Bir zamanlar Beyoğlu’ndaki Japon oyuncakçı mağazasının ortaklarından olan Yamada Torajiro, 100 yıldan fazla bir zaman öncesinde İstanbul gözlemlerini kaleme almış, çizdirmişti. Yazar gördüklerini, okuduklarını ve duyduklarını çok ustaca birleştirerek sürükleyici bir seyahat, anı ve gözlem kitabı meydana getirmiş.
Yamada Torajirō’nun yazdığı, Prof. Dr. Selçuk Esenbel’in Japonca aslından Türkçeye çevirdiği Japon Aynasında Resimli Türkiye Gözlemleri (İş Bankası Kültür Yayınları) adlı eser, okurlara Beyoğlu’ndaki Japon oyuncakçı mağazasını hatırlatarak başlıyor. Evet, ben de çocuk hafızamla Japon mağazasını İstiklal Caddesi’nde bir pasajın girişinde gibi hatırlıyorum. Mağazanın vitrinlerine hayranlıkla ve ilgiyle bakmam yanında acaba oradan oyuncak alabilmiş miydik hatırlamıyorum; belki alamamışızdır.
Eser sizi 19. yüzyıl sonu 20. yüzyıl başı İstanbul’una götürüyor. Öte yandan çeviri, Esenbel’in titiz çalışması sonucu kitaba eklenen ayrıntılı açıklamalar ve yazarı o dönemin Japonya bağlamına oturtan geniş bir giriş bölümü sayesinde, okurun eserle bağ kurmasını sağlıyor.
Japon mağazasının ortaklarından olan yazar Yamada Torajirō (1866-1957), dikkatli gözlemleri ile sizi bazen bildiğiniz bazen de bilmediğiniz bir İstanbul’da gezdiriyor. Kitabı süsleyen Japon kara kalem (sumie) resimlerini, yazar bir ressama çizdirmiş. İstanbul’dayken topladığı kartpostallar ve Kodak marka fotoğraf makinesiyle çektiği resimlerin arasından Dersaadet’i (İstanbul) temsil ettiğini düşündüklerini çizim hâline getirtmiş, çizimleri yapan ressamı da denetlemiş. Fotoğrafları ise “atıma binip şehrin banliyölerinde pınar sularını avuçlarımla içtiğim, yandan çarklı vapurla seyrettiğim Boğaziçi’nin manzarasına hayran kaldığım zamanlarda çektim” diye takdim ediyor.
Yazar her ne kadar “bu derlemede sadece duyduklarımı, gördüklerimi çalakalem kaydettim” diyorsa da, gördüklerini, gözlemlerini, okuduklarını ve duyduklarını çok ustaca birleştirerek sürükleyici bir seyahat, anı ve gözlem kitabı meydana getirmiş. Kitap çeşitli kesimlerden İstanbulluların hayatını, saray, konak, sokak kültürünü genç Rum tulumbacı delikanlıları, dalyan balıkçıları, mesire yerlerinde salına salına yürüyen feraceli hanımlar ile fesli beyefendileri sevecen bir dille anlatır.
İstanbul’u gözlemlerken Yamada, zaman zaman kendi kültürü ile benzerlikler görür, ilişkiler kurar; örneğin lokumu Uzakdoğu’da bilinen bir Kore tatlısına benzetir veya Şeker Bayramı ile geleneksel Japon Yeni Yılı kutlamalarındaki aile ziyaretlerini birbirlerine benzetir. Kimi zaman da bazı özelliklerden sanki salt İstanbul’a mahsusmuş gibi sözeder. Sanırım eğitimli Japonlara hitap ettiği için, örneğin camiye girerken şadırvanda abdest alınmasını Japonya’da da tapınaklara girerken avlunun başında ufak bir havuz ve kepçelerle el yıkanmasına benzetmez; ibadethanelere ve evlere girerken ayakkabı çıkarılmasını “bizdeki” gibi bir ifade ile tanıtmaz. Ancak şadırvanı “el yıkama çeşmesi” olarak ifade etmesi, eğitimli okuyucunun bu bağlantıyı kuracağını düşünmüş olacağı hissini veriyor. Bu durumu İstanbul’daki sarayları anlatırken de görüyoruz; bunların Japonya’daki saraylara benzer ve farklı yanları hakkında bilgi sahibi olmuyoruz; herhalde “arif olan anlar” diye düşünmüştür.
Öte yandan Topkapı Sarayı’na “Seraglio” demesi kadar, “kanlı Ortaçağ menkıbeleri” şeklindeki İstanbul fethi ve Ayasofya hikayeleri, onun bu konularda yaptığı okumalar yanında o dönemde bu türlü söylencelerin yaygın olduğu izlenimi vermektedir. Bazen de örneğin Topkapı Sarayı ve diğer saraylarla ilgili olarak söylediklerinde gözlemden çok bilgi ile karşılaşınca bunların bir kitaptan alınmış olduğunu anlarız. Esenbel onun “izlenimlerini klasik Çince terkiplere dayalı Japonca kavramlar bularak ifade etmiş” olduğunu belirtir.
Yamada, Japon millî inancı Şintoizm yanında Konfüçyüsçü felsefe ve edebiyat ile Batı kültürünü birarada yaşayan ve yaşatan, Esenbel’in “kadim ile modern arasında” diye tanımladığı bir kuşağa mensuptu. Bu ifade bizde de Yahya Kemal Beyatlıların kuşağı için geçerlidir. Yahya Kemaller bir taraftan Arap ve Farsça ifade, imge ve betimlemelerin yoğun olduğu Osmanlıca divan edebiyatını, diğer taraftan da Fransızca yoluyla Batı edebiyatını kendi bünyelerinde meczetmiş aydınlardı. Sonrasında biz, arada kalmak yerine seçim yaptık. Bu durum, “acaba Japonlar ne gibi seçimler yaptılar?” sorusunu akla getiriyor.