Kasım
sayımız çıktı

Kapitalizmin doğum sancıları

MERİN SEVER

İNGİLTERE’DE DEVRİM ÇAĞI 1603-1714

Bir yüzyıla yayılan bir­çok devrim, ayaklanma ve iç savaştan mürek­kep “İngiliz Devrimi”, Moo­re’dan Skocpol’a devrimler üzerine çalışan birçok araştır­macının odağında oldu. İngiliz Devrim(ler)i’nin önce tüm bir Avrupa’yı yüzyıllarca sarsa­cak devrimler dalgasını baş­latan, sonrasında kapitalizmi doğuracak değişim dalgasını yaratan özellikleri düşünüldü­ğünde, onun tarihçiler ve dev­rim sosyologları için niçin bu kadar cazip olduğunu anlamak zor değil. 17. yüzyıl İngiltere­si üzerine çalışan isimlerin en ünlülerinden biri olan Mark­sist tarihçi Christopher Hill’in başyapıtlarından biri kabul edi­len ve İletişim Yayınları’n­dan çıkan tarih araştırması İngiltere’de Devrim Çağı, işte bizi bu devrimler di­zisinin ayrıntılarını görmeye çağırıyor. Tudor Hanedanı’na mensup 1. Elizabeth’in ölüp Stuart Hanedanı’ndan gelen 1. James’in başa geçtiği 1603 yılından başlayarak, bizi “si­yaset[in]; yarar, deneyim ve aklı selim terimleriyle tartı­şılan ve artık Tanrısal Haklar, metinler ve antika araştırma­larla bağlı olmayan ussal bir inceleme alanı” haline gel­diği 1714 yılına kadar süre­cek bir yolculuğa çıkaran Hill, vakanüvislerin -“buzdağının görünen kısmı” dediği- tari­hin yalnızca belli bir bölümü­nü gösterdiklerini, bir tarih­çi olarak kendi görevinin ise “olayların anlatısını yapmak değil, ne olup bittiğini açık­lamak” olduğunu söylüyor. Kitabın amacının krallar ve kraliçelerin tarihini anlatmak olduğu kadar, “sıradan İngiliz erkek ve kadınlarına ‘ne oldu­ğunu’ kavramak için bilinen olayların derinine nüfuz et­mek” olduğunu belirtiyor.

İngiliz devrimlerinin Av­rupa’daki devrimler dalgası­nı başlattığını düşünürsek, Türkiye’de “devrim” denince neden akla ilk gelenin Fransız İhtilali olduğu sorusu aklımı­zı kurcalayabilir. Aslında bu yalnızca Türkiye’ye has bir du­rum değildir ve İngiliz Whig tarihçilerin yalnızca 1688 Şanlı Devrimi’ne odaklanıp yüz yıla yayılan diğer “kanlı” olayları bilinçli biçimde geri­de tutmalarıyla da yakından ilişkilidir. Nitekim Fransız İh­tilali resmî tarihin işlevselci seçimiyle eğitim müfredatla­rında kendine bir yer edinmiş bulunsa da, onu da “Büyük Korku/Terör dönemi” diye ad­landırılan süreçleriyle birlikte değil, ağırlıklı olarak başlangı­cı ve “şanlı sonuçları” ekse­ninde okuruz. Oysa ne Fran­sız Devrimi bir gül bahçesidir, ne de İngiliz Devrimi yalnızca “şanlı” kısımlardan ibarettir… Hill’i bu konu üzerine çalışan diğer tarihçilerden ayıran da, onun 1688’e giden yolu döşe­yen taşları ayrıntısıyla betim­lemesi. Bu bağlamda kitabı 1603-1640, 1640-1660, 1660- 1688 ve 1688-1714 yıllarına göre dört bölüme ayıran yazar, spesifik olaylarla başlayan ve noktalanan bu dört dönemi ele almadan İngiliz devrimler ça­ğını layığıyla anlayamayacağı­mızı işaret ediyor adeta.

The Glorious Revolution’ın (Şanlı Devrim) ardından 1689’da karısı II.Mary ile birlikte tahta çıkan III. William

Hill’in böyle bir dönemle­me seçmesinde, tarihî gerçek­likleri sosyal yönüyle de işaret etmeyi önemseyen yaklaşımı­nın etkisi büyük. Toprak sahi­bi üst sınıf ve toprağı işleyen daha alt sınıfın (gentry ve yeo­man) artan ekonomik gücünü fiiliyata dönüştürecek yer ara­dığı için krala karşı Parlamen­to’yu desteklediği gerçeğini yahut onların tarım alanlarına el koyup köylüleri yerlerinden etmelerinin yarattığı sonuçla­rı anlamadan Endüstri Devri­mi’yle hız kazanacak kapita­lizmin doğuşu anlaşılabilir mi? Hill’e göre, bunun cevabı açık bir “hayır”. “Mülk sahi­bi insanlar özgürlüğü –keyfî vergilendirmeden ve keyfî tu­tuklamadan, dinsel zulümden kurtulma özgürlüğünü; ülkele­rin kaderini seçilmiş temsil­cileri kanalıyla kontrol etme özgürlüğünü; alma ve satma özgürlüğünü kazandılar. Ay­rıca copyholder’ları ve kulü­be sakinlerini topraklarından zorla çıkarma, köyler üstüne terör estirme, açık pazardan himayesiz işgücünü kiralama özgürlüğünü elde ettiler.” (s. 378) Doğrusu, İngiliz devrim­lerinin Fransız İhtilali’nden ayrıldığı yer tam da burasıydı. İngiliz asilzadelerinin kendi­leri birer tüccara dönüşerek kralın dağıttığı tekel beratları­na (Tabii kendisine verilmedi­ği sürece!), ona danışılmadan konan vergilere karşı savaşıp yükselen burjuvaziyle birlik­te sesini Parlamento’da du­yurmayı amaçlarken Fransız soyluları ticaretle uğraşmayı hâlâ alçaltıcı bir iş sayıyordu. Fransız saray gelirleri ise ağır­lıklı olarak soyluluk ve makam satışlarından sağlanıyor, üre­time aktarılan sermaye biri­kimine pek rastlanmıyor­du. Fransa, üç zümrenin ayrıştığı ve 3. Zümre’nin ruhban, kral ve asille­re karşı savaştığı bir ihtilal örne­ği sunarken, İn­giltere’de, “ülke ve saray arasın­da” bir bölünme vardı. Vergiler, tekel beratları, büyüyen ticaret loncaları, tüc­carlaşan asilza­deler, varsılla­şan rençperler, ilk kez liyakatin önem kazan­dığı Yeni Model Ordu ve düşünsel an­lamda başka bir dünya özlemini dile getiren Le­veller, Digger, Quaker gi­bi eşitlikçi cemaatlerin ilham verdiği İngiliz devrimleri, as­lında 1688’e gelene kadar bir­çok kanlı olaya, 1. Charles’ın idamına, iç savaş ve karışık­lık yıllarına denk düşer. İşte, Hill’in okuruna göstermeyi seçtiği manzara da tam ola­rak bu. Kim bilir, kimi tarihçi­lerin vurgulamayı çok sevdi­ği İngiltere’nin “demokratik” geçmişinin ve “barışçıl” dev­rimlerinin sırrını, belki de işi bir kralın kafasının kesilmesi­ne vardıran olaylarda aramak gerek…

Devrik kral Baskıcı yönetimiyle tanınan Birleşik Krallık’ın son Katolik hükümdarı II. James, Aralık 1688’deki Şanlı Devrim ile tahttan indirildi (üstte). En üstteki çizimde ise yine aynı dönemde II. James’in zalim başyargıcı George Jeffreys’in isyancı çeteler tarafından yakalanıp dövülmesi görülüyor.