Boğaziçi Üniversitesi hocası, fizikçi, tarihçi ve yazar John Freely, özellikle Osmanlı tarihi ve İstanbul üzerine yazdığı kitaplarıyla silinmez bir iz bıraktı.
John Freely, otobiyografik kitabı The Art of Exile’a (Sürgün Sanatı-2016) şöyle başlar: “Daha doğmadan seyahat etmeye başlamışım (…) Doğumumdan üç ay önce, annenim karnında, hayatımın ilk yolculuğuna çıkmışım, biletsiz”. 1926’da New York’ta mezar kazıcılığı ve tramvay vatmanlığı yapan bir baba ile temizlik görevlisi olarak çalışan bir annenin çocuğu olarak dünyaya gelen Freely, altı yaşına dek Atlas Okyanusu’nu dört kez geçmiştir bile.
Freely, babasının işsiz kalması üzerine annesiyle birlikte ve çocukluğunun büyük bir kısmını geçirdiği İrlanda’ya taşınmış, 17 yaşında denizci olarak 2. Dünya Savaşı’na katılmış, Çin ve Burma’da savaşmış, Dionysos ile Ariadne’nin Ege Denizi’ndeki adalarında soluklanmış ve 1960’larda ailesiyle yerleştiği İstanbul’da uzun yıllar yaşamıştır.
John Freely bir hikayeyi ya da bir kişiyi anlatırken, sabit tanımlı kimliklerin yetersiz kalacağının en etkileyici örneklerinden biriydi. O bir gezgindi ve aynı zamanda Osmanlı tarihi ve İstanbul üzerine pekçok dile çevirilmiş, aralarında Alaaddin’in Lambası, Prens Adaları, Kayıp Mesih Sabetay Sevi’nin İzini Sürerken, Saltanat Şehri İstanbul, Osmanlı Sarayı/Bir Hanedanlığın Öyküsü, İstanbul’un Bizans Anıtları, Cem Sultan/ Rönesans Avrupası’nda Tutsak Bir Şehzade, Evliya Çelebi’nin İstanbul’u gibi eserlerin bulunduğu 50’den fazla kitabın yazarıydı. 1972’de yayımlanan ilk kitabı Strolling Through Istanbul: A Guide to the City (İstanbul’u Gezmek İsteyenler İçin Bir Şehir Rehberi), halen İstanbul üzerine yazılmış en kapsamlı eserlerden biridir.
2. Dünya Savaşı bittikten sonra Oxford Üniversitesi’nde Orta Çağ Avrupası bilim dünyası üzerine araştırma yapmış, fizik ve astronomi üzerinde uzmanlaşmış bir akademisyendi. 1960’ta bir eğitmen olarak Robert Kolej’in fizik şubesinde ders vermeye başlamıştı. Üniversitelerin bilim üreten ve düşünmeyi öğreten kurumlar olarak önemini dile getirdiği şu sözlerle de, bu kurumların günümüzün tarihsel koşullarında karşı karşıya kaldığı tehlikenin altını çizmiştir: “Üniversite bir ticaret okulu değildir. O, size ‘zihnin yaşam kaynağını’ öğretir, yani düşünmeyi! Herkes bilgisayar mühendisi, doktor veya avukat oluyor… Ama üniversite eğitimi bu demek değildir. Üniversite size zihnin yaşam kaynağını vermelidir. O zaman düşünen bir insan olursunuz; sadece bir teknisyen, fizikçi ya da sosyal bilimler profesörü değil”.
Robert Kolej’de eğitmen olarak çalışan Freely, 1971’de Boğaziçi Üniversitesi’nin kurulma sürecine de tanıklık etti. 1900’lerin başında kolejde çalışan öğretmenler için inşa edilmiş Barnum House, şimdiki adıyla 8 No’lu lojmanda yaşadı. Dünyanın dörtbir yanında pek çok önemli gelişmeye tanıklık etmiş, kurduğu yakın arkadaşlıklarla pek çok kişinin yaşamına dokunmuş olan Freely, yakın dostlarından biri olan ressam rahmetli Ömer Uluç’un ifadesiyle “İstanbul’un hafızası”ydı.
John Freely’nin uzun süre yaşadığı bina, bugün Boğaziçi Arşiv ve Dokümantasyon Merkezi’ne ev sahipliği yapıyor.
(Boğaziçi Üniversitesi Arşiv ve Dokümantasyon Merkezi)