Geçen ay önce Gezi Davası’nda, ardından CHP’li Canan Kaftancıoğlu hakkında çıkan kararlar, yargının siyasallaşması tartışmasını yeniden gündeme getirdi. Ancak tarih, yargının özünde hiçbir zaman siyasetten bağımsız olmadığını gösteren birçok örnek barındırıyor. Sokrates’ten Jeanne d’Arc’a, Mithat Paşa’dan Dreyfus’a, Yassıada’dan Deniz Gezmiş’lere sembol davalar ve birer aydınlanma belgesi hâline gelen savunmalar…
Platon’un Devlet’te yaptığı “hukuk” tanımının üzerinden neredeyse 2400 yıl geçti: “Her hükümet, yasaları kendi işine geldiği gibi kurar. Demokratlar demokratlığa, Tyrannis Tyrannis’e uygun yasalar kurar. Kendi işlerine gelenlerden ayrılanı da yasalara karşı geldi diye cezalandırırlar”… Siyasetle adaletin bir ileri iki geri dansı, o günden bu yana pek az değişti.
Tarafsızlığına istinaden gözleri bağlı, bir elinde caydırıcılığı simgeleyen kılıcı, bir elinde dengeli bir adaleti temsil eden terazisiyle, hukukun evrensel ilkelerini vücudunda toplayan Tanrıça Themis bir hayalden ibaretti. Zira “hukuk devleti” modelinin siyasi olanla hukuki olan arasına çektiği sınır, hemen her zaman ihlallerle mürekkep olmuştu. Ele aldığı maddi gerçekliği, toplumun algılarından yalıtarak, “Eylem gerçekleşti mi?”, “Bunu ispata yetecek kanıt var mı?” gibi teknik sorular üzerinden incelemesi gereken hukukçu; tarih boyunca, özellikle de kamuoyunun gözü önünde cereyan eden davalarda, siyasal olanın etkisinden nadiren kurtulabilmişti. “Kamuoyu vicdanı”nı ya da “devletin üstün çıkarı”nı gözetme baskısını hep üzerinde hissetmişti.

Gezi Davası’nın günah keçileri
Yaklaşık 3 yıldır devam eden Gezi Parkı davasında 25 Nisan’da Osman Kavala, “ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırıldı (üstte). Davanın diğer sanıklarından Mücella Yapıcı, Çiğdem Mater, Hakan Altınay, Mine Özerden, Can Atalay, Tayfun Kahraman ve Yiğit Ali Ekmekçi’nin ise 18’er yıl hapis cezasına çarptırılmalarına ve tutuklanmalarına karar verildi (en üstte).
#tarih’in Haziran-Temmuz 2022 sayısı tüm Türkiye’de bayide…