Sultan İbrahim’in ikinci oğlu Süleyman, 6 yaşında kapatıldığı harem hapishanesinden 39 yıl sonra, kardeşi 4. Mehmed’in tahttan indirilmesi üzerine çıkartılmış, 45 yaşında tahta oturtulmuştu. Dört yıl sonra, 1691’de öldü. Ağabeyi 4. Mehmed ise neredeyse kırk yıla yakın padişahlığını av peşinde geçirmiş, ülkeyi Köprülü vezirler ve padişah anaları idare etmişti.
Osmanoğulları’nda iki Süleyman var. Kanunî Süleyman’ı ilkokul çocukları bile öğreniyor ama ikincisini merak eden aydınımız bile enderdir. 2. Süleyman, adaşı Muhteşem Süleyman’a kıyasla bir bahtsız, hatta halk deyimiyle bir garibandır! Dört yıllık saltanatı şöyle dursun, bütün ömrü Kanunî’nin saltanatından üç yıl fazla, bunun 40 yılını da sarayda, hapiste geçirmiştir. Kısa padişahlığının sağladığı tek şans, Kanunî Süleyman’ın türbesine gömülüşü olmuş! Uzun bahtsızlığının nedeni ise 1 Ocak 1642’de doğan kardeşi (4) Mehmed’den 3.5 ay sonra 15 Nisan’da doğmasıdır.
Sultan İbrahim’in tahta çıkan oğulları Mehmed, Süleyman ve Ahmed’den başka küçük yaşlarda ölen altı şehzadesi daha biliniyor. Bunların, babalarının harem çılgınlıkları evresindeki çocuklukları, eğitimleri, dadıları, lalaları, hocaları konusunda bilgiler yok. İbrahim tahttan indirilip boğulunca, en büyükleri Mehmed yedi yaşında tahta oturtulmuş ama, gerçekte babaanne Kösem Sultan buyrukçu olmuş. O da 1651’de boğulunca, Mehmed’in annesi Turhan Valide saltanat işlerini yüklenmiş. Şehzadeler de Şimşirlik hücrelerine kapatılmışlar. Bunlardan beşi çocukken, şehzade Selim 20’li yaşlarda ölmüş. Hayata tutunan 4. Mehmed (1648- 1687), 2. Süleyman (1687-1691, 2. Ahmed (1691-1695), sırasıyla 19, 20, 21. padişahlardır.
Süleyman’ın 49 yıllık yaşamından tarihe düşen ilk kayıt, biri sultan (4. Mehmed), diğerleri şehzade (Süleyman, Ahmed ve Selim), Sultan İbrahim’in yetimlerinin 21 Ekim 1649’da sünnet edilmeleridir. Bu babasız masumları, -çok küçük yaşta- sünnetçi önüne oturtan gerekçe de en büyükleri yedi yaşındaki 4. Mehmed’e “sünnetsiz padişah” dedirtmemekti olasılıkla.
Süleyman’ın annesi Dilâşub, İbrahim’in “yaşlıca” hasekilerinden, “meczup meşrep, safdil, harem /saray entrikalarına aklı ermeyen” bir kadıncağızmış. Hatta Büyük Valide Kösem Sultan, 1651’de Turhan Sultan’ı ve oğlu 4. Mehmed’i ortadan kaldırıp Süleyman’ı tahta geçirirse bunu ve saf anasını saltanat işlerinden uzak tutabileceğini hesaplamış, ancak düzenlediği komplo kendi hayatına malolmuştu. İktidar Turhan Sultan’a kalınca, Dilâşub ve öteki hasekiler Eski Saray’a gönderilirken, çocuk şehzadeler de haremin Şimşirlik Kasrı’nda birer odaya kapatılmışlardı.
17 Temmuz 1656’da Süleyman ikinci kez ve yine başarısız tahta geçirme girişimi yaşamış. O yıl, iktidara gelen Köprülü Mehmed Paşa devlete egemen olmak için padişah 4. Mehmed’le birlikte, saray ve harem kadrolarını, doğal ki şehzadeleri de Edirne Sarayı’na savmış. Süleyman, Ahmed ve Selim kapalı arabalarla yol, iz, kır, bayır görmeden Edirne’ye götürülerek oradaki sarayın kafes denen hapishanesine kapatılmışlar. Ağabeylerinin nadiren İstanbul’a gelişlerinde yine kapalı arabalarla saltanat kafilesinde yer almışlar.
Oğlu da av delisi!
1683 Viyana bozgunu, 1686’da Budin’in ve kimi kalelerin düşmesi, Şikloş yenilgisi, Anadolu’da Celali terörü yaşanırken, Sultan 4. Mehmed’in av tutkusunu iptila derecesine vardırdığı biliniyor. Bu nedenle padişaha uluorta hakaretler yönelten vaizlerden biri, Sultan İbrahim’i de itham ederek: “babası a. delisiydi oğlu da av delisi! Ne günlere kaldık ey cemaat?” diyebilmiştir! Padişahın av iptilası, azledilen – atanan sadrazamların yetersizlikleri, 1687’de ordunun parça bölük cephelerden yüz geri edip Edirne’ye yönelmesi sonucu, ocak ağaları denen Kapıkulu komutanları padişahı tahttan indirmeye yönelmiş; 4. Mehmed’in başvurduğu ödünler kâr etmediğinden, Silivri’de alınan hal’ kararını, sadrazam Siyavuş Paşa, İstanbul’daki vekili sadaret kaymakamı Köprülü Fazıl Mustafa Paşa’ya göndermişti.
7 Kasım 1687 sabah namazı vaktinde Ayasofya Camii’nde toplanan Kaymakam Paşa, Nişancı Paşa, şeyhülislâm, kazaskerler, sekbanbaşı ve ulema, sarayın kapı ağasına haber gönderip Şehzade Süleyman’ın tahta geçirilme kararını bildirmiş. Haber kendisine iletildiğinde, Süleyman öldürüleceğini sanarak odasından çıkmak istememiş: “-İzalemiz emr olundu ise söyle iki rekât namaz kılayım. Çocukluğumdan beri kırk yıldır hapis çekerim. Her gün ölmektense bir gün ölmek evlâdır. Bir can için ne bu çektiğimiz korku?” diyerek ağlamaya başlamış. Ağa: “Billâhî tallahî” diye yeminler ederek: “-Erkân-ı devlet sizi cülusa bekler” diyedursun, Şimşirlik hapsindeki kardeşi şehzade (2.) Ahmed de: “-Buyurun, korkman, ağa yalan söylemez!” demekteymiş.
Bu ve sonraki sahneleri tarihinde anlatan Silahdar Fındıklılı Mehmed Ağa’dır. Süleyman dehlize çıktığında perişan halde, üstünde eski bir atlas entari ile hırka, ayağında tomak varmış. Harem Ağası kendi giysilerinden meneviş çuha kaplı bir samur erkân kürkü getirtip giydirmiş. Arz odasında da başına Hz. Yusuf’un amâmesi denen sarık sarılıp sarığın önüne de mücevherli sorguç takılmış. Babüssaade denen taç kapı önünde taht’a cülûs eden Sultan 2. Süleyman’a biat edilirken, günün erken saatindeki bu gelişmelerden habersiz 4. Mehmed’e haberi yine harem ağası vermiş: “-Allahın dileği buymuş, buyurun Şimşirliğe!”. 4. Mehmed ise “-Ağa, bize katil var mı?” sorusuna “-Hapis emr olundunuz!” yanıtını alınca direnme göstermeden Şimşirlik dairesine götürülmüş.
Osmanoğulları tarihinde 2. Bâyezid’den, 6. Mehmed Vahideddin’e yaşanan 13 tahttan indirme olayının en kolay ve sorunsuz başarılanı budur. 2. Süleyman, 1. Mustafa’dan sonra, çocuksuz padişahların da ikincisidir. 18. yüzyılda bu sayı, 1. Mahmud’un, 3. Osman’ın, 3. Selim’in eklenmesiyle beşe, ölümünden sonra doğan kızı sayılmazsa 4. Mustafa ile altıya çıkar. Orduyla Davutpaşa sahrasında olan ve cülusta bulunmayan sadrazam Siyavuş Paşa ve Kapıkulu ordusunun ertesi gün İstanbul’a gelişinde “alây-ı azîm” düzenlenir. Sadrazam, âdet gereği sarayın Bâbüssaade denen kapısı önünde padişahın ayağını öperek Sancak-ı Şerif’i teslim eder. Bu, dünyadan bi-haber 2. Süleyman için ikinci bir biat olur.
İzleyen günlerde yeniçerilerle diğer kapıkullarının Et Meydanı ve At Meydanı’ndaki eylemleri, vezir ve zengin konaklarının yağmalanması bir ayaklanmaya dönüşmeden 22 Kasım’da cülus bahşişi dağıtılarak önlenmiştir. Emekliler ve serhat askerleriyle sayıları 38.130 olan kapıkullarından 32.263’üne 3.905 kese cülus akçesi dağıtılır. Cebeci, Topçu, Top Arabacı, Silahtar bölükleri de katılınca miktar 4.557 keseye çıkar. Bunun 1.256 kesesi Enderun hazinesinden karşılanır. Kalanı için ise, Mısır gelirinden ve saraydaki değerli gümüş evani, iç hazinedeki kılıç ve gaddarelerin altın gümüş kabzaları, Has Ahır’daki rahtların yine altın gümüş işlemeleri eritilip sikke darbı için darphaneye gönderilir. Bunlar yetmeyince İstanbul zenginlerinden imdadiye adıyla vergi alınması kararlaştırılır. Zorbaların para tahsildarı olacağından korkan kimi zenginler İstanbul’u terketmişlerdir..
2. Süleyman Eyüp Sultan Camii’ne gidip Şeyhülislam Debbağzâde Süleyman Efendi ile Yeniçeri ağası Mustafa Ağa’nın elinden kılıç kuşanması 1 Aralık’tadır. Ertesi gün Ayasofya’da ilk Cuma selamlığına çıktı. Yeni padişahın “mekr-i erbab-ı hevâdan muhafaza (saflığından ötürü kandırılmaması) için Süleymaniye camii vaizi, “muallim-i sultanî” atanır ve her gün huzura çıkması için uyarılır. Zira 2. Süleyman, dünya ve devlet bilgisinden yoksundu; hapisteki 40 yılını çocukluk masumiyetiyle geçirmişti!
İstanbullular yeniçerilerin estirdiği terörden, çarşı-pazar yağmalamalarından yılgın, Sadrazam Siyavuş Paşa da sorunları çözmekte yetersizdi. Bahşiş ve ulufe alamayan üç bin Cebeci Aralık ayının ilk günlerinde At Meydanı’nda toplandı. Defter çalığı iki bin Yeniçeri de İstanbul’a gelip ayaklanmacılara katıldı. Soygun ve saldırılar günbegün arttı. İşsizler, serseriler meydanı doldurdu. Çarşılar kapandı. Ayaklanmacılar kepenkleri sökerek dükkânları yağmaladılar. Bunları yönlendiren defterdar tutuklandı. Toplanabilen imdadiye akçesi talebi karşılamadığından, alacaklı askerlere pençeli (imzalı) divan defterleri verildi. Bu, bir bakıma “zenginleri soyabilirsiniz” belgesiydi.
Sadaret kaymakamı Köprülü Fazıl Mustafa Paşa, sadrazam Siyavuş Paşa’ya asilerin tepelenmesi için önerilerde bulunur ama âsi önderleri Köprülü Paşa’nın Seddülbahir muhafızlığı ile İstanbul’dan uzaklaşmasını sağlamışlardır. Debbağzâde’nin yerine de Feyzullah Efendi şeyhülislâm olarak atandı. Ayaklanmacıların elebaşısı Fetvacı Hüseyin Efendi’nin öldürülmesine karşılık, ayaklanmacılar da yeniçeri ağası Harputlu Ali Ağa’yı kılıç üşürüp öldürürler.
1 Mart 1688’de At Meydanı mahşer yerine döndü. Asiler paşa konaklarını kuşattılar, sadaret mührünü zorla aldıkları Siyavuş Paşa’yı öldürerek İbrahimpaşa Sarayı’nı yağmaladılar. Bu sarayın harem dairesine girenler ‘gazâ malımız’ diyerek cariyeleri de sırtlayıp götürdüler. Hamam kurşunlarını pencere demirlerini söktüler. Gün ışıyınca çarşı yağmasına daldılar.
2. Süleyman’ın 2 Mart’ta sadrazam vekili atadığı Nişancı İsmail Paşa olayları önleyemedi. Sonunda dükkânları yağmalananlar, başlarında yağlıkçılardan bir esnaf, ellerine bıçaklar, tüfekler, sopalar alarak harekete geçti. Âsilerin elebaşıları birer ikişer linç edildi. Halk geceyi saray avlularında geçirdi. Ertesi sabah bir zorba kıyımı yaşandı ve dört aydır süregelen eylemler sona erdi. Padişah 22 Nisan’da İsmail Paşa’yı asaleten sadrazam atadı.
İstanbul’da yaşanan olaylar sırasında Venedikliler Attik Yarımadası’nı ve Mora’yı işgale başlarken Avusturya kuvvetleri de Eğri’yi, Bosna’yı işgal etmişti. Bu nedenle seferberlik ilan edildi ama hazine darlığı cephelere asker gönderilmesine engeldi. Bir kez daha hazineden değerli öteberiler darphaneye gönderildi. O arada 2. Süleyman da bir hükümdarlık gösterisinde bulunmak için on gün önce atadığı İsmail Paşa’yı azledip sadaret mührünü Bekri Mustafa Paşa’ya verdi.
Oradan şuradan toplanacak gümüş ve altınla hazine gereksiniminin karşılanamayacağı anlaşılınca para ayarının düşürülmesi yoluna gidildi. 1 okka halis bakırdan 800 mangır kesilmesi, 2 mangırın 1 gümüş akçe değerinde sayılması karara bağlandı. Bir de mangır darphanesi kuruldu. Hamr (içki) yasağı askıya alınıp yüksek vergilerle meyhanelere ruhsat, içki satışına da izin verilmesi kararlaştırıldı. Hamr Emaneti (içki vergisi yükleniciliği) kuruldu. Satışı yasak olan duhanın da (tütün) 1 okkasına 8 akçe vergi konarak satışı serbest bırakıldı. Vakıf gelirlerine vergi, zenginlere asker için iaşe bedeli öngörüldü.
Sefere gidecek askerin moralini yükseltmek, Kanunî Süleyman seferleri gibi bir hava estirmek için, 2. Süleyman’ın ordunun başında sefere çıkması kararlaştırıldı. Padişah ve devlet erkânı 1688 Haziran’ında Edirne’ye hareket etti. Yaz, güz ve kış ayları Edirne’de sefer hazırlıklarıyla geçirildi. Sağlığı hayli bozulan 47 yaşındaki padişah, Edirne Sarayı’nda annesi Dilâşub Valide ve harem ehli ile vedalaşıp 10 Nisan 1689’da Engürüs (Macaristan) seferi için Edirne kırsalında otağa-ı hümayuna çıktı. Orduyla birlikte 9 Haziran’da hareket etti ama, Sofya konağından ileriye gidemedi. Bir süre orada, sonra Filibe’ye dönerek otağda kaldı. Arada oyalayıcı fetih haberleriyle sevinip kendisinin de bir “Süleyman” olacağı umuduna kapılsa da ardarda bozgunlar, ordu mallarının ve mühimmatın düşmana bırakılması, Avusturya kuvvetlerinin Vidin’i, Fethülislâm’ı, Üsküp’ü istila ettiği, Ruslar’ın Kırım’a saldırdığı haberleri karşısında acılara gömüldü. 5 Eylül 1689’da huzurundakilere ağlayarak: “Bir sadık kulum yok ki ortalığın ahvalini doğru söyleye!” dedi. Ekim ayında Edirne’ye dönüldü. Son kez sadrazam değişikliğine giden padişah, 25 Ekim 1689’da Köprülü Fazıl Mustafa Paşa’yı sadrazam atadı. O arada, İstanbul ve Edirne’deki ulemanın yobaz kesimi yaşanan yenilgileri, haram olan içkinin satışına izin verilmesine bağladıklarından, 1690’ın ilk günlerinde yine içki yasağı konuldu.
Dilâşub Valide Sultan, 3 Ocak 1690’da Edirne Sarayı’nda öldü. Cenazesi İstanbul’a gönderilerek Kanunî Süleyman’ın annesi Hafsa Sultan’ın türbesine gömüldü. 2. Süleyman, annesinin haremdeki valide sultanlık yetkisini yüklediği Kethüda Kadın’a, Sadrazam Köprülü Fazıl Mustafa Paşa muhalefetine karşın has çiftlikler bağışladı. Devlet ileri gelenlerinin “iydiyye” (bayramlık) adı altında padişaha hediyeler sunmasına da son verdi.
Padişah ve devlet kadrosunun Edirne’de olması nedeniyle İstanbul’da soygunlar meydana gelmekte, kundaklama yangınları çıkmaktaydı. Bir yangında Eyüp Çarşısı kül oldu. 5 Haziranda fırtına çıktı. Dalgalar Boğaziçi’ni, Haliç’i altüst etti, yalılar yıkıldı, birbirine çarpan tekneler parçalandı, yüzlerce insan boğuldu. 11 Temmuz’daki “azim zelzele”de birçok yapı, yer yer kara surları ve Topkapı kesimi yıkıldı. Serdarlar Anadolu’daki ayaklanmaları bastırmaya çalışırken, Batı cephesinden de yenilgi haberleri geliyordu. Avusturya ordusu da Erdel’e girmişti.
Tahta çıkışının dördüncü yılında, Fazıl Mustafa Paşa’nın Vidin ve Niş’i istilâdan kurtardığı müjdesini alan 2. Süleyman bu sevinçle İstanbul’a dönmek istediğinde kimi fesat ehli: “Sakın gitme, kardeşinizi de İstanbul’a götürüp tahttan indirmişlerdi, sizi de indirirler” dediler, ulemanın güvence vermesi üzerine 13 Kasım 1690’da İstanbul’a hareket etti. Payitahtta büyük törenle karşılandı ama % 30 enflasyon yüzünden halk perişandı. Tek avuntu, cepheden gelen düşmanın Tuna’nın öte yakasına atıldığı, Belgrad’ın geri alındığı haberi oldu.
Sadrazam Fazıl Mustafa Paşa’nın İstanbul’a dönüşündeki zafer alayı görkemli oldu. Kendisini Davutpaşa Sarayı’nda kabul eden padişah, sırtındaki kürkü çıkartıp sadrazama giydirdi, belindeki murassa hançeri de hediye etti: “Sana mükâfat vermeğe kadir değilim. Allah iki cihanda yüzünü ak etsin” dedi.
O yılın ilkbaharında henüz 49 yaşındaki 2. Süleyman, istiska (hydropisie: vücutta su toplanması) rahatsızlığı giderek ağırlaştığından, sadrazam da cephede olduğundan, eğer ölürse eski padişah 4. Mehmed’in ikinci kez tahta oturtulacağı düşündü. 2. Süleyman, eski padişah ve diğer kardeşleri Edirne’ye götürülmek üzere 13 Mayıs 1691 ve izleyen günlerde ivedilikle ve kafile kafile yola çıkartıldı. 4. Mehmed’e yandaşlık edenler de tutuklandı. Edirne yolculuğunda durumu daha da ağırlaşan ve vücudu şişen 2. Süleyman, 8 Haziran’da Edirne Sarayı’na getirildiğinde komadaydı. 22/23 Haziran sabahı öldü. Saltanatı 3 yıl, 8 ay, 24 gündür. Aynı gün Edirne’de tahta oturan 2. Ahmed’in buyruğu üzerine cesedi buz kalıplarıyla tabuta yerleştirilip arabayla Silivri’ye, oradan da kayığa alınıp denizden İstanbul’a getirilerek Kanunî Sultan Süleyman’ın türbesine gömüldü.
2. SÜLEYMAN
Tuğrası çiçekli ilk padişah
Çağdaşı ve saray mensubu Silahdar Tarihi yazarı Fındıklılı Mehmed Ağa 2. Süleyman’ı şöyle betimlemiş: “Orta boylu, yassı bağırlı, değirmi çehreli, kara gözlü, doğan burunlu, kaba kır sakallı, güzel ve vakur görünüşlü, yumuşak huylu, sakin ve insaflıydı”. Beş vakit namazını kılarmış. Kırk yıl boyunca ilgiden, saygıdan uzak, harem ağaları ve cariyelerin ilgisiyle yetindiğinden dünya ahvalini öğrenememişti. Hareketsizlikten enerjisi tükenmiş, yönetim bilgisinden de yoksundu. Çocukluğunda Tokatlı Ahmet Efendi’den hat dersleri aldığından yazısı işlek ve güzelmiş. Tuğrasının yanına adını yazdırmayıp çiçek motifi koydurtan ilk padişahtır. Olasılıkla uzun hapis (kafes) yaşamından kaynaklanan veya hareme özel usullerle kısırlaştırıldığından çocuğu yoktu. Hasekileri: Hadice, Behzâd, İvaz, Süğlün, Şehsuvar, Zeynep kadınlardır.