İstanbul’un 5 yıl süren işgal dönemi 2 Ekim 1923’te bitmiş, Mustafa Kemal Paşa’nın “Geldikleri gibi giderler” dediği işgal kuvvetlerinin tahliye süreci tamamlanmıştı. Şehrin kurtuluşu töreni 6 Ekim 1923’te halkın geniş katılımıyla düzenlenmiş, İstanbullular geçit resmi için şehre gelen Türk askerini büyük coşkuyla bağrına basmıştı.
Osmanlı Devleti’nin 1. Dünya Savaşı mücadelesi 30 Ekim 1918’de imzalanan Mondros Mütarekesi ile sona ermişti. Mütareke, karşılıklı müzakere edilip kararlaştırılan bir mutabakat metninden ziyade Osmanlı delegasyonunu adeta yoksayan İngiliz Amiral Calthorpe’un “ya kabul edin ya reddedin!” restiyle dayattığı bir metindi. Daha üzerinden 1 hafta geçmeden mütareke hükümlerine istinaden önce Çanakkale Boğazı ve ardından 13 Kasım 1918′ de İstanbul işgal edilmişti. İtilaf Devletleri donanmasının İstanbul’a gelmesiyle başlayan fiili işgal dönemi 16 Mart 1920′ de resmi bir mahiyet kazanacak ve şehrin 5 senelik esaret devri başlayacaktı.
Mondros Mütarekesi neticesi 7 Kasım 1918’de 7. Ordu karargahının lağvedilmesiyle, Adana’da bulunan 7. Ordu Kumandanı Mustafa Kemal Paşa İstanbul’a hareket etmiş ve tam da İtilaf Devletleri donanmasının İstanbul Boğazı’na girdiği 13 Kasım günü Haydarpaşa Garı’na inmişti. Vapurla karşıya geçerken Boğaz’da sıralı duran İngiliz, Fransız, İtalyan ve Yunan gemilerine üzüntü ve kızgınlıkla bakarak “Geldikleri gibi giderler!” demişti. Bu, kızgınlıkla söylenmiş bir sözden öte, bu kara günde yenilgiyi kabul etmeyen mücadele azmiyle dolu, kararlı bir askerin sözüydü.
Anadolu’da başlayan İstiklal mücadelesi neticesinde Anadolu ve Trakya toprakları düşman askerinden temizlenecek, geriye İstanbul ve Çanakkale kalacaktı. İstanbul’un kurtuluşu için 24 Temmuz 1923’te imzalanan Lozan Antlaşması beklenmiş ve bunun hükümleri gereği İstanbul’un 6 hafta içinde tahliyesi kararlaştırılmıştı. Böylece 5 yıl süren İstanbul’un işgal dönemi 25 Ağustos 1923’te başlayıp, 2 Ekim 1923’te tamamlanan tahliye süreciyle sona ermiş ve işgalciler geldikleri gibi gitmişlerdi!
Mudanya Mütarekesi’nin imzalanmasından sonra 1 Kasım 1922’de saltanatın kaldırılması ve İstanbul hükümetinin istifası ile artık İtilaf Devletleri’nin tek muhatabı TBMM hükümeti oldu. Ankara’daki hükümet adına İstanbul’da İtilaf Devletleri temsilcileriyle irtibat kurup çalışmak üzere İstanbul Murahhaslığı kuruldu ve Adnan (Adıvar) Bey İstanbul murahhası olarak tayin edildi. Yine İstanbul’daki askerî işleri takip etmek ve İtilaf Devletleri komutanları ile irtibat kurmak için İstanbul Kumandanlığı kuruldu; şehrin kumandanı olarak Selahaddin Adil Paşa gönderildi. Artık İstanbul, Ankara’daki TBMM hükümeti tarafından idare edilecekti.
İşgal kuvvetlerin İstanbul’dan tahliye edilmesi için İstanbul Kumandanı Selahaddin Adil Paşa ile İtilaf Devletleri komutanları arasında bir program hazırlandı. Bu programa uyularak İtilaf Devletleri tarafından Mondros Mütarekesi’nden sonra elkonulan bütün silah ve mühimmat, gemiler, nakliye araçları, kışla, bina, eşya ve müesseseler Türk hükümetine teslim edilecekti. 25 Ağustos’ta İngilizler tarafından Anadolu yakasında başlayan tahliye süreci 1 Ekim’de Harbiye Mektebi’nin tahliyesi ile sona erdi. Aynı gün İstanbul Kumandanı Selahad-din Adil Paşa ile İtilaf Devletleri kumandanları İngiliz Generali Harington, Fransız Generali Charpy, İtalyan Generali Monbelli arasında tahliye işleminin tamamlandığını gösteren bir teslim-tesellüm zabıtnamesi imzalandı ve işgal fiilen-huku-ken sona erdi. İtilaf Devletleri askerlerinden geride yalnızca veda merasimine katılacak tören kıtaları kaldı.
2 Ekim günü önceden hazırlanan program gereği Türk, İngiliz, Fransız ve İtalyan birliklerinden seçilen birer tören kıtası Dol-mabahçe meydanında yerleşti. Yapılan geçit resminden sonra büyük bir seyirci topluluğu önünde ve alkışlar arasında bayrağımızı selamlayan İtilaf Devletleri komutanları Dolmabahçe Camii rıhtımına kadar uğurlandı ve bir motorla Fındıklı açığında bekleyen Arabic gemisine gitti.
Selahaddin Adil Paşa, İstanbul’u işgal eden İtilaf Devletleri kumandanlarını uğurlarken hayatının en mesut gününü yaşamaktaydı. Oğlu merhum Semuh Adil Bey babasının o günlerini anlatırken şöyle demiştir: “Babamın en mutlu günü işgal kuvvetleri kumandanlarını uğurlayıp arkalarından el salladığı 2 Ekim 1923 günüdür. O gün çekilen fotoğrafların tamamında yüzünden büyük bir gülümseme hiç eksik olmamıştı”.
Şüphesiz İstanbul’un işgalden kurtulması herkes gibi Selahaddin Adil Paşa’yı da sevindirmişti. Ancak onun için bu hadisenin farklı bir anlamı vardı. Selahad-din Adil Paşa yarbay rütbesiyle girdiği 1. Dünya Savaşı’nda Çanakkale Boğazı’nın müdafaasında Cevat Paşa ile birlikte onun kurmay başkanı olarak mücadele etmiş; 18 Mart Deniz Muharebesi kazanılmış; daha sonra tümen kumandanı olarak Çanakkale kara muharebelerinde bulunmuş; daha sonra Kafkas cephesinde Ruslara karşı kolordu kumandanı olarak savaşmış, savaşın son senesi tekrar Çanakkale’ye gelmişti. Albay Selahaddin Adil, Mondros Mütarekesi imzalandığında Çanakkale Müstahkem Mevki kumandanı idi ve mütareke hükümleri gereği hem deniz hem kara muharebelerinde binlerce askerini şehit vererek savunduğu Çanakkale’yi 6 Kasım 1918’de İngilizlere kendi eliyle teslim etmek gibi, bir asker için çok acı bir hadiseyi yaşamıştı. Bu nedenle işgal kuvvetlerinin İstanbul’u terk edişi Selahaddin Adil Paşa için ayrı bir anlam ifade ediyordu.
Paşa hem hatıratında hem de 5 Ekim 1923 günü gazetecilere verdiği demeçte duygularını şöyle açıklayacaktı: “Çanakkale Boğazı istihkâmlarını İngiliz kumandanı Kruger’a teslim etmek bahtsızlığına uğramışken, bu defa da İstanbul Kumandanı olarak bu galip devletlerin memleketlerine hiçbir şey elde edemeden dönmelerine yakından tanık oluyorum. İtilaf Devletleri generalleri sancağımızı selamlayıp giderken, tariften aciz kaldığım heyecan ve saadetimi hiç kimse bu derece hissetmemiştir. Tahliyenin son günü hayatımın en mesut ve kıymettar günüdür”.
İstanbul’un işgal kuvvetlerinden tahliyesi devam ederken Türk Ordusu’nun İstanbul’a girmesi hazırlıkları da yapılmaktaydı. İtilaf Kuvvetleri kumandanları 2 Ekim’de uğurlanmıştı ama tahliyenin son günü resmen 4 Ekim’di. Bu bakımdan İstanbul’un kurtuluş törenlerinin 6 Ekim 1923 Cumartesi tarihinde düzenlenmesine karar verildi.
Bu büyük günde başta Mustafa Kemal Paşa’ya ve Ankara’da TBMM başkanlığına törene katılım için davette bulunulmuştu. 3 Ekim 1923’te TBMM’de yapılan oturumda bu davet müzakere edildi. Doğal olarak bütün mebuslar törene katılmak istiyordu; ama Meclis’in yoğun işlerinin aksamaması için divan üyelerinden 4 kişi ile mebuslardan 10 kişinin törene katılmasına karar verildi. Törene katılacak mebuslar kura çekilerek tespit edildi. 4 Ekim Perşembe günü Meclis ikinci reisi Sabri Bey’in riyasetinde 14 kişilik mebuslar heyeti, hazırlanan trenle yola çıktı. 5 Ekim günü Haydarpaşa’ya inen heyetin resmî protokolle, başta İstanbul Valisi ve Belediye Başkanı olan Ali Haydar Bey ile mülki-askerî memurlar tarafından karşılanmaması Mec-lis’te hararetli tartışmalara sebep oldu. Bu durum Meclis’e karşı saygısızlık ve hakaret olarak kabul edildi. Neticede, bunun içinde bulunulan heyecanlı günlerin ve yoğun faaliyetlerin tesiriyle yaşanmış bir yanlış anlama olduğu kabul edilerek konu kapatıldı.
İstanbul’un düşman işgalinden kurtuluş törenine katılmak, herkesin arzu ettiği bir şeydi. TBMM heyetinin yanısıra vilayetlerden heyetler de törenden birkaç gün önce İstanbul’a geldiler. Ancak İstanbul’un bu önemli gününde orada görülmek istenen çok önemli bir isim vardı: Gazi Mustafa Kemal Paşa.
Mustafa Kemal Paşa, İstanbul’dan iki ayrı davet telgrafı almıştı. Bunlardan birisi İstanbul Şehremaneti (Belediye) Meclisi tarafından, ikincisi de İstanbul’daki Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti tarafından gönderilmişti. Mustafa Kemal Paşa’nın İstanbul’daki törene katılması umuluyordu. Zira 1 yıl önce İzmir’in düşman işgalinden kurtuluşunun ertesi günü 10 Eylül 1922’de İzmir’e gidip birkaç gün kalmıştı. Ancak kendisi katılmamayı tercih etmiş, yapılan davetlere verdiği cevaplarda ilk fırsatta “hür ve sevgili İstanbul’u” ziyaret edeceğini ifade etmiştir.
Lozan Antlaşması hükümlerine göre işgal kuvvetleri çekildikten sonra Türk Hükümeti İstanbul’da 12 bin mevcutlu bir tümen ve bir kolordu karargahı bulundurulabilecekti. Bu şerefli görev, İstiklal Harbi’nde gösterdiği üstün başarılar sebebiyle Yunanlar tarafından “Demir Fırka” adı verilen 1. Tümen’e verildi. 1. Tümen Mudanya Mütareke-si’nden beri Gebze’nin Eskihisar iskelesi civarında karargah kurmuştu. Tümenin kumandanı Kurmay Albay Hüseyin Hüsnü (Erkilet) Bey’di. 1. Tümen’in bağlı olduğu 3. Kolordu Kumandanı Şükrü Naili Paşa ise karargahı ile Hereke’de bulunuyordu.
Şükrü Naili Paşa 6 Ekim sabahı saat 10.00’da kolordu kurmay heyeti ile kendilerine tahsis olunan Pendik vapuruna binerek Sirkeci rıhtımına çıktı; burada toplanan ahali tarafından coşkulu bir şekilde karşılandı; sonrasında ise İstanbul Kumandanı Selahaddin Adil Paşa ile birlikte İstanbul Kumandanlığı olarak kullanılan Beyazıt’taki Harbiye Nezareti’ne gitti.
6 Ekim 1923’teki tören için 4 Ekim’de Gebze’den yola çıkan Albay Hüseyin Hüsnü Bey’in kumandasındaki 1. Tümen birlikleri ise Bostancı’ya gelip geceyi burada geçirdi. 5 Ekim sabahı Bostancı’dan hareket eden tümen birlikleri Göztepe’de orduyu karşılayan ahalinin arasından törenle geçerek Kadıköy’e ve oradan Haydarpaşa’ya geldi. 6 Ekim günü törene katılacak birlikler Sarayburnu iskelesine çıkarılarak Gülhane Parkı’nda toplanacaktı. İstanbul’da yapılacak geçit törenine katılacak askerî birlikler 1 piyade alayı, 1 topçu bataryası, 1 süvari bölüğü, 1 istihkâm bölüğü, 3 makineli tüfek bölüğünden ibaretti. Öğleden sonra saat 14.00’te yürüyüşe başlayan birlikler, parkın Alemdar Caddesi kapısından çıkarak, yol güzergahında kurulan zafer takları altından geçerek, coşkulu ahalinin tezahüratları arasından ilerledi; Sirkeci, Eminönü, Köprü, Karaköy, Şişhane, Tepebaşı, Cadde-i Kebir (İstiklal Caddesi),güzergahıyla Taksim’e geldi. Türk ordusu İstanbul’a girmişti. ■