MERİN SEVER
Bir yüzyıla yayılan birçok devrim, ayaklanma ve iç savaştan mürekkep “İngiliz Devrimi”, Moore’dan Skocpol’a devrimler üzerine çalışan birçok araştırmacının odağında oldu. İngiliz Devrim(ler)i’nin önce tüm bir Avrupa’yı yüzyıllarca sarsacak devrimler dalgasını başlatan, sonrasında kapitalizmi doğuracak değişim dalgasını yaratan özellikleri düşünüldüğünde, onun tarihçiler ve devrim sosyologları için niçin bu kadar cazip olduğunu anlamak zor değil. 17. yüzyıl İngilteresi üzerine çalışan isimlerin en ünlülerinden biri olan Marksist tarihçi Christopher Hill’in başyapıtlarından biri kabul edilen ve İletişim Yayınları’ndan çıkan tarih araştırması İngiltere’de Devrim Çağı, işte bizi bu devrimler dizisinin ayrıntılarını görmeye çağırıyor. Tudor Hanedanı’na mensup 1. Elizabeth’in ölüp Stuart Hanedanı’ndan gelen 1. James’in başa geçtiği 1603 yılından başlayarak, bizi “siyaset[in]; yarar, deneyim ve aklı selim terimleriyle tartışılan ve artık Tanrısal Haklar, metinler ve antika araştırmalarla bağlı olmayan ussal bir inceleme alanı” haline geldiği 1714 yılına kadar sürecek bir yolculuğa çıkaran Hill, vakanüvislerin -“buzdağının görünen kısmı” dediği- tarihin yalnızca belli bir bölümünü gösterdiklerini, bir tarihçi olarak kendi görevinin ise “olayların anlatısını yapmak değil, ne olup bittiğini açıklamak” olduğunu söylüyor. Kitabın amacının krallar ve kraliçelerin tarihini anlatmak olduğu kadar, “sıradan İngiliz erkek ve kadınlarına ‘ne olduğunu’ kavramak için bilinen olayların derinine nüfuz etmek” olduğunu belirtiyor.
İngiliz devrimlerinin Avrupa’daki devrimler dalgasını başlattığını düşünürsek, Türkiye’de “devrim” denince neden akla ilk gelenin Fransız İhtilali olduğu sorusu aklımızı kurcalayabilir. Aslında bu yalnızca Türkiye’ye has bir durum değildir ve İngiliz Whig tarihçilerin yalnızca 1688 Şanlı Devrimi’ne odaklanıp yüz yıla yayılan diğer “kanlı” olayları bilinçli biçimde geride tutmalarıyla da yakından ilişkilidir. Nitekim Fransız İhtilali resmî tarihin işlevselci seçimiyle eğitim müfredatlarında kendine bir yer edinmiş bulunsa da, onu da “Büyük Korku/Terör dönemi” diye adlandırılan süreçleriyle birlikte değil, ağırlıklı olarak başlangıcı ve “şanlı sonuçları” ekseninde okuruz. Oysa ne Fransız Devrimi bir gül bahçesidir, ne de İngiliz Devrimi yalnızca “şanlı” kısımlardan ibarettir… Hill’i bu konu üzerine çalışan diğer tarihçilerden ayıran da, onun 1688’e giden yolu döşeyen taşları ayrıntısıyla betimlemesi. Bu bağlamda kitabı 1603-1640, 1640-1660, 1660- 1688 ve 1688-1714 yıllarına göre dört bölüme ayıran yazar, spesifik olaylarla başlayan ve noktalanan bu dört dönemi ele almadan İngiliz devrimler çağını layığıyla anlayamayacağımızı işaret ediyor adeta.
Hill’in böyle bir dönemleme seçmesinde, tarihî gerçeklikleri sosyal yönüyle de işaret etmeyi önemseyen yaklaşımının etkisi büyük. Toprak sahibi üst sınıf ve toprağı işleyen daha alt sınıfın (gentry ve yeoman) artan ekonomik gücünü fiiliyata dönüştürecek yer aradığı için krala karşı Parlamento’yu desteklediği gerçeğini yahut onların tarım alanlarına el koyup köylüleri yerlerinden etmelerinin yarattığı sonuçları anlamadan Endüstri Devrimi’yle hız kazanacak kapitalizmin doğuşu anlaşılabilir mi? Hill’e göre, bunun cevabı açık bir “hayır”. “Mülk sahibi insanlar özgürlüğü –keyfî vergilendirmeden ve keyfî tutuklamadan, dinsel zulümden kurtulma özgürlüğünü; ülkelerin kaderini seçilmiş temsilcileri kanalıyla kontrol etme özgürlüğünü; alma ve satma özgürlüğünü kazandılar. Ayrıca copyholder’ları ve kulübe sakinlerini topraklarından zorla çıkarma, köyler üstüne terör estirme, açık pazardan himayesiz işgücünü kiralama özgürlüğünü elde ettiler.” (s. 378) Doğrusu, İngiliz devrimlerinin Fransız İhtilali’nden ayrıldığı yer tam da burasıydı. İngiliz asilzadelerinin kendileri birer tüccara dönüşerek kralın dağıttığı tekel beratlarına (Tabii kendisine verilmediği sürece!), ona danışılmadan konan vergilere karşı savaşıp yükselen burjuvaziyle birlikte sesini Parlamento’da duyurmayı amaçlarken Fransız soyluları ticaretle uğraşmayı hâlâ alçaltıcı bir iş sayıyordu. Fransız saray gelirleri ise ağırlıklı olarak soyluluk ve makam satışlarından sağlanıyor, üretime aktarılan sermaye birikimine pek rastlanmıyordu. Fransa, üç zümrenin ayrıştığı ve 3. Zümre’nin ruhban, kral ve asillere karşı savaştığı bir ihtilal örneği sunarken, İngiltere’de, “ülke ve saray arasında” bir bölünme vardı. Vergiler, tekel beratları, büyüyen ticaret loncaları, tüccarlaşan asilzadeler, varsıllaşan rençperler, ilk kez liyakatin önem kazandığı Yeni Model Ordu ve düşünsel anlamda başka bir dünya özlemini dile getiren Leveller, Digger, Quaker gibi eşitlikçi cemaatlerin ilham verdiği İngiliz devrimleri, aslında 1688’e gelene kadar birçok kanlı olaya, 1. Charles’ın idamına, iç savaş ve karışıklık yıllarına denk düşer. İşte, Hill’in okuruna göstermeyi seçtiği manzara da tam olarak bu. Kim bilir, kimi tarihçilerin vurgulamayı çok sevdiği İngiltere’nin “demokratik” geçmişinin ve “barışçıl” devrimlerinin sırrını, belki de işi bir kralın kafasının kesilmesine vardıran olaylarda aramak gerek…