Mecmua, güldeste, risale denilen elyazmaları, Osmanlı toplumunda aydınların şahsi günlükleriydi. Kimileri, kendi yazdıkları, duyduklarını aktardıkları, not aldıkları sayfaları ciltlettirir ve saklardı. Sansürsüz sözlü kültür geleneğinin yazılı bir kanıtı. “Nakşibendi Esseyyid Ali Rıza” imzalı, ünik bir örnek…
Kitap ve defter nitelikli yazmaların ilk nüshaları kişiye özeldi. Hükümdara, vezire, bilge bir zata, başka bir yazar ve şaire sunulmak için kaleme alınanlar, sanat değeri de olması için hattata yazdırılır, ciltçi tezgahına verilirdi. Kendi yazınsal birikimlerini, türlü konulardaki notlarını, şiirlerini, din, tarih, bilim çalışmalarını, meclislerde söylenen beyitlerden, anlatılan lâtifelerden not ettiklerini kitap formatında korumak bir aydın alışkanlığıydı.
Mecmua, güldeste, risale gibi adlarla anılan bu benzersiz elyazmalarında başka metinlerde rastlanmayacak notlara, beyitlere, okuyanı hayrete düşürecek bilgilere rastlanması doğaldı.
“Mecmua-i ebyat” denen kimi derlemeler de kuşkusuz geçmiş zaman aydınlarının kişisel, hatta çok özel/“mahfuz” (saklı) değerleri idi. Kimi aydınlar yazarak biriktirdiklerini ete kemiğe bürünsün diyerek kitap formatında korurlardı. Bu “mecmualar”daki manzum-mensur alıntıları toplayan aydınlar arasında bir meslek, meşrep, zevk veya inanç yakınlığı herhalde olurdu.
Diğer yandan basılı kitaplar herkesin önüne ve eline düştüğünden, bunlarda “kişiye özel”lik ne kadar saklanmış olabilir? Her görüş ve bakıştan okuyucunun yapraklarını çevireceği basılı kitaplara, yazarlar Ragıb Paşa’nın “şalvar küşadı”nı çağrıştıracak bir cümle nasıl koyabilsinler?
Oysa kimi elyazmalarında, iç yüzü de dış yüzü de sansürsüz, ikirciksiz, çekincesiz ne anlatılar, deyişler vardır! En açık-saçıkların, Letâif-i Nasreddin Hoca mecmualarında yer bulduğunu da belirtelim.
Aşağıda sözcüklerini tersyüz etmeden verebildiğimiz örneklerin alındığı Mecmua-i Ebyat’ta meçhul şairin divan şiirleri de yazılıdır. Yazma eserin arka kapağında “Papeterie Diamant” (Elmas Kalem Kırtasiye), ön kapağında “Mekâtib Umumiye Talebelerine Mahsus” yazısı okunuyor. Demek ki bu yazmaya matbu bir defter cüzdanı/portföy hazır cilt olmuş.
Mecmuanın yazarı, son yapraklardan birinde, oğlu Abdurrahman Nafiz’in doğumuna dört mısralık tarih düşmüş, bunun altında da “güfte” yazarı “Nakşibendi Esseyyid Ali Rıza” künyesiyle kendisini tanıtmış.
72 yaprak (144 sayfa) olan yazmada, bugün de ortalıkta görülen, geçen asırlardaki yalancı şeyhlere, dervişlere, meczuplara, dünün rüşvetçi kadılarına, ahlaki sorunları olan müderrislere, kıza-oğlana sarkıntılık eden sofulara, zahit geçinenlere, içki, çay, kahve iptilalarına dokun-durmalı, tevriye sanatının sıklıkla kullanıldığı beyitler var.
Bunlardan bir seçki hazırladık.
‘KADI’ DEYİNCE RÜŞVET
Kadı ola davacı ve muhzır dahi şahid
Ol mahkemenin hükmüne derler mi adalet
Kadıya rüşvet tarımıyla götürsen bir hıyar
Hükm eder ey dil bil-cümlenin bostanını
Haki pâyime gönderilen basdırmadır
Tuhfe arz etmek değil ayâ suçun basdırmadır
Vermezdi kimseye nân minnet olmasa
Bir maslahat görülmez idi rüşvet olmasa…
İÇKİ MÜPTELALARI…
Geçmeğe bahr-ı gamdan ey sâki
Zevrak-ı mey gibi sefine gerek
Hoş geldi bana mey-kedenin âb ü hevası
Billah ne hoş yerde yapılmış yıkılası
Meyhane-i emelde keyfimce olmadım mest
Yârim kadeh verir de yarım verirdi
Sebu-yu meyle ıbrik-i vuzu’ bir hâkden amma
Ne hikmetdir bilinmez biri sâlih biri talihdir
Kahve-i rûy-i siyahın nef’i vardır bedene
Hak-tealâ rahmet etsün ânı icad edene
Bir zaman Rumda derya-keş idik ey sâki
Şimdi İran’da kanaat ederiz çaya biz
DİNİ İSTİSMAR EDENLER!
Kisve ile değildir mollalık
Ne işe yarar cübbe ile sarık
Eğer dervişlik olsa tâc ü hırka
Alayım ben ânı otuza kırka
Hevayâ düşdün ey dil meclis-i takvaya gelmezsin
Gözün aç gafil olma bir dahi dünyaya gelmezsin
Hüşyâr bulun hırka vü tesbihe kapılma
Sen bu müteşeyyihleri rehber mi sanursun?
Gör zahidi-kim da’vâ-yı irşad olayım der
Dün mektebe girdi bugün üstâd olayım der
Zâhidin bir barmağın kesse döner Hak’dan kaçar
Âşıkın serapâ derisin soysalar hiç inlemez
Kadı ve müftî müderris cümle dilber hastası
Ey Abdî görmedim ben bunların bir sağını
Sofu püsere mail olub duhtere âşık
Mabeyn odası gibi iki yüzlü münafık
YAZGI, SIRDAŞLIK, İNANÇ…
Hak Tealâ intikamın yine abd ile olur
Bilmeyen ‘alem-i ledunni ânı ebd etti sahur
Deme sırdaşına sırrın fâş olur
Sen sana sırdaş değilsen el nice sırdaş olur?
Dilimle uğradığım derde ben bu âlemde
Ne bülbül uğradı ne tûti-i şükker-güftar
Dilâ sâlim olayım dersen demâdem
Dehânında zebânın sakla muhkem
Düşmenin çeksin gamı sen çekme gam enfiye çek
Fırsatı fevt etme câna dilleri ağûşa çek
Halk-âlem dört şeyi etmiş binâ
Ben yiyeyim sen yeme ben iyiyim sen fenâ,
Nelerden arta kalmışdır dünyayı söyleş
Kimi Cem’dir kimi Dârâ yatan mevtayı söyleş
Kaar-ı deryada yerin sırça saray olsa dil
Seni gavvas-ı ecel anda dahi bulsa gerek