Tarih boyunca kokulu maddelerin en yoğun kullanıldığı dönem, Roma İmparatorluğu dönemi. O kadar ki, bugün bile oransal olarak o dönemdeki kokulu madde kullanımına erişmemiz zor görünüyor. Ancak Romalıların da bu alışkanlığı diğer pek çok şeyde olduğu gibi Yunanlılardan öğrenerek geliştirdikleri bir diğer gerçek.
Her medeniyet birbirinden el alıyor elbette. Yunan medeniyeti üzerinde de Büyük İskender’in Acem seferinin etkisini unutmamak lazım. Kendisi de kokulara çok düşkün olan İskender, topladığı güzel kokulu bitki ve çiçek tohumlarını Atina’daki hocası Theophrastus’a yolluyor. ‘Botaniğin babası’ olarak bilinen Theophrastus da İskender’den gelenleride dahil ettiği botanik bahçesiyle uğraşıyor, içlerinde kokulu tanımlara da yer verdiği iki önemli eseri, dokuz ciltlik Bitkiler Üzerine İncelemeler (De Causis Plantarum) ve iki ciltlik Bitkilerin Tarihi Hakkında’yı (De Historia Plantarum) kaleme alıyor.
Parfümcü Kadın
Roma döneminde kokulu madde kullanımı günümüze kıyasla çok daha yaygındı. Parfüm dolduran kadın, Roma dönemi duvar resmi.
Hem yağ formunda parfümlerin ve parfümlü bakım kremlerinin üretildiği, hem de kokulu bitkilerin muhtelif kumaşı kokulandırmak için kullanıldığı Roma, sıkı bir ‘koku medeniyeti’. Çamaşırların yıkandıktan sonra lavanta çiçekleri atılmış su içinde dinlendirilmeleri de latince ‘yıkamak’ anlamına gelen ‘lavare’ kelimesinden bitkiye isim olan lavanda kelimesinin doğmasına neden oluyor.
Romalılarda hem kutlama, hem cenaze merasimlerinde kokulu yağ kullanımı aşırılığa kaçan boyutta ve yaşlı Plinius’un aktardığına göre İmparatorluk bütçesinde büyük gediğe yol açıp senatoda tartışmalara sebep oluyor bu israfa varan tüketim. Neron’un bir ziyafette bütün salonun zeminini gül yaprakları ile donattığı, ziyafet salonunun tavanına ise kanatları önceden kokulu yağlarla silinmiş kuşları saldığı, onların kanat çırpmalarından istifade ederek ortam kokulandırması yaptığı biliniyor.
Pek çoğumuzun aşina olduğu, cinsel çekim ve isteği arttıran muhtelif katkılara verilen genel
isim olan afrodizyak kelimesinin izini ise Yunan mitolojisinde buluyoruz. Yunan mitolojisinde Cronos’un kestiği Uranus’un penisini denize atmasıyla birlikte yükselen dalgaların beyaz köpüklerinden doğan Aphrodite’i Aphrodite yapan özellikler; yani aşk, erotizm, cinsellik ve baştan çıkarma, farklı dönem ve kültürlerde İştar, Venüs gibi farklı tanrıça isimleriyle birlikte çıkıyor karşımıza. Afrodizyak kelimesi ise Aphrodite’in adından türüyor ama koku yine başrolde meşhur sözcüğün doğumunda.
İLK AFRODİZYAK
Parfümü sürdü, güzeli götürdü
Meşhur hikayedir… Pheleus ve Thetis’in düğününe Eris çağrılı değildir. Buna içerleyen Eris ortalığı karıştırmak maksadıyla Hera, Athena ve Aphrodite’in bulunduğu köşeye bir elma atar. Uyumsuzluk Elması’nın üzerinde “en güzeline” ibaresi vardır. Yazı farkedildiği anda ortalık karışır zira güzel tanrıçaların üçü de elmayı kendisine yakıştırmaktadır. Hakem tayin edilen Zeus risk almak istemez, karar için Paris’i işaret eder.
Paris, Hera, Athena ve Aphrodite’le Kaz Dağları’nda buluşur. Hera’nın seçim vaadi Asya ve Avrupa kıtalarıdır. Ardından Athena çıkar ve “Sana bilgelik ve girdiğin tüm mücadelelerde zafer vaad ediyorum” buyurur. Son aday Aphrodite ise “Ey yakışıklı Paris, beni seçersen ölümlülerin içindeki en güzel kadını senin” diye seslenir. Her mantıklı erkek gibi Paris de sonuncu öneriye tav olur ve seçimini Aphrodite’den yana yapar.
Vaadler yerine getirilirken küçük bir pürüz çıkar ortaya. Ölümlülerin katındaki en güzel kadın Truvalı Helen Isparta Kralı Menelaus ile evlidir. Paris Helen’e aşık, ama çaresizdir. Nasıl aklını çelecektir bu güzel kadının? İşte tam burada Aphrodite devreye girer ve cariyelerinden biriyle sürünene dayanılmaz bir çekicilik bahşeden bir parfüm yollar Paris’e. Helen’in karşısında iki seçenek vardır: At, kan ve ter kokan Menelaus bir yanda, baştan çıkarıcı parfümünü sürmüş yasak aşk simgesi Paris öbür yanda! Afrodizyak kelimesini kültür dünyamıza armağan eden hikaye, Truva Savaşı’yla sürer…
Helène’in Kaçırılışı, Guido Reni, 1631. Louvre Müzesi, Paris.