Gülhane’deki tıp fakültesinin II. Abdülhamid döneminde Haydarpaşa’ya taşınması şu şekilde gelişmiştir:
Sultan Hamid’e birgün biri bir jurnal verir ve burada “Bütün fesad tıbbiyelilerden çıkıyor. Bunların İstanbul tarafında bulunmaları mahzurdan sâlim değildir. Bunları uzak bir yerlere gönderelim” denmektedir. Bir zamanlar mektebin Sivas gibi bir yere nakli bahis konusu olur. Fakat buna sarayda nüfuzlu doktorlar engel olur. Nihayet, İstanbul’un Anadolu yakasına bir bina yapıp nakledelim derler.
Binaya başlanır ve biter. Bu sefer biri başka bir jurnal verir. O da “her ne kadar Mektebi Tıbbiyer Haydarpaşaya nakolunacaksa da İngiliz Mezarlığı’na (Bugün de aynı yerde bulunan CWGC’ye bağlı Haidar Pasha Cemetery) yakın olması dolayısıyla mahzurdan salim değildir. Zira orası İngiliz toprağı sayılır. Talebe bir fenalık yapıp da oraya kaçacak olurlarsa tutamayız. Oradan serbestçe vapura binerek Avrupa’ya kaçarlar” denince vehimli Sultan Hamid korkar.
Bir müddet Askerî Tıbbiye’nin yine eskisi gibi Sarayburnu’nda Demirkapı’da kalmasına karar verirler. Zira o zaman tıbbiyelilerin bir kısmı Avrupaya kaçarak orada neşriyatta bulunmakta idiler. Haydarpaşa’da tıp fakültesinin projelerinin ihzarında ve inşaında nezarette bulunan Gülhane Tatbikat Hastanesi kurucusu ve Profesörü Dr. Rieder Paşa, kendi sınıf arkadaşı olan Alman sefiri Baron Marschalle ile Sultan Hamid nezdinde teşebbüse geçer ve mektebin Haydarpaşa’ya nakline karar verilir. Sultan Hamid de kendi zamanının eseri olan bu binanın kendi zamanında açılması arzusuna mukavemet edemez. Bu suretle mektep, Haydarpaşa’ya taşınır.