Eski Suriye, Mısır, Yunan, Roma’dan bugüne kökü, kabuğu, meyvesi ve yaprağının değişik rahatsızlıklarda balgam ve idrar söktürücü, iştah açıcı, cinsel gücü artırıcı, ağrı kesici olarak kullanıldığı biliniyor. Türkler bu bitkiyle büyük olasılıkla Anadolu’ya gelince tanıştı. Şimdilerde “kapari” diye yabancı bir söyleniş şeklini benimsedik. Zira arada turşusunu yapmayı, dolayısıyla adını da unuttuk; nice sonra onu yabancı tariflerle mutfağımıza dönünce hatırladık.
14. yüzyılda Kebere
Bağdatlı hekim İbn Butlan’ın 14. yüzyılda kaleme aldığı Takvim es-sıhha’da (Tacuinum Sanitatis) kebere maddesi…
Akdeniz’in çocukları üzümdü, zeytindi, enginardı diye sayılırken en has evlatlarından biri olan, sessiz sakin “kebere” hep es geçilir nedense. Zeytin kadar, hatta ondan daha da zorlu koşullara dayanabilen, bir duvar çatlağına yerleşip dallarını aşağı sarkıtarak mutlu olabilen, bir damla su ve besin için kazık köklerini 40 metreye kadar daldırabilen becerikli, dayanıklı ve kanaatkar bir çalıdır kebere. Kardeşi zeytin gibi binlerce yıl yaşamaz. Olsun olsun en fazla 40 yıldır ömrü ama her sene o güzelim çiçekleriyle Mayıs ayından sonbaharın başına dek bayırları, kayalıkları, harabeleri, yıkık duvarları şenlendirir.
Yazının devamını okumak için #tarih‘in Ocak-Şubat 2022 sayısını bayinizden satın alabilirsiniz.