Askerî ve siyasi tarih “içerden bölünmüş” toplumların dış tehditlere karşı savunmasız kaldığını, bunların “harici mihraklar”ın saldırıları karşısında tutunamayıp kolaylıkla yıkıldığını gösteren sayısız örnekle doludur. Aslında bu gerçeğin farkına varmak için aman aman tarih bilmek de gerekmiyor.
Bizimki gibi mayın tarlasını andıran bir coğrafyada varlığını ilelebet sürdürme iddiasında olan bir devletin yöneticilerinin; birliğini geleceğe taşımak isteyen bir milletin fertlerinin her fırsatta gırtlak gırtlağa gelmekten kaçınmaları için asgari bir kolektif sağduyuya sahip olmaları yeterlidir. Oysa, en küçüğünden başlayarak hemen her sosyal, siyasal ve fiziksel çalkantı Türkiye’yi kamplara ayıran toplumsal fay hatlarını tetikliyor, açığa çıkan kötücül enerji memleketi maalesef temellerine kadar sarsıyor. Böyle giderse, milletçe kendi üzerimize çökmemiz için deprem gibi büyük doğal afetlere ihtiyacımız kalmayacak, kendi hakkımızdan kendimiz geleceğiz.
Geçen ay yaşanan, 41 vatandaşımızın canverdiği, sayısı 1500’ü geçen insanımızın yaralandığı Elazığ depremi bize bunları düşündüren.
Evet, şerden hayır da doğdu; kurtarma çalışmalarında dayanışmanın en dokunaklı örneklerine tanık olundu. Cansiparâne çalışan kurtarma ekipleri elele vererek yine mucizeler yarattı, zelzeleden saatler sonra enkazdan birçok depremzedeyi çıkardı. Türkiye’nin dörtbir köşesinden insanlar Elazığ’a yardım yetiştirmek için seferber oldu. Kimi maddi bağışta bulundu, kimi kamyonunu yardım malzemesiyle doldurup yollara koyuldu; komşu illerden vatandaşlar depremzedelere evlerini açtı. Ancak bunlar insan haysiyetine yakışmayan bazı hadsizlikleri halı altına süpürmeye yetmedi. Sosyal medyada deprem vergilerinin akıbetini soranları vatan hainliğiyle suçlayan trol saldırıları; devletin sorumluluklarını sorgulayanlara yüksek mertebeden yetkili fırçaları; Google’da rekorlar kıran ırkçı “Elazığ Kürt mü?” aramaları; zelzeleyi, çocuklarla evliliğin yasaklanmasına bağlayan kerameti kendinden menkul akademisyen yorumları… Ulusal dayanışmanın en kutsal örnekleriyle, Türkiye’nin köküne kibrit suyu serpmeye aday kamplaşmanın en utanç verici misalleri birarada varoldu Elazığ’da…
17 Aralık 1999 Gölcük depremi jeolojik olarak çok daha büyük bir hadiseydi. Elazığ depremine göre çok daha fazla can ve mal kaybına yol açmış, ardında dayanılmaz acılar, atlatılması zor travmalar bırakmıştı. Ancak bu felaket, istisnasız bütün toplumsal katmanları acıda, tasada ve umutta biraraya getirmişti. Birlikte yaşama iradesinin manasından yavaş yavaş uzaklaşan bireylere hem vatanın hem birbirlerinin kıyme- tini hatırlatmıştı. Çatlak ses çıkmamıştı, belki de o ses henüz icat edilmemişti.
Son derece hareketli ve tehlikeli jeolojik fay hatlarının bulunduğu ülkemizde, vakit geçirmeden ve külliyen bir deprem seferberliği ilan edilmesi; idarecilerin, biliminsanlarının ve halkın elele vererek yaklaşmakta olan zelzelelere hazırlanması artık tartışılmaz bir zorunluluktur. Ancak insan marifetiyle harekete geçen/geçirilen derin sosyal fay hatlarının varlığı çok daha endişe vericidir.