Kasım
sayımız çıktı

2.500 yıl önceki ibadethane: Güneşe karşı sabah namazı

Oluz Höyük’te 15 sezondur devam eden geniş ölçekli arkeolojik çalışmalar, Kızılırmak Havzası Geç Demir Çağı kültürünün Doğu ile olan ve bugüne kadar bilinmeyen bağlantılarını ortaya koydu. MÖ 450 yıllarında Pers kökenli Akhaimenid bir zümrenin yerleşmiş olduğu mekanda, çoktanrılı inançlardan uzak duran ve monoteizm sisteminde yaşamış bir toplumun izleri ortaya kondu.

 Kuzey-Orta Anadolu’da, Amasya ilinin 25 km. batısında yer alan Oluz Höyük’teki kazı çalışmaları 15. yılını tamamlarken, 10 yer­leşimin üstüste kurulmasıyla oluşmuş bu önemli merkezin her dönemde “dinsel bir yapı­lanma” içinde olduğu ortaya çıkmaya başladı.

2021’de kazı alanının ku­zeyinde yapılan basamaklı de­rinleşme çalışmaları sırasında Hitit Krallığı’nın yıkılışına ta­nıklık eden Çöküş Dönemi’ne (MÖ 1200-1150) ait ilginç ka­lıntılar bulundu. Bunlar içinde özellikle buğday ve fiğ tohum­larının yakılması ile gerçek­leştirilmiş bir dinsel ayine ait kömürleşmiş tohum kalıntıla­rı, Hititlerin yıkılış sürecinde­ki yeni inanç sisteminin ritüel ve pratiklerini ilk kez tanıma­mıza olanak sağlayacak gibi görünüyor.

Hitit çöküşünden yakla­şık 600 yıl sonra Oluz Hö­yük’ün Frig Krallığı Dönemi’n­de önemli bir dinsel merkez olmaya başladığını işaret eden en önemli yapı Kubaba (Ana Tanrıça) Sunağı’dır. MÖ 600 civarında inşa edildiği anlaşı­lan sunak (kurbangah) aslında Frigya’da çok sık görülen ka­yalardan şekillendirilmiş ba­samaklı sunakların Kappado­kia’daki bir öykünmesi gibidir. Yerleşmenin o dönemdeki en yüksek noktasına inşa edil­miş sunak, ana plan şeması olarak kareye yakın dikdört­gen biçiminde olup, masif bir yapı. Anadolu’da Frig Krallı­ğı’nın son dönemlerinde or­taya çıkan Kubaba (Matar Kubileya) dini çoktanrılı bir inanç gibi görünse de monote­izme oldukça yakın bir yapısı ve görünümü vardı. Gerçekte, Anadolu sakinlerinin Neolitik Dönem’den beri tapındığı Ana Tanrıça kültünün Frig Krallı­ğı’ndaki bir yorumu olan Ku­baba, Midas döneminde Kar­kamış’tan Gordion’a ithal edil­miş bir Tanrıça’ydı.

Ateşgede ve ibadethane MÖ 450’lerde inşa edilen Anadolu’nun en eski ateşgedesi, toprak üzerine oturtulmuş 1.60 m çapında bir ateş çukuru ile bunu çevreleyen küçük bir selladan oluşuyor.

Amasya yakınlarındaki Oluz Höyük’ün Pers Dönemi (MÖ 450-300) katmanlarında açığa çıkarılan önemli ve eşsiz arkeolojik bulgular, dünyanın ilk önemli dininin doğuşuna; “Arkaik Monoteizm”e işaret etmektedir. Temel pratiğini Ateş Kültü’nün oluşturduğu bu inanç sisteminde ateşgede, ibadethane, kutsal küllerin de­polandığı alanlar ve kutsal eş­yaların gömülmüş olduğu bo­throslar ile kurban çukurları; Oluz Höyük’te MÖ 5. yüzyıl­dan itibaren kurumsallaştığı gözlenen tek Tanrı inancının işaretlerini yakaladığımız “Ar­kaik Monoteizm”in varlığını gösteriyor.

Oluz Höyük’teki kazılar, Ateş Kültü’nün çok önemli bir yere sahip olduğuna inan­mamız için yeterince kanıt sağlamakta. MÖ 450’lerde in­şa edilen Anadolu’nun en es­ki ateşgedesi, toprak üzerine oturtulmuş 1.60 m çapında bir ateş çukuru ile bunu çevrele­yen küçük bir selladan oluş­maktaydı. Buraya ulaşan özel yollar ile platformların bulun­duğu bir kutsal alan bulunu­yordu. Kutsal ateş çukuru­nu oluşturan taş sırasındaki özel taşlar üzerindeki duman artıklarının kalıntıları ile çu­kurun içi ve çevresindeki kül ve karbonların varlığı, burada yanmış ateşin “Sonsuz Ateş” olarak hemen hemen sürek­li yandığını kanıtlar nitelikte­dir. Bu bağlamda bugüne değin arkeologlar ve dilbilimcilerin Ateş Kültü varlığına dair prob­lemler üzerine yaptıkları teo­rik tartışmaların temellerini veren arkeolojik doğruları en sonunda bulmuş gözüküyoruz.

 Ateşgede üzerinde batmayan güneş Buraya gelenler, özellikle sabahın çok erken saatlerinde bulundukları yerden hem yanan ateşi hem de Ateşgede üzerinden doğan güneşi aynı doğrultu üzerinde izliyor olmalıydılar.

Oluz Höyük kazılarının Önasya din arkeolojisi ve din tarihine yaptığı en önemli kat­kı tek tanrılı dinlerin başlan­gıç noktasında (MÖ 5. yüz­yıl) tapınak ile ibadethanenin farklı yapılar olduğunu anla­mamızı sağlamış olmasıdır. Ateşgede ve ibadethane, Ana­dolu Geç Demir Çağı arkeo­lojisi için yeni bir dinsel ya­pılanmaya işaret etmektedir. Kutsal Ateş’in yandığı Ateş­gede küçük bir yapı olup, yan­makta olan ateşin dışarıdan görünmesi için üstünün kapa­tılmamış olduğu düşünülmek­tedir. Ayrıca Kutsal Ateş’in yanında her gün saatlerce dua okuyan Magus’un (Mog) sesi­nin duyulabilmesi için de üs­tünün açık olması önemliydi. Bugüne değin güneyi dışında tüm duvarları açığa çıkarılmış olan ibadethaneyi 6 adet sütunun taşıdığı büyük bir çatı­nın kapladığı anlaşılmaktadır. Henüz kazısı tamamlanmamış olmasına karşın mevcut boyu­tu 100 m2’yi geçen ibadethane içinde kuzey-güney doğrultu­sunda iki sıra halinde aralık­larla yerleştirilmiş üçer adet olmak üzere toplam 6 adet taş sütun kaidesi açığa çıkarılmış­tır. Kumtaşından şekillendiril­miş olan taş kaideler birbirine yakın büyüklükte olup, ortala­ma 50 cm çapındadır. Kaide­lerin dibinde bulunan yumruk büyüklüğündeki moloz taşla­rın, oldukça uzun ve kalın ah­şap dikmeleri taşıyan taşların devrilme ve kaymasını önle­mek amacıyla yerleştirildiği düşünülüyor.

Hititler’den Frigler’e… Kubaba (Ana Tanrıça) Sunağı, Frig Krallığı döneminde Oluz Höyük’ün önemli bir dinsel merkez olduğuna işaret ediyor

İbadethane’nin doğu du­varının tam ortasında Ateşge­de’yi doğrudan gören bir açık­lık bulunmaktadır. Kuzeydeki sütunların arasından Ateşge­de ve içinde yanmakta olan Kutsal Ateş rahatlıkla görü­lebilmekteydi. Buraya gelen­ler, özellikle sabahın çok er­ken saatlerinde bulundukları yerden hem yanan ateşi hem de Ateşgede üzerinden doğan güneşi aynı doğrultu üzerin­de izliyor olmalıydılar. Günü­müz Zerdüşt dini mensupları­nın güneşin doğuşundan gün ortasına kadar (Hâvangâh), gün ortasından öğleden sonra saat üçe kadar (Rapîtvengâh), saat üçten güneşin batışına kadar (Uzeyrengâh), güneşin batışından geceyarısına kadar (Eyuhserîtemgâh) ve geceya­rısından güneşin doğuşuna kadar (Uşehingâh) eda ettik­leri 5 vakit namazları vardır. Zerdüşt dininin Arkaik Döne­mi’nin yaşanmış ve kurumsal­laşmış olduğu Oluz Höyük’te, İbadethane’den Kutsal Ateş’in ve güneşin doğuşunun izlene­bilmiş olması, çok büyük ola­sılıkla Havangâh Namazı’nın eda edilmiş olduğuna ve daha da önemlisi Erken Zerdüşt di­ninde namazın MÖ 5. yüzyıl­daki varlığına atıf yapmakta. Oluz Höyük’teki bu arkeolo­jik gerçeklikler ve gözlemler, ilk defa Anadolu ve Önasya’da monoteist inanç sistemi çer­çevesinde ve dinsel yapılanma doğrultusunda pratik mekan ile ibadet mekanının ayrılmış olduğuna işaret etmekte.

Oluz Höyük soylu ve elit bir Pers zümresinin yerleş­tiği bir merkezdi. Kendileri için bir Ateşgede kurmuş olan Perslerin, ibadetleri sırasın­da doğa ve iklim koşullarından korunmak ve bir cemaat oluş­turabilmek amacıyla üstü ka­palı olan, Ateşgede’yi görecek, içeride okunan duayı duya­cak ve belki de bu duaya eşlik edecek biçimde bir mekan ta­sarlamış ve inşa etmiş olduk­ları anlaşılmaktadır. Anadolu ve Önasya’nın ilk ibadethanesi denilebilecek yapının tasarı­mı, bugün de Zerdüşt dininin pratiklerinden olan sabah na­mazının Oluz Höyük’ün soylu sakinleri tarafından eda edil­miş olabileceğini düşündür­mektedir.

Kazı alanının kuzeyinde yapılan basamaklı derinleşme çalışmaları sırasında, Hitit Krallığı’nın yıkılışına tanıklık eden Çöküş
Dönemi’nde, buğday ve fiğ tohumlarının yakılması ile gerçekleştirilmiş bir dinsel ayine ait kömürleşmiş tohum kalıntıları bulundu