Kasım
sayımız çıktı

Kafkas harekâtı: Ardahan ve Kars’ın Türkiye’ye katılması

Rusya, 1917’nin Şubat ve Ekim aylarındaki devrimlerden sonra Doğu cephesindeki harekatı durdurdu. Kafkasya cephesinde savaşın başlangıcından değil, 1878’den beri kaybedilen toprakları geri almak isteyen Osmanlı ordusunun ileri harekatı ise 12 Şubat 1918’de başlayacaktı. Bölge, 16 Mart 1921’de imzalanan Moskova Antlaşması’yla Batum hariç Türkiye’nin olacaktı.

Rusya’da 1917 Şubat Devri­mi’yle birlikte Doğu Ana­dolu’daki Osmanlı-Rus cephesine tam bir sessizlik ha­kim olmuştu. İki taraf da savaşa hazır bekliyor, ama tek bir kur­şun bile sıkmıyorlardı. Yaz ayla­rında Rus ordusunun emir-ko­muta zincirinin iyiden iyiye kı­rılmış olduğu ortaya çıktı. Hatta birçok Rus askerinin silahsız olarak Türk siperlerine doğru gelip, ekmek ve tuz vererek barı­şı kendi başlarına sağlamaya ça­lıştıkları görüldü.

Ancak Bolşevik Devrimi’n­den sonra işler karmaşıklaştı. Rus ordusunun çok büyük bir bölümünde Bolşevik sempati­zanları hakimdi, zira Bolşevik hükümetinin ilk yaptığı işler­den biri, savaşı sonlandıracağını açıklamak olmuştu ancak bölge, Bolşevik hükümetini tanımayan; Azerî, Ermeni ve Gürcülerden oluşan Kafkasötesi Komiserli­ği’nin denetimindeydi. Nitekim bu komiserlik, İttifak Devletle­ri’yle Rusya arasında hemen 15 Aralık 1918’de Brest-Litovsk’da imzalanan bırakışmayı da tanı­mamış, Osmanlı tarafındaki 3. Ordu Komutanı Vehip (Kaçı) Paşa ile 18 Aralık’ta ayrı bir bıra­kışma imzalamıştı. Bu yüzden, Brest-Litovsk’da ertesi hafta başlayan barış görüşmeleri, Do­ğu Anadolu-Kafkasya bölgesi hakkında herhangi bir etki yap­mayacak gibi gözüküyordu.

Brest Litovsk Antlaşması’ndan (3 Mart 1918) bir sayfa.

O günlerde Türk tarafında ise ciddi ve gergin bir hava esi­yordu. Zira barış bile imzalan­sa, eve dönülmeyecekti. Osmanlı Devleti için henüz savaş bitme­mişti. Ama asıl önemlisi, bir ileri harekât söz konusuydu, çünkü Osmanlılar 1914’ten beri yitiri­len toprakları hemen geri almak istiyordu. Bu isteğin Bolşevikler­le bir sorun yaratması sözkonu­su olamazdı gerçi. Bolşeviklerin öne sürdükleri barış koşullarının belki de en önemlisi, 1914 sınır­larına geri dönülmesi, yani kim­senin kimseden toprak almama­sıydı. Ne var ki Osmanlı Devleti, bununla yetinmek niyetinde değildi. Rusya’nın 1878’de almış olduğu toprakları da istiyordu. Osmanlı resmî yazışmalarında “Elviye-i Selâse”, yani “Üç San­cak” denilen Ardahan, Batum ve Kars Sancakları’nın da kurta­rılması gerekiyordu. Bu istekler ise, Ruslarla olmasa da Gürcüler ve Ermenilerle savaş demekti.

Brest-Litovsk’da işler uza­dıkça uzadı. Gerçi Bolşevikler savaşı bitirmeyi gerçekten isti­yorlardı. Hatta ordularını da kıs­men terhis ettiler. Ama Alman­ya’nın dayattığı barış koşulları­nı da reddediyorlardı. “Ne savaş, ne barış” deyimiyle özetlenen bu durum, Doğu Anadolu’daki Rus ordusunun tümüyle dağılması sonucunu doğurdu. Sabırları tü­kenen Rus askerleri cepheyi ter­kedip, ellerini kollarını sallaya­rak evlerinin yolunu tutmuştu. Kalan az sayıda subay ise, çarça­buk oluşturulan Gürcü ve Erme­ni ordularında göreve başladılar.

Bu arada, Bolşevik hüküme­tini barış imzalamaya zorlama politikası güden Almanya, Uk­rayna içlerine, Kırım’a ve Pet­rograd’a doğru ilerleme kararı aldı. Bu politikaya başından beri katılan Osmanlı Devleti de barı­şın imzalanmasını beklemeden üç sancağı ele geçirmeye karar vermişti. Fakat Alman politika­sındaki çelişkiler bu harekâtı biraz geciktirdi. Zira Osmanlı isteklerini destekleyen bazı Al­man yetkililer olmasına karşın Almanya, Osmanlı Devleti’nin Kafkasya’ya girmesine karşı çı­kıyordu. Bunun da iki nedeni vardı: bir yanda Almanya, Kaf­kasya’nın yeraltı zenginliklerini kendisi için istiyor, diğer yanda ise Ermeniler ve Gürcüler, olası bir Osmanlı harekâtını engelle­mesi için Almanya’dan yardım talep ediyorlardı. Sonuçta Os­manlılar, bu sorunu bir oldubit­tiyle aşmaya karar verdiler ve 23 Ocak 1918’de alınan emir doğ­rultusunda Doğu Anadolu’daki ordulara ileri harekât için yeni bir düzen verildi.

İleri yürüyüş Kafkas harekatı başlangıcında ileri yürüyüşe geçmiş olan Osmanlı askerleri. Batum Konferansı’nda Osmanlı tarafını temsil eden Adliye Nazır Vekili Halil Menteşe Bey.

Kafkasya ve İran üzeri­ne yürüyecek olan 3. Ordu-yı Hümâyûn, harekâtın başlangı­cında Tirebolu-Kemah çizgisin­de konuşlanmıştı. Kuzeyde bulu­nan II. Kafkas Kolordusu, Yakup Şevki (Subaşı) Paşa komutasın­da Bayburt-Erzurum üzerinden Gürcistan’a doğru yürüyecek, güneydeki I. Kafkas Kolordu­su ise, Albay Kâzım Karabekir komutasında Erzincan ve Er­zurum üzerinden Kars’a ve Er­menistan’a doğru ilerleyecekti. 3. Ordu’ya bu harekât için 2. Or­du’dan ayrılarak eklenen en gü­neydeki IV. Kolordu’nun da Ali İhsan (Sabis) Paşa komutasında Malazgirt üzerinden Ermenis­tan-İran sınırına doğru ilerleme­si planlanmıştı.

Bazı eşkıyalık olaylarını ve Müslüman ahaliye yapılan sal­dırıları bahane eden Osmanlı ordusu, 12 Şubat 1918’de bıra­kışmayı bozarak ileri harekâta başladı. Ertesi gün Erzincan, 25 Şubat’ta Bayburt alındı. Er­zurum’un alınması ise, Erme­ni ordusunun inatçı savunması nedeniyle, 12 Mart’ı bulacaktı. Erzurum’dan sonra harekât üç koldan, üçü de 1914 sınırlarının dışında kalan Artvin, Oltu ve Sa­rıkamış yönlerinde sürdü. Os­manlı ordusu, Mart ayı sona er­meden 1914 sınırına varmıştı.

Bu görsel boş bir alt niteliğe sahip; dosya adı image-675-243.jpg

Adliye Nazır Vekili Halil Menteşe Bey

Askerî harekât sürerken oldukça yoğun bir diplomatik hareketlilik de yaşandı. Kafkas sötesi Komiserliği, Osmanlı or­dusu Erzurum’a doğru ilerler­ken, Trabzon’da yapılacak barış görüşmelerine davet edilmişti. O sıralarda Azerbeycan, Erme­nistan ve Gürcistan’dan oluşan Kafkasötesi Konfederasyonu ku­rulmuş, “Seim” olarak tanınan parlamentosu da 23 Şubat’ta açılmıştı. Söz konusu parlamen­tonun Trabzon’a gelen temsil­cileri 1914 sınırlarını tanımaya yatkınlardı. Ancak görüşmeler başlamadan önce Brest-Lito­vsk’da imzalanan barış antlaş­masının (3 Mart) haberi alındı. Bu antlaşma Ardahan, Batum ve Kars Sancakları’nı Osmanlı Devleti’ne bırakıyordu. Osmanlı heyetinin başkanı Albay Hüse­yin Rauf (Orbay) Bey, Kafkasö­tesi Konfederasyonu temsilcile­rinden Brest-Litovsk’da varılan antlaşmaya uymalarını istedi. Azerîlerin buna bir itirazı yok­tu. Ancak Ermeniler ve Gürcü­ler direndiler. Trabzon’daki gö­rüşmeler böylece bir ay kadar sürüncemede kaldıktan sonra herhangi bir sonuç alınamadan bitti. Kafkasötesi delegeleri 14 Nisan’da Trabzon’dan ayrıldı. Aynı gün, Tiflis’teki hükümetle­ri Osmanlı Devleti’ne savaş ilan ediyordu.

Bu savaş ilânı fiilî bir duru­mun hukukîleşmesinden başka bir şey değildi, zira neredeyse iki haftadır savaşılıyordu. Mart sonlarında 1914 sınırı üzerinde duran Osmanlı ordusu, Trabzon görüşmelerinden bir sonuç çık­mayacağının anlaşılması üzeri­ne 3 Nisan’da sınırı geçmişti. II. Kafkas Kolordusu’na bağlı tü­menler, görece zayıf olan Gürcü direnişini kırıp, bir yanda Arda­han’a, diğer yanda da Batum’a doğru hızla ilerlediler.

Devrimden önce Rus askerleri Doğu cephesinde Rus askerleri. Duruşlarından ve kılık kıyafetlerinden fotoğrafın devrimden öncesine ait olduğu

14 Nisan’da Batum alındı. Güney bölgesinde I. Kafkas Ko­lordusu’nun ilerleyişi ise hem yapılan bazı hatalar hem de Er­menilerin çetin savunmaları yüzünden, daha yavaş oldu. Her ne kadar Sarıkamış 5 Nisan’da alındıysa da, buradan birçok Er­meni askerinin Kars’ı savun­mak üzere geri çekilmesine en­gel olunamamıştı. Bu durum ise Kars’a yapılacak saldırı için da­ha dikkatli hazırlanma ve daha büyük çapta bir kuvvet toplama gereksinimi doğurdu. Nihayet 19 Nisan’da başlayan taarruz 26 Nisan’da Kars’ın alınmasıyla so­na erdi. Böylece Osmanlı ordusu, Nisan 1918 sonlarında Elviye-i Selâse’nin tamamını işgal etmiş oluyordu.

Karşılıklı yapılan nabız yok­lamaları sonucunda, yeniden barış görüşmelerine oturuldu. Barış konferansı bu kez Osman­lı işgalindeki Batum’da 11 Ma­yıs’ta başladı ve beklendiği gibi gene uzun sürdü. Bunun bir ne­deni, Adliye Nazır Vekili Halil (Menteşe) Bey başkanlığında­ki Türk heyetinin, son çatışma­lara neden olmaları dolayısıyla Gürcistan’dan daha fazla toprak istemesiydi. Osmanlı Devleti, hem bir tür savaş tazminatı ola­rak hem de yöre halkından bazı Müslümanların isteği doğrul­tusunda, 1829’daki Edirne Ant­laşması’yla Rusya’ya terkedil­miş olan Ahıska ve Ahılkelek nahiyelerini de istiyordu. İkinci bir neden ise, Kars’ı kaybetmeyi içine sindiremeyen ve o sıralar­da Almanya ile iyi ilişkiler ge­liştirmekte olan Ermenistan’ın, Brest-Litovsk Antlaşması’na uymak istememesiydi. Bu ikinci neden, askerî müdahalenin yeni­den başlamasına neden oldu.

Osmanlı ordusu, 15 Mayıs’ta 1877 sınırını geçerek kuzeyde Gümrü ve Karakilis, güneyde ise Erivan yönünde taarruza baş­ladı. Ermeni kuvvetleri bu sefer daha güçlü bir direniş gösterdi­ler. Kuzeyde Karakilis’te, güney­de ise Erivan’a giden demiryolu üzerindeki Serdarabat’ta başarılı da oldular. Ancak, sayıca üstün Osmanlı ordusunun inatla ta­arruza devam etmesi, Erivan’ın da Osmanlıların eline geçme olasılığı ve Ermenistan’da açlık başgöstermesi sonucunda, bıra­kışma istemek zorunda kaldılar. Osmanlıların Karakilis üzerin­den Tiflis’i de tehdit eder du­ruma gelmiş olmaları, bırakış­manın Gürcüler tarafından da istenmesinde rol oynadı. Aynı günlerde Kafkasötesi Konfede­rasyonu da dağılmış, bağımsız bir Azerbeycan, Ermenistan ve Gürcistan kurulmuştu. Sonuç olarak bu ülkelerle Batum’da 4 Haziran tarihinde birer barış antlaşması yapıldı. Elviye-i Selâ­se için yapılan savaş sona ermiş, durum Güney-Doğu Kafkasya’da görece normale dönmüştü.

Osmanlı Devleti’nin Elviye-i Selâse’yi ilhakı için artık yapıl­ması gereken tek şey, Brest-Li­tovsk Antlaşması’nda öngörülen plebisitti. Bütün Haziran ayı bo­yunca ve Temmuz’un başların­da bölge nüfusunun saptanması ve seçmen listelerinin hazırlan­ması için çalışıldı. Bütün bu ça­balar, bölgede henüz idarî yapı oluşmadığı için, silâhlı kuvvetler tarafından yürütüldü. Zaten El­viye-i Selâse işgalin başlangıcın­dan beri sıkıyönetim altındaydı. Ancak bu tespit çabası boyun­ca, sonra da plebist sırasında Brest-Litovsk Antlaşması’nın öngördüğü komşu ülke gözlem­cilerinin bulunmasına izin veril­medi. Bu durum, hemen o gün­lerde ve sonrasında Ermenis­tan ve Gürcistan’ın itirazlarına ve plebisiti kabul etmediklerine ilişkin beyannameler yayınlama­larına neden oldu. Moskova’daki Bolşevik hükümeti de ne Batum Antlaşması’nı ne de plebisit so­nucunu kabul edeceğini açıkladı.

Ermeni gönüllüler Rus ordusuna destek veren Ermeni gönüllüleri savaşın başından itibaren Osmanlı ordusunun gerilerini tehdit etmişti.

14 Temmuz 1918’de yapılan ve 19 yaşından büyük erkeklerin oy kullandığı plebisitte ise top­lam 87.048 oyun 85.129’u Elvi­ye-i Selâse’nin Osmanlı İmpa­ratorluğu’na katılması yönünde çıktı. Bunun üzerine Bakanlar Kurulu, Elviye-i Selâse’den bir “Batum Vilâyeti” oluşturdu, ama yeni vilâyetin başına vali yerine bir mutasarrıf atandı. Osmanlı Devleti’nin bu son Batum Mu­tasarrıfı, Darülfünûn reformu sonrasında İstanbul Üniversite­si Rektörlüğü’ne getirilecek olan Cemil (Bilsel) Bey’dir.

Bilindiği gibi Elviye-i Selâ­se’nin Osmanlılığı çok sürmedi. Mondros Bırakışması sonrasın­da Osmanlı ordusunun bölgeyi boşaltıp 1878-1914 sınırına çe­kilmesi istendi. Buna itiraz eden ve bölgedeki ilk direniş örgüt­lenmesine destek veren 9. Ordu Komutanı Yakup Şevki Paşa, da­ha sonra İngilizlerce tutuklanıp Malta’ya götürülecekti. Yönetim de böylece Ermenistan’a ve Gür­cistan’a devredilmiş oldu. Millî Mücadele’nin başlangıcında TBMM Hükümeti ile Bolşevik Rusya arasında oldukça yoğun pazarlıklara konu olan bölgeyi, Bolşevikler bırakmak istemi­yorlardı. Moskova’nın hep tek­rarladığı iddia, Brest-Litovsk’da imzalanan barışın tehdit altın­da, zorla yapıldığına ilişkindi. TBMM Hükümeti de, Kafkasö­tesi’nin er veya geç Bolşeviklerin eline geçeceğini öngördüğünden, ayrıca buna ihtiyacı da olduğun­dan, uzun bir süre Elviye-i Selâ­se’ye karşı herhangi bir harekâta girişmekten kaçındı. Üstelik An­kara, Bolşevik Rusya’nın da bir­çok nedenden ötürü Türkiye’ye ihtiyacı olduğunu anlamıştı ve sorunun diplomasi yoluyla çö­züleceğine inanıyordu. Nitekim öyle oldu.

Sonunda Moskova, Batum kendisinde kalmak şartıyla An­kara’ya olumlu yanıt verince, Doğu Cephesi Komutanı Kâzım Karabekir Paşa, Batum hariç bü­tün Elviye-i Selâse’yi Türkiye’ye katan harekâta girişti. Bu top­raklar, 16 Mart 1921’de imzala­nan Moskova Antlaşması’yla ke­sin olarak Türkiye’nin olacaktı.

TÜRK-ERMENİ SAVAŞI (3-5 NISAN 1918):

Şevket Süreyya Aydemir’in
kaleminden, Sarıkamış

Bir infilâk arasında ve buz tutmuş bir zemin üstünde atımın devrildiğini hatırlıyorum. Birkaç defa gözlerimi açtığımı, sonra gene kendimi kaybettiği­mi de biliyorum. Son defa kendi­me geldiğim zaman gördüm ki, karların üzerinde yalnız yatıyor­dum. Bölük, sıhhiye kollarının beni kaldırmasına vakit kalma­dan geri çekilmişti. Şimdi iki tarafın piyade ve makinalı tüfek kurşunları üzerimden aşıyordu. Ayağımı kımıldatamıyordum… Yaralanan ve şahlanan at, buz üzerinde kayıp devrilirken sol ayağım atın altında kalmış, kırılmıştı.

O sırada sadece şunu düşü­nebiliyordum: Birliğim tekrar ilerleyemez ve hatta biraz daha geri çekilirse, tabii düşman ilerleyecek ve ben düşman eline düşecektim. Esirlik bekleyemez­dim. Çünkü bu yaptığımız savaş­ta esirlik diye bir kaide yoktu. Esirin kaderi her iki tarafta da feci bir ölümdü.

… Tabancamı yokladım. İçinde iki kurşun kalmıştı… Şimdi onu göğsümün üstünde sıkarken, artık esir edileme­yeceğimi biliyordum. İnsanın, icabında kendisini öldürebil­mek imkânının ve hürriyetinin nasıl paha biçilmez bir saadet duygusu verebileceğini o gün orada, iki ateş ortasında ben de duydum.

Suyu Arayan Adam (1959)