Aralık
sayımız çıktı

İnsanların insanlığı unuttuğu çağ

Beşeri bilimler dünyası, yeryüzünde yaşanan “insanlık durumları”na çare arıyor. Bilim insanları “beşerin şaştığı” günümüzde insanlığın parçalanmasını önleme ve barışı inşa etme gibi hayati konularda çözüm üretmek için uluslararası konferanslarda bir araya gelip bilgilerini paylaşıyor.

Dünyada bilim ve teknolojinin gösterdiği gelişmeler denince, doğal olarak fen bilim­leri anlaşılıyor, beşeri ve sosyal bilimler ikinci plana düşüyor. UNESCO bünyesindeki Sos­yal Bilimler Konseyi, zaman zaman küreselleşme ve sosyal bilimler odaklı konferanslar düzenliyor, yayınlar yapıyor.

Sosyal bilimler bir şekilde kalkınmaya çalı­şırken, beşeri bilimlerin durumu özellikle Batı dünyasın­da kaygı verici düzeylere indi. İşin ilginç tarafı Uzakdoğu ülkeleri bu konuda hassasiyet göstererek beşeri bilimlere özel fonlar ayırıyor. Boğaziçi Üniversitesi’ni ziyaret eden Pekin Üniversitesi üst düzey yöneticileri, dünyanın gidi­şatına bakıldığında teknoloji ve fen bilimlerinin daha da ağırlık kazanacağını ve bu alanlarda yetişecek kişilerin kültürsüz ve geçmişten habersiz yetişmemeleri için eği­tim programlarında beşeri bilimlerin özel olarak vurgu­landığını belirtmişlerdi.

Beşeri bilimlere öncelikli olarak yatırım yapan ülke­lerden biri de Kore. Bu çerçevede “Yeni Hümanizm” gö­rüşünü geliştiren UNESCO, 2011 yılında Kore Cumhuri­yeti’nin insiyatifi ile insanlığın parçalanmasını önleme, dünyada gelişme ve barışın temellerini inşa etme yo­lunda -küreselleşen dünyamızda yeni ekonomik, mali ve sosyal konularda karşılaşılan güçlüklerle gittikçe artan belirsizlikler karşısında- beşeri bilimlerin oynayabile­ceği role işaret etmişti. (http://unesdoc.unesco.org/ima­ges/0021/002130/213061e.pdf)

Bu konuları 2009’dan beri kendi bünyesinde tartışan UNESCO nezdindeki CIPSH (Uluslararası Felsefe ve Beşe­ri Bilimler Konseyi) 2017 Ağustos ayında Belçika’nın Liè­ge şehrinde bir Dünya Beşeri Bilimler Konferansı (WHC) planlamakta. Buna hazırlık mahiyetinde düzenlenen ma­halli konferanslardan biri de geçen Aralık ayında Pekin’de yapıldı. Burada, Liège konferansında ele alınması düşünü­len çevre, kimlik, kültürel çeşitlilik, kültürlerarası ilişkiler, kültürel miras, sınırlar ve göçler, tarih, hafıza ve siyaset, ge­çiş dönemindeki dünyamızda beşeri bilimler gibi konular üzerinde görüşler belirlendi.

Ardından gelen “İpek Yolunda Bilim ve Uygar­lık “ adını taşıyan konferansta, astronomi, hari­tacılık, felsefe, tıp tarihi konularında bir çok de­ğerli bildiriler sunuldu. Bu arada özellikle Arapça yazılmış astronomi eserlerinin Çin’e etkisinin 13. yüzyılda Moğollar devrinde Orta Asya ve İran’dan gelen Müslüman biliminsanları ile başladığını ve ayrıca İs­lamî takvimin de bu dönem Çin’e girmiş olduğunu ele alan bildiri ilgi topladı. Ayrıca Temür’ün torunu Uluğ Bey’in yıl­dız sayılarını tespitte kendisinden biraz önce yaşamış Çinli bilgin Guo Shoujing’den çok ileride olduğunu gösteren ça­lışma da gayet ilginçti.

Bu türlü çalışmalar sayesinde, astronomi bilimi üze­rinde yoğunlaşmış olan Merağa (İlhanlı), Semarkand gibi merkezlerdeki faaliyetlerle Çin bilimi arasındaki ilişki da­ha belirgin hale gelecektir. Günümüzdeki 5 Türk lirasında­ki portre olarak bilinen Aydın Sayılı da İslâm alemindeki rasathaneler (The Observatory in Islam, 1960) hakkındaki eseri ile Orta Asya rasathanelerini de incelemişti.

Konferansta ele alınan konulardan biri de inanılan mitolojiden, mantık yolu ile sorgulamaya, tartışmaya nasıl gidildiği yolunda idi. Yunanlı felsefe bilgini Byron Kaldis’in Aristo örneği ile sunduğu bildirisi, bizim gibi sözlü geleneği yoğun olan bir kültürde mitoloji, destan ve tarih arasında nasıl bir ayırım yapmak gerektiği ko­nusunda çok aydınlatıcı oldu. Bizde daha çok ikisinden biri doğru olarak kabul edilir, diğeri reddedilirdi. Eski­den yazılı kültür, eserler ağırlıklı idi, sözlü olan her şey reddedilirdi. Şimdi ise sanki sözlü kültür öne geçmiş gibi görünüyor. Üstelik bir de yazıya geçerse, gerçek gibi al­gılanıyor. Bir bakıma bunu insanların insanlığı unuttuğu çağda mantık yolunun önünün kesilmesi gibi görebiliriz. Aslında ister yazılı olsun ister sözlü olsun kaynaklarımı­zı ancak kritik bir bakışla ele alarak sorgulayıp tartışır­sak gerçeklere yaklaşırız.