Kasım
sayımız çıktı

İnsanları kırıp geçiren gerçek ‘Açlık Oyunları’

İnsanoğlu bu dünya üzerindeki en kötü kıtlıkları ve en büyük kitlesel ölümleri son birkaç yüzyılda gördü. İrlanda’da patatese bulaşan mantarla başlayan “Büyük Açlık”tan bugün birçok ülkenin soykırım olarak tanıdığı “Holodomor”a, 36-45 milyon insan açlıktan öldü. Propaganda posterlerinde neşeli köylüler, yaşanan acı gerçeklerin üzerini örtemedi.

Her yemek sonrası baba­annem parmak uçları ile sofradaki ekmek kı­rıntılarını toplar, yerdi. Sonra eteğine dökülmüş kırıntı varsa onlara geçerdi. “Çok kıtlık gör­müşler” derdi annem.

Kayıtlara geçen ilk büyük kıtlık, Batı Roma İmparatorlu­ğu’nun çöküşü ve barbar isti­laları nedeniyle MÖ 400-800 arasında olmuştu. Bu dönem­de Roma şehri açlık ve veba nedeniyle nüfusunun %90’ını kaybetmişti. Tarihte en büyük kıtlıklardan bir diğeri de MÖ 800-1000 arasında yıllar süren kuraklık sonucunda 1 milyona yakın insanın ölümü ve nihaye­tinde Maya uygarlığının sonu­nu getiren kıtlıktı. Yeni tekno­lojilerin ortaya koyduğu veri­ler, ormanların yok edilmesi ve yağmurların karayı yıllarca es geçmesi nedeniyle hiç ürün alı­namadığını anlatıyor.

Çok eskilerde fazla takılma­dan en kötü savaşların, tekno­lojik gelişime koşut gittiği son birkaç yüzyıla bir göz atalım isterseniz. İnsanoğlu bu dünya üzerindeki en kötü kıtlıkları ve en büyük kitlesel ölümleri doğal nedenlerin kötü yönetim karar­ları ile gerçek afetlere dönüş­tüğü bu zamanlarda yaşamıştır desek yanlış olmaz.

İrlanda’yı saran kara bulutlar Daniel Macdonald’ın 1847 tarihli tablosu, İrlandalı bir ailenin patatese bulaşan hastalığı fark ettiği anı resmediyor. Arka planda yaklaşan kara bulutlar ressamın olacaklarla ilgili önsezisini yansıtıyor.

1845-1853 arasında İrlan­da’da yaşanan ve halkın “Gorta Mór” (Büyük Açlık) adını ver­diği kıtlığa, ekili ve ambarda­ki patatesi bir anda yok edebi­len bir mantar yolaçmıştı. Yedi yıl içinde 1.5 milyon İrlandalı ölmüş, 2 milyonu ise Yeni Dün­ya’ya göç etmişti. Bu dönemde İngiliz hükümeti dışarıdan ge­lecek yardımları adayı abluka­ya alarak reddetmiş, kendisi ise insani yardım organize etmekte çok geç kalmıştı. Padişah Ab­dülmecid 1847’de 5.000£ yar­dımda bulunmak istemiş ancak Kraliçe Victoria’nın dahi ancak 2.000£ yardımda bulunduğu ge­rekçesiyle isteği geri çevrilmiş­ti. Yapılmak istenen yardımın 1.000£’e düşürülmesini rica eden İngilizlerin bu isteğini ka­bul eden padişah 4.000£ değe­rinde buğdayı da gemilerle İr­landa’ya göndermişti.

1921-23 arası Rusya’nın güneydoğusunda ortaya çıkan kıtlığa uluslararası yardımlar­la çare bulunmaya çalışılmıştı. Bu dönemden kalma fotolarda yamyamlık bile yapıldığını gör­mek mümkün. Bu krizde insani yardım ekiplerinin başında olan Fridtjof Nansen, 1922’de bu ça­lışmalarından ötürü Nobel Ba­rış Ödülü’nü aldı. 1921-23 arası 9 milyon kişinin öldüğü bu kıt­lıkta Lenin hükümeti durumun ciddiyetine çok geç uyanmıştı.

1932-34 arasında Stalin’in Büyük Endüstrileşme Progra­mı çerçevesinde ihraç edilmek üzere Ukrayna köylüsünün ürünlerine el konulunca köy­lü açlıkla karşı karşıya kalmış­tı. Bu “yapay” kıtlıkta tahminen 5-10 milyon Ukraynalı köylü ölmüş, köylü nüfusunun %25- 50’si yok olmuştu. Doktorların ölüm belgelerine gerekçe olarak “açlık” yazmasının yasak ol­duğu bu zor yılları ve kayıpları Ukrayna, “Holodomor” olarak anıyor. Stalin’in kolektif tarıma başkaldıran Ukrayna köylüsü­nün açlıktan kırıldığı yönün­deki raporlara kulak tıkayıp, insani yardımları engelleyerek cezalandırmış olması nedeniy­le bugün Holodomor, pek çok ülke tarafından soykırım olarak tanınıyor.

Büyük Çin Kıtlığı yıllarında insanlar açlıktan ölmemek için ağaç kabuğu ve toprak yemek zorunda kalırken sokakları Mao’nun verimli tarlalarda gülen çiftçilerle gezdiği propaganda posterleri süslüyordu.

Aymaz hükümet politikala­rı ile bağlantılı bir büyük kıtlık ve kırım dönemi ise 1958-62 arasında Çin’de Mao Zedong’un yönetimi sırasında yaşanmış­tı. “Büyük İleri Atılım” dönemi diye tanımlanan dönemde kötü hava şartları ve doğal herhangi bir afet olmamasına ve silolar tahılla dolu olmasına rağmen hükümet politikaları ile 36-45 milyon insan açlıktan ölmeye mahkum edilmişti. Bu dönem­de Çinli ziraat araştırmacıları tohumların 1 metreden derine gömülmesinin onların gücünü artıracağı, başakları gagalayan serçelerin toplu şekilde öldü­rülmesi ile verimin yükselece­ği gibi bugün bizi güldürecek denli yanlış uygulamaları devlet politikası olarak kabul ettire­bilmişler. Yüzeydeki en verimli tabakayı derine gömüp verimi düşürünce, serçeleri vurmak­tan başka çare kalmamış. Onları da neredeyse soyunu tüketecek kadar öldürünce, meydan on­yıllar boyu çekirgelere kalmış. İnsanlık doğadan kopunca tam kopuyor anlaşılan. Bu arada hiçbir habercinin yol kenarın­daki ölülere dair haber yapama­mış olması, parti propaganda posterlerinin milyonlar açlık­tan ölürken bolluk içinde, neşeli köylüleri göstermesi, Mao’nun geçtiği yollara dekor olarak be­reketli hasat sahneleri ile neşeli köylüler konulması gibi birçok gizleme taktiği ile anılacak, in­sanlık adına zavallı bir dönem­den bahsediyoruz.

Bir de İngilizlerin Doğu Hindistan Kumpanyası’nın ye­di kısım tekmili birden “açlık oyunları”na bakın. Kumpanya önce arazi vergilerini beş misli artırıp, hasat edilen ürünün ya­rısını köylünün elinden almış, sonra da afyon üretimi için ge­leneksel ürünlerin yetiştiril­mesinin yasaklamıştı. 1770’de Bengal’de 10 milyon kişinin ölümüne neden olan kıtlık, 19. yüzyıla dek Hindistan’ı kasıp kavuran serinin başlangıcını oluşturdu. 1792’ye dek İngi­liz yönetimi altında açlıktan ölenlerin sayısı 22-33 milyona ulaştı. İngilizlerin hegemonya­sı altında geçen yıllar Hindis­tan’ın açlıkla sınandığı yıllardı ve toplamda 60 milyona yakın Hintli açlık ve bağlantılı sal­gın hastalıklar nedeniyle öl­dü. Özet olarak şunu diyelim; 1700’lerde İngilizler geldiğin­de Hindistan’ın dünya gayrı­safi hasılasındaki payı %25 idi, 1947’de bağımsızlık kazanıldı­ğında ise %2.

Şimdiki Ukrayna ve Rusya’nın Kuban bölgesinde suni olarak yaratılan kıtlık sebebiyle yaklaşık 8 milyon insan öldü. Holodomor sırasında donmuş patatesleri çıkarmak için çalışanlar.

Kendi coğrafyamıza baktı­ğımızda, Anadolu’nun da tarih içinde kuraklığa bağlı kıtlıklar­dan nasibini almış olduğu görü­lüyor. MÖ 1200 yılında Hitit­leri kavgalı oldukları Mısır’dan yardım istemek zorunda bıra­kacak denli büyük bir kıtlık ya­şanmıştı. Daha yakın tarihe gel­diğimizde 1873-1875 arasında Orta Anadolu’da yakın tarihi­mizin en büyük felaketlerinden biri yaşanmıştı. Ankara Valisi Mehmet Refet Paşa’nın yazdığı rapora göre Ankara’da yağmur­lar zamanında yağmamış, ekin­ler kuruyup telef olmuş, herkes telaşa kapılmış, evinde zahire­si olanlar dahi zahire ve ekmek almaya başlamışlardı. Bir yanda da sular azaldığı için değirmen­ler çalışmıyordu. El değirmen­leri imal ettirilmeye başlanmış­tı. Eylül ayına gelindiğinde kış mevsimi nakliyeyi güçleştirme­den ve yollar kardan kapanma­dan önce Orta Anadolu’nun her yerleşim birimi zahire bulup saklamaya çabalıyordu. Bu iki yıllık dönemde devlet, yaban­cı misyonerler ve halk elinden geleni yapmış olmakla birlikte yaklaşık 150 bin kişinin etkilen­diği, 20 bin kişinin ise açlık ne­deniyle ölmüş olabileceği söy­lenmektedir.

Bu ve benzeri kıtlık öyküle­rinden çıkardığımız ders doğa­nın hassas dengelerine dair hiç­bir şey bilmeden giriştiğimiz, onu yeniden şekillendirme pro­jelerinin sonuçlarını çok hızlı, çok geç ve çok acı verici şekilde fark ediyor olmamız. Bugün kıt­lık çoğumuzun yaşamına pek uzak görünüyor. Gerçekten öyle mi acaba? FAO’nun beslenme raporuna göre 963 milyon insan mutlak açlık sınırının altında yaşıyor. Bu konuyu araştırmayı sizlere bırakıp, büyüklerimizin bir deyişi ile bitirelim: “Açlıkla terbiye etme Allahım” derdi an­neannem. “İnsanı gördüğünden ayırma…”

1792’ye dek İngiliz yönetimi altında Hindistan’da açlıktan ölenlerin sayısı 22- 33 milyona ulaştı. Ama bu yalnızca başlangıçtı. 1873-74 kıtlığı sırasında bir deri bir kemik kalmış insanlar…