Kasım
sayımız çıktı

İtalyanlara sattığımız Osmanlı tarihî mirası

1826’da Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılmasından sonra, yay, ok, zırh, barut, fişek, kavuk, kılıç, kalkan, cirit, mızrak gibi malzemeler, fetihten beri askerî depo olarak kullanılan Aya İrini’ye kaldırılmıştı. 1800’lü yılların ortalarına doğru bir kısmı hediye edilen, bir kısmı hurda fiyatına Avrupalılara satılan bu orijinal malzemeden büyük bir koleksiyon, bugün Floransa’daki özel bir müzede sergileniyor.

ARZU TUTUK ALTUNAY

Floransa’nın hemen dışın­da, neredeyse bir orman büyüklüğündeki parka, güneş batarken soluk soluğa ulaştım ve müzenin kapıları kapanmadan içeri giren son zi­yaretçi olmayı başardım. Mas­kem, aşı kartım tamdı ve İtal­yanca konuşan gruba katıldım.

Müzenin koleksiyonu, Stibbert ailesine ait büyük malikanenin odalarında sergi­leniyor ve bu özel müze sadece kendi rehberi ile gezilebiliyor. Benim ilgimi çeken kısım­lar hemen başlangıçtaki oda­lar olduğu için rehberimizden izin aldım. Herkes gittikten sonra bu nefes kesen serginin ortasında Osmanlılara ait yay, ok, zırh, barut, fişek, kavuk, kı­lıç, kalkan, cirit, mızrak ve bu­nun gibi şaşkınlık verici askerî malzeme ile başbaşa kaldım.

Atı ve silahlarıyla aslına uygun şekilde yeniden giydirilmiş tam teşkilat bir sipahi.

Avrupa hükümdarlarına hediye edilmiş, ganimet alın­mış, savaş hatırası olarak ko­runmuş bu kıymetli silah ve eşya İstanbul’dan Floransa’ya, Stibbert ailesinin özel kolek­siyonuna nasıl eklenmiş? Bu­nu anlamak için Kostantiniy­ye’nin fethine gitmemiz gerek. Şehrin Osmanlı hakimiyetine geçmesiyle Aya İrini Kilisesi cebehane olmuş; silahların ko­runduğu, askerî malzemenin yığıldığı ve savaş ganimetleri­nin toplandığı bir depo olarak kullanılmaya başlanmış. Yeni Saray’ın surlarının dahilin­de bulunmasından dolayı da “iç cebehane” olarak tanım­lanmış. Kışlaları yapının he­men yakınında olan Cebeci­ler, buranın muhafızlığıyla ve silahların bakımını yapmakla görevlendirilmiş. Tahta çıkan her padişah, sarayı ve işleyişi­ni tanımak için burayı ziya­ret etmiş ve ganimet silahların özellikleri konusunda bilgilen­dirilmiş. Padişahlar bu eser­lerin korunması konusunda buyruklar da vermiş.

Peki zaman içinde büyüyen bu koleksiyonda neler varmış? Fatih’in kılıcı, Timurlenk’in pazı bandı, İskender’in kılıcı, Yeniçeri kazanları-kudümleri, Acem silahları ve okları, de­mir toplar, barutluklar, Abdül­hamid’e İtalyan kralının verdi­ği mızrak, İstanbul ve Gala­ta arasındaki zincir, muhtelif top-tüfek-revolver, Venedik ve Girit kılıçları, kalkan, yatağan ve daha birçok kıymetli askerî malzeme…

Geçmişten gelen ordu Birbirinden bağımsız zamanlarda toplanmış farklı askerî malzeme müzenin büyük bir odasında sergileniyor.

Aya İrini, 1726’da Dar-ül Esliha (Silahlar evi) adını al­mış. Bu yeni düzenleme bu­günkü anlamda gerçek bir mü­ze olmasa da, ilk defa bu gibi objelerin sergiye açılması açı­sından önemli bir adım. Ay­rıca Dar-ül Esliha’nın politik mesaj veren sembolik öneme sahip objelerin toplandığı bir merkez oluşturması da mo­dern müzecilik için bir kilo­metre taşı.

Vaka-i Hayriye’den (1826) bir süre sonra Yeniçeri Oca­ğı’nın kaldırılması ile idam edilen askerlerden kalan bir­çok tüfek, tabanca, kılıç, yata­ğan ve benzeri silah ile diğer askerî donanım bir depolama yeri olarak Aya İrini’ye hibe edilmiş. Bu sıralarda bina­nın “kubbelerine kadar silah­la dolduğu” rivayet ediliyor. 1839’da Aya İrini, Dar-ül Es­liha yerine “Harbiye Anba­rı” olarak anılmaya başlamış. Bina bir süre bu şekilde depo olarak kullanıldıktan sonra si­lahların Aya İrini’de tutulma­sında faydadan çok zarar gö­rülmeye başlanmış. Bir isyan hâlinde, kullanımda olmayan bu silahların isyancılar tara­fından ele geçirilme ihtimali gereksiz bir risk olarak görül­müş. Eski silahların yeni ordu için de bir işe yaramayacağı düşünülmüş ve depodaki as­kerî eşyanın parça parça dağı­tılmasına başlanmış.

Yerden tavana askerî malzeme Kılıçlar, kalkanlar, miğferler Stibbert ailesine ait malikanenin odalarını yerden tavana kadar dolduruyor.

Aya İrini’yi dolduran bin­lerce silah depodan çıkarılıp hurda demir fiyatına Avrupa­lılara satılmış. Vapurlar do­lusu Yeniçeri silahları Avru­pa’ya nakledilmiş. Bir şekilde önemli görülen bir takım silah ve eşya kalabilmiş (bunların birçoğu bugün üzerlerindeki Harbiye Anbarı işaretiyle ta­nınabilmektedir).

Sultan Abdülaziz ve 2. Ab­dülhamid dönemlerinde Aya İrini’de bulunan kıymetli si­lah-eşyanın bir kısmı da bazı Avrupa hükümdarlarına he­diye edilmiş, muhtelif yerlere nakledilmiş. İngiliz Morning Chronicle gazetesi 20 Haziran 1842 tarihli sayısında İstan­bul’daki büyük cephanelikten getirilmiş insan ve at zırhla­rıyla bazı başka eşyadan olu­şan koleksiyonun iki gün sü­recek açıkartırma öncesinde Oxenham Rooms’da sergilen­mekte olduğu haberini veriyor. Bunlar çok nadir eserler kabul edildiğinden, İngiliz hükü­metinin de bunları inceleyip Tower of London’daki millî koleksiyon için parçalar almak niyetinde olduğu belirtiliyor.

Bu hadise İstanbul’da ata­şelik de yapmış, diplomat ve gezgin Robert Curzon (1810- 73) tarafından şu şekilde kay­dedilmiş: “O yıllarda Kons­tantinopolis’te salgın hastalık vardı ve hastalıklı bir kargo­yu yüklemekten çekinen diğer gemilerin aksine bir Cenova gemisi bu silahlara talip ola­rak bunlardan gemilerinin al­dığınca bir miktarı hurda fiya­tına aldı. Cenova’ya vardıkla­rında yükü rıhtıma boşalttılar ve bunlara kimse talip olma­dı. Büyük bir kısım çocuklar tarafından oyun eşyası olarak götürüldü. Pek çok eski miğfer de çevrede yaşayan fakir yaşlı insanlar tarafından tencere ve çaydanlık olarak kullanılmak üzere toplandı. Kalanlar deni­zin tuzlu suyu ve kırılmalar­la yıpranmaya devam ederken bir Cenova beyefendisi tara­fından satın alınmıştır. Ben de bunları bu kişide buldum ve izin verdiği kadarını satın al­dım ancak kısa bir süre sonra kendisi zırhları dönemlerine uygun olarak düzenleme ko­nusundaki başarısız girişim­lerinden öyle bezdi ki satmayı düşündüğünden çok daha faz­lasını elden çıkarmaya karar verdi. Bazı parçalar Milano’da­ki bazı kişiler tarafından alın­dı, diğerleri İtalya’nın değişik bölgelerinden alıcı buldu. Geri kalanlar ise İngiltere’ye getiril­di” (Hewitt, 1859, s. 116- 117).

Dönemin askerlerinin giydiği zırhlar, kullandıkları koruyucu kıyafetler Floransa’daki Stibbert Müzesi’nin görülmeden geçilmeyecek parçaları…

Peki, Stibbert ailesi bu eş­yaya nasıl sahip oldu? O za­manda da simsarlar var mıy­dı? Müthiş bir servete sahip bu kişiye, bu eserlere ulaşa­bileceği bilgisi nasıl gitti? İs­tanbul’a hiç gelmiş miydi? Ta­mamen para sahibi olmanın getirdiği bir tesadüf ile mi sa­hip oldu yoksa bu envanter ile önceden bir ilgisi var mıydı da duyunca toplamaya girişti?

Frederic Stibbert (1839- 1906), 19. yüzyılda Floran­sa’nın en tanınan simaların­dan biri. Dedesi Giles Stib­bert, East Indies şirketinin ordusunda generalmiş ve aile servetinin oradan geldiği bi­liniyor. Anglo-İtalyan kökenli ailede büyüyen Frederic, eği­timini İngiltere’de tamamla­dıktan sonra Floransa’ya geri dönmüş ve son derece ak­tif, seyahatlerle dolu bir ha­yat yaşamış. 1869’da Süveyş Kanalı’nın açılışına gitmiş ve oradan dönerken birçok de­ğerli objeyi yanında getirmiş. Uluslararası bir eser toplayıcı olarak hayatını bu işe adamış. Rönesans dönemine ait müt­hiş bir koleksiyon da oluştur­muş ve bu da ailesine ait bu güzel evde sergilenmekte. Bi­zim Osmanlı silahlarına nasıl sahip olduğu, bu haberin ona nasıl ulaştığı ise meçhul.

Floransa’da iken Stibbert Müzesi’ne biraz daha erken saatte gidilmeli ve bu müthiş tarih-sanat arşivinin üzerine, yandaki devasa parkta da bir yürüyüş yapılmalı.