Oluz Höyük’te 15 sezondur devam eden geniş ölçekli arkeolojik çalışmalar, Kızılırmak Havzası Geç Demir Çağı kültürünün Doğu ile olan ve bugüne kadar bilinmeyen bağlantılarını ortaya koydu. MÖ 450 yıllarında Pers kökenli Akhaimenid bir zümrenin yerleşmiş olduğu mekanda, çoktanrılı inançlardan uzak duran ve monoteizm sisteminde yaşamış bir toplumun izleri ortaya kondu.
Kuzey-Orta Anadolu’da, Amasya ilinin 25 km. batısında yer alan Oluz Höyük’teki kazı çalışmaları 15. yılını tamamlarken, 10 yerleşimin üstüste kurulmasıyla oluşmuş bu önemli merkezin her dönemde “dinsel bir yapılanma” içinde olduğu ortaya çıkmaya başladı.
2021’de kazı alanının kuzeyinde yapılan basamaklı derinleşme çalışmaları sırasında Hitit Krallığı’nın yıkılışına tanıklık eden Çöküş Dönemi’ne (MÖ 1200-1150) ait ilginç kalıntılar bulundu. Bunlar içinde özellikle buğday ve fiğ tohumlarının yakılması ile gerçekleştirilmiş bir dinsel ayine ait kömürleşmiş tohum kalıntıları, Hititlerin yıkılış sürecindeki yeni inanç sisteminin ritüel ve pratiklerini ilk kez tanımamıza olanak sağlayacak gibi görünüyor.
Hitit çöküşünden yaklaşık 600 yıl sonra Oluz Höyük’ün Frig Krallığı Dönemi’nde önemli bir dinsel merkez olmaya başladığını işaret eden en önemli yapı Kubaba (Ana Tanrıça) Sunağı’dır. MÖ 600 civarında inşa edildiği anlaşılan sunak (kurbangah) aslında Frigya’da çok sık görülen kayalardan şekillendirilmiş basamaklı sunakların Kappadokia’daki bir öykünmesi gibidir. Yerleşmenin o dönemdeki en yüksek noktasına inşa edilmiş sunak, ana plan şeması olarak kareye yakın dikdörtgen biçiminde olup, masif bir yapı. Anadolu’da Frig Krallığı’nın son dönemlerinde ortaya çıkan Kubaba (Matar Kubileya) dini çoktanrılı bir inanç gibi görünse de monoteizme oldukça yakın bir yapısı ve görünümü vardı. Gerçekte, Anadolu sakinlerinin Neolitik Dönem’den beri tapındığı Ana Tanrıça kültünün Frig Krallığı’ndaki bir yorumu olan Kubaba, Midas döneminde Karkamış’tan Gordion’a ithal edilmiş bir Tanrıça’ydı.
Amasya yakınlarındaki Oluz Höyük’ün Pers Dönemi (MÖ 450-300) katmanlarında açığa çıkarılan önemli ve eşsiz arkeolojik bulgular, dünyanın ilk önemli dininin doğuşuna; “Arkaik Monoteizm”e işaret etmektedir. Temel pratiğini Ateş Kültü’nün oluşturduğu bu inanç sisteminde ateşgede, ibadethane, kutsal küllerin depolandığı alanlar ve kutsal eşyaların gömülmüş olduğu bothroslar ile kurban çukurları; Oluz Höyük’te MÖ 5. yüzyıldan itibaren kurumsallaştığı gözlenen tek Tanrı inancının işaretlerini yakaladığımız “Arkaik Monoteizm”in varlığını gösteriyor.
Oluz Höyük’teki kazılar, Ateş Kültü’nün çok önemli bir yere sahip olduğuna inanmamız için yeterince kanıt sağlamakta. MÖ 450’lerde inşa edilen Anadolu’nun en eski ateşgedesi, toprak üzerine oturtulmuş 1.60 m çapında bir ateş çukuru ile bunu çevreleyen küçük bir selladan oluşmaktaydı. Buraya ulaşan özel yollar ile platformların bulunduğu bir kutsal alan bulunuyordu. Kutsal ateş çukurunu oluşturan taş sırasındaki özel taşlar üzerindeki duman artıklarının kalıntıları ile çukurun içi ve çevresindeki kül ve karbonların varlığı, burada yanmış ateşin “Sonsuz Ateş” olarak hemen hemen sürekli yandığını kanıtlar niteliktedir. Bu bağlamda bugüne değin arkeologlar ve dilbilimcilerin Ateş Kültü varlığına dair problemler üzerine yaptıkları teorik tartışmaların temellerini veren arkeolojik doğruları en sonunda bulmuş gözüküyoruz.
Oluz Höyük kazılarının Önasya din arkeolojisi ve din tarihine yaptığı en önemli katkı tek tanrılı dinlerin başlangıç noktasında (MÖ 5. yüzyıl) tapınak ile ibadethanenin farklı yapılar olduğunu anlamamızı sağlamış olmasıdır. Ateşgede ve ibadethane, Anadolu Geç Demir Çağı arkeolojisi için yeni bir dinsel yapılanmaya işaret etmektedir. Kutsal Ateş’in yandığı Ateşgede küçük bir yapı olup, yanmakta olan ateşin dışarıdan görünmesi için üstünün kapatılmamış olduğu düşünülmektedir. Ayrıca Kutsal Ateş’in yanında her gün saatlerce dua okuyan Magus’un (Mog) sesinin duyulabilmesi için de üstünün açık olması önemliydi. Bugüne değin güneyi dışında tüm duvarları açığa çıkarılmış olan ibadethaneyi 6 adet sütunun taşıdığı büyük bir çatının kapladığı anlaşılmaktadır. Henüz kazısı tamamlanmamış olmasına karşın mevcut boyutu 100 m2’yi geçen ibadethane içinde kuzey-güney doğrultusunda iki sıra halinde aralıklarla yerleştirilmiş üçer adet olmak üzere toplam 6 adet taş sütun kaidesi açığa çıkarılmıştır. Kumtaşından şekillendirilmiş olan taş kaideler birbirine yakın büyüklükte olup, ortalama 50 cm çapındadır. Kaidelerin dibinde bulunan yumruk büyüklüğündeki moloz taşların, oldukça uzun ve kalın ahşap dikmeleri taşıyan taşların devrilme ve kaymasını önlemek amacıyla yerleştirildiği düşünülüyor.
İbadethane’nin doğu duvarının tam ortasında Ateşgede’yi doğrudan gören bir açıklık bulunmaktadır. Kuzeydeki sütunların arasından Ateşgede ve içinde yanmakta olan Kutsal Ateş rahatlıkla görülebilmekteydi. Buraya gelenler, özellikle sabahın çok erken saatlerinde bulundukları yerden hem yanan ateşi hem de Ateşgede üzerinden doğan güneşi aynı doğrultu üzerinde izliyor olmalıydılar. Günümüz Zerdüşt dini mensuplarının güneşin doğuşundan gün ortasına kadar (Hâvangâh), gün ortasından öğleden sonra saat üçe kadar (Rapîtvengâh), saat üçten güneşin batışına kadar (Uzeyrengâh), güneşin batışından geceyarısına kadar (Eyuhserîtemgâh) ve geceyarısından güneşin doğuşuna kadar (Uşehingâh) eda ettikleri 5 vakit namazları vardır. Zerdüşt dininin Arkaik Dönemi’nin yaşanmış ve kurumsallaşmış olduğu Oluz Höyük’te, İbadethane’den Kutsal Ateş’in ve güneşin doğuşunun izlenebilmiş olması, çok büyük olasılıkla Havangâh Namazı’nın eda edilmiş olduğuna ve daha da önemlisi Erken Zerdüşt dininde namazın MÖ 5. yüzyıldaki varlığına atıf yapmakta. Oluz Höyük’teki bu arkeolojik gerçeklikler ve gözlemler, ilk defa Anadolu ve Önasya’da monoteist inanç sistemi çerçevesinde ve dinsel yapılanma doğrultusunda pratik mekan ile ibadet mekanının ayrılmış olduğuna işaret etmekte.
Oluz Höyük soylu ve elit bir Pers zümresinin yerleştiği bir merkezdi. Kendileri için bir Ateşgede kurmuş olan Perslerin, ibadetleri sırasında doğa ve iklim koşullarından korunmak ve bir cemaat oluşturabilmek amacıyla üstü kapalı olan, Ateşgede’yi görecek, içeride okunan duayı duyacak ve belki de bu duaya eşlik edecek biçimde bir mekan tasarlamış ve inşa etmiş oldukları anlaşılmaktadır. Anadolu ve Önasya’nın ilk ibadethanesi denilebilecek yapının tasarımı, bugün de Zerdüşt dininin pratiklerinden olan sabah namazının Oluz Höyük’ün soylu sakinleri tarafından eda edilmiş olabileceğini düşündürmektedir.