1916’ın 29 Nisan’ında, Bağdat’ın 170 km. güneyindeki Kut kasabasında kuşatılan İngiliz kuvvetleri Osmanlılara teslim oldu. Tümen komutanı General Townshend dahil, 13.309 İngiliz askeri esir alındı. 1. Dünya Savaşı’ndaki bu son taktik zafer sonun başlangıcı olacak, bir yıla kalmadan Kut, sonra Bağdat ve Kudüs düşecek, Ortadoğu’daki Osmanlı varlığı son bulacaktı.
İtilaf kuvvetlerinin 1916 başında Çanakkale’den çekilmesiyle büyük bir moral kazanılmış olmakla birlikte, Kafkasya, Irak ve Filistin cephelerinde muharebeler sürüyordu. Savaşın ilk günlerinde Fao Yarımadası üzerinden Basra’ya çıkan İngilizler, buradaki zayıf Türk birliklerini iterek 1915 boyunca yavaş da olsa sürekli ilerlemişler ve 1916 başlarında Dicle’nin dirsek yaptığı Kutülamare’ye gelmişlerdi. Bu bölgede Türk birlikleri ise ancak toparlanmaya başlamışlardı.
1916 Nisan sonundaki Kut zaferinin önemini anlayabilmek için biraz geri gidelim. Balkan Savaşında Osmanlı ordusunun elindeki 43 tümenin 17’si tümüyle dağılıp yok olmuş, geri kalanlar da kötü örselenmiş ve sonuçta sadece 6 tümen savaşı kayıpsız atlatmıştı. 1913’te çoğu yedeklerden kurulu 30 tümen Trakya’da iken, Kafkasya, ve Irak’da ikişer, Suriye’de ise tek bir tümen kalmıştı. 1914’de Irak’taki ordu kağıt üzerinde 3 tümene çıkarılmıştı ama İngilizler Fao’ya çıktığında, burayı savunmakla görevli 38. Tümen seferberliğini dahi tamamlayamamıştı. Hemen arkasından gelen Sarıkamış felaketi, muhtemel takviyelerin hatta Irak’tan bazı birliklerin acilen Kafkasya cephesine gönderilmesine yol açtı. Her halükarda, İngilizleri karşılayan ilk güç, sadece dört top ve 350 askerden ibaretti. Sonra birkaç tabur daha geldi.
İngilizler 22 Kasım 1914 günü Basra’yı işgal ettikten sonra, savaş çabaları için hayati önemi olan Abadan petrol bölgesini sağlama almış sayılırdı ama, karşılarındaki savunma çok zayıfken fırsattan istifade etmek istediler. Kuzeye ilerlemek için ağırlıkla nehir ulaşımını kullanmayı seçmişlerdi, çünkü o günlerde, motorlu taşıtları çölde hızlı bir ilerleme yapacak nitelikte ve sayıda olmadığı gibi, Basra bataklıkları da ayrı bir engel oluşturuyordu.
İngilizler büyük sıkıntı çekmeden karaya çıktıktan sonra yığınaklarını yaptılar. Kuzeye hücum için Hindistan’dan gelen ve General Townshend’in komutasına giren 6. Poona Tümeni görevlendirildi. İngiliz ilerlemesi ilk andan itibaren başarılı oldu. Silahlı gemileri hem yollarını açtı, hem de gerektiği zaman çok sayıda sal ve sandala bindirilmiş birlikleri ve malzemeyi çekerek ulaşımı sağladı.
Hücumun geleceği yer apaçık belli olduğu halde, Osmanlı ordusu Basra bataklıklarında bunu karşılayamamıştı. Eğitim, teçhizat ve silah yoksunluğu çok barizdi. Bu açıdan İngiliz başarısının temel nedeni teknik olanaklarının üstünlüğü ve buradaki Türk birliklerinin her anlamda hazırlıksızlığı idi. Nehir gemilerinin hem yeterli ikmal sağlayacak, hem de İngiliz gemilerinin top ateşine karşı koyacak ateşgücüne yoktu. Marmaris ve Musul gambotlarının karşısına İngilizler çok kısa sürede Espiegle, Odin, Clio isimli gambotları, Shaitan ve Lewis Pelly isimli silahlı römorkörleri ve Sumana isimli motorbotu çıkarmışlardı. Ayrıca Comet isimli bir yandançarklıları vardı.
Bunun ötesinde, havadan da destek alıyorlardı. Hemen arkasından çok daha kuvvetli ve zırhlı nehir gambotları getirdiler. Yukarıda saydıklarımızdan Shaitan ile aynı sınıftan Miner ve daha sonra hizmete giren Firefly adlı gambot batırıldı ama “fly” sınıfından gemilerin sayısı on altıyı bulmuştu.
Kumsal adalara mevzilenen Türk birlikleri de İngiliz top ateşine karşı korugan yapamamışlardı, çünkü Mezopotamya’nın güneyinde kereste temin etmeye yarayacak ağaç bulunmuyordu. Kumdan ve çamurdan yapılan desteksiz siperler ise top, hatta makinelitüfek ateşine karşı bile koruma sağlamadı. Türk mevzileri muharebe başladıktan çok kısa bir süre içerisinde aşırı kayıp vererek savaş gücünü yitirdiler ve çekildiler. Bu safhada İngiliz ilerlemesinin sınırını ikmal sorunlarının ve hastalıkların teşkil ettiği söylenebilir.
Etkili bir direniş örgütleyemeyen Süleyman Askeri Bey, Nisan ayında intihar etmiş ve yerine Kurtuluş Savaşı’nda Sakallı Nurettin Paşa olarak tanınacak olan Albay Nurettin Bey tayin edilmişti. Irak’ta 6. Ordu kuruluncaya kadar ilk elde Nurettin Bey’in elinde sadece 3.000 mevcudu olan 35. Piyade Tümeni ile 3.500 mevcudu kalan 38. Piyade Tümeni vardı. Topçu ve süvarisi de bir avuçtan ibaretti.
İngilizler iki nehrin birleştiği yerdeki Kurna’yı aldılar. 1915’in Haziran ayında Fırat üzerindeki Nasıriye ve Dicle üzerindeki Amara İngilizlerin yakın hedefi haline geldi. Bu iki noktayı aldıkları taktirde hem Türklerin bir karşı taarruzunu uzaktan önleyebilir, hem de nihai hedefleri olan Musul’a doğru ilerlemeyi sürdürebilirlerdi. Haziran başında Dicle üzerindeki Amara, Temmuz sonunda ise Fırat üzerindeki Nasıriye İngilizlerin eline geçti. Bundan sonraki hedefleri Dicle üzerinde sıralanmıştı: Kutülamare (kısaca Kut), Bağdat, Samara, Tikrit ve altın elma Musul (Amerikan ordusunun 90 yıl sonra karadan ama Dicle’ye paralel olarak izleyeceği yol da bu olacaktı).
İngilizler kuzeye ilerlerken, tarih boyunca bütün orduların başına gelen durumla karşılaştılar. Kendi ikmal hatları uzarken, hasımlarının yolu kısalıyordu. Ayrıca, Irak ve havalisindeki tüm Osmanlı birlikleri 6. Ordu adı verilen Irak ordusuna bağlanmış ve başına Türkiye’yi iyi tanıyan yaşlı Mareşal Colmar von der Goltz getirilmişti.
Ordu Bağdat’ta karargahını kuruncaya kadar savunma esas olarak Albay Nurettin Bey komutasında, 13. Kolordu tarafından yürütüldü. Ne var ki Nurettin Bey’in Kutülamare önünde kurduğu savunma hattı Townshend’in başarılı bir aldatma manevrasıyla yarıldı. Townshend daha zayıf olan Türk sağ kanadına bir aldatma taarruzu yaptı ve güçlü sol kanadı arkadan çevirmek üzere askerlerini uzakta bir noktadan nehrin karşısına geçirip çölde yürüttü. Bu sırada Hint ordusundan kaçan bazı Pencaplı askerler bu planı Türklere ifşa ettiler ama, Nurettin Bey aldırmadı ya da belki bunu aldatmanın bir parçası sandı. Her halükarda İngilizler Türk hatlarını kuzeyden çevirip bastılar ve iki ateş arasında kalan Türkler çok sayıda yaralılarıyla birlikte, 700 şehit ve 1.289 esir bırakarak düzenli bir şekilde çekildiler.
İngilizler 29 Eylül’de Kut’a girdiler. Townshend takibi sürdürerek 5 Ekimde Kut’un 100 kilometre kuzeyinde olan Aziziye’ye ulaştı. Ancak Nurettin Bey de yenilgiye rağmen birliklerini kurtarmayı başardı ki, bu durum kısa sürede işleri değiştirecekti. Bu arada 13. Kolordu takviye edilmekte ve 18. Kolordu da kuruluşunu sürdürmekteydi.
Townshend, Kut’u alınca burasını Bağdat’a ilerlemek için bir üs olarak kullanmak üzere hazırlanmaya başladı ve cephe komutanı General Nixon’dan takviye istedi. O sırada Londra, Çanakkale’deki umutsuz durum karşısında çekilmeyi planlıyordu. Bunun yaratacağı olumsuz havayı, hiç değilse Bağdat’ı alarak telafi etmek istediler ama, ellerinde hemen gönderebilecekleri takviye yoktu. İlerleme kararını Nixon’a bıraktılar.
Bu sırada Osmanlı 6. Ordusu toparlanmış ve Selmanpak’da (Ctesiphon) yeni bir savunma hattı oluşturmuştu. 22 Kasım 1915 günü 6. Poona Tümeni burada dört koldan hücuma geçti. O güne kadar her hücumda Türkleri dağıtmayı başarmıştı. Ne var ki bir miktar ilerlemelerine karşın çok kanlı bir savaşta iki taraf da aşırı kayıp verdi. Öyle ki Townshend tek günde 371 İngiliz subayından 130’u, 255 Hintli subaydan 111’ini yitirdi. 400 kişilik İngiliz sahra hastanesinde 4.000 yaralı vardı. İkinci günün sonunda İngilizler gene büyük kayıp verirken Türk kayıpları da ölü ve yaralı olarak 6.188 kişiye ulaşmıştı.
İkinci akşam iki tarafın da aklı karışmış durumdaydı ve çekilmeyi düşündüler. Ne var ki karşı tarafın çekildiğini ilk keşfeden Türk süvarileri oldu. Takibe başlayan taraf zaferi elde etti. Townshend Aziziye’yi de bırakıp Kut’a çekildi. 7 ile 9 Aralık günleri arasında Kut kuşatıldı. İçeride 11.600 muharip ve 3.550 muharip olmayan personel, 60 günlük gıda stoku ve bol cephane bulunuyordu. Ayrıca Townshend güçlü nehir filotillası ile destek alacağını umuyordu ve Hindistan’dan gelen yeni birliklerin kuşatmayı kaldıracağından emindi. Kısacası, bu safhada kuşatılmaktan endişe duymadı.
Türk tarafında ise 6. Ordu 1916’nın başında nihayet ciddi bir muharebe gücüne kavuşmuştu. Savaşın başından beri sürekli kayıp veren 38. Tümen lağvedilmişti. 13. Kolordu 35. ve 52. , 18. Kolordu da 45. ve 51. piyade tümenlerinden oluşturuldu. Yeni gelen birliklerle, savaş arzusu olmayan ve ilk fırsatta firar eden Arapların yerine de Türk askerler geçmişti. 18. Kolordu Kut’u muhasara ederken, 13. Kolordu da 30 kilometre daha güneyde, yardıma gelen İngiliz kuvvetlerinin önünü kesmek üzere mevzi aldı.
Ne var ki bu kez bir komuta anlaşmazlığı ortaya çıktı. Nurettin Bey, elindeki tüm olanaklar ile derhal Kut’a saldırarak sonuç almak istiyor, Goltz ise takviye gelmeden buna karşı çıkıyordu. Aralık ayında kendi insiyatifi ile yaptığı üç saldırıda büyük kayıp veren Nurettin Bey görevden alındı ve yerine Halil Bey atandı. Nurettin Bey şayet yeterli topçu gücü olsaydı çok dar bir alanda yoğunlaşmış İngiliz piyade ateşini bastırabilirdi. Bu olmayınca, boş yere kayıp verdirmesi elbette doğru değildi.
İngilizler Aralık ayını hazırlıkla geçirdikten sonra 6-7 Ocak günlerinde nihayet Türk hatlarını yoklamaya başladılar. 8 Ocak günü yaptıkları saldırı püskürtüldü. 16 ve 21 Ocak’da yapılan İngiliz saldırıları da sonuç vermedi. Süvari ile kuşatma manevraları da Türk süvarisi tarafından engellendi. Halil Bey, yiyeceği tükenen İngilizleri açlıkla teslim almayı düşünüyor ve bu nedenle Arap ahalinin kasabadan ayrılmasını engelliyordu. Ayrıca topla sürekli taciz atışı yaptırıyor ve Kut üzerinde uçak bulunduruyordu.
Her an diken üzerinde kalmak, açlık çekmeye başlayan İngilizleri büsbütün yıprattı. Telsizle durumu izleyen İngilizler kurtarma çabalarını yoğunlaştırmakla birlikte ilerleyemiyorlardı, çünkü hücum istikametlerinin belli olması tedbir alınmasını mümkün kılmaktaydı. Türk yığınağı artık cephe ihtiyatı bulunduracak kadar büyümüştü. 8 Mart ve 6 Nisan’da püskürtülen İngilizler, 17-18 Nisan günlerinde üç tümenle büyük bir saldırı daha yaptılar ve büyük kayıp vererek çekildiler. 19 Nisan’da Türk karşı saldırısı da kayıplarını artırdı. Bir süredir tifüsten hasta olan Goltz Paşa ise aynı gün öldü.
Bütün yardım taarruzları püskürtülen Townshend’in birlikleri açlıktan ölme noktasına gelmişti. 27 Nisan’da teslim için görüşmek istedi. Gözü bağlı subaylar gidip gelirken Halil Bey’e de 1 milyon sterlin (rüşvet) karşılığında çekilmesine izin verilmesini istedi. Halil Bey ise koşulsuz teslimde ısrarlıydı. Nihayet 29 Nisan günü teslim gerçekleşti. İngilizler bu sürede silah ve cephanelerinin büyük kısmını imha etmişlerdi.
Kut’ta 13.309 askerin teslim olması İngiltere için çok büyük bir utanç vesilesi oldu. 3.248 destek personelinin yanı sıra 272 İngiliz ve 204 Hintli subay ile 2.592 İngiliz ve 6.988 Hintli er esir edildi. 1136 hasta ve yaralı İngiliz, aynı sayıdaki Türk esir ile değiştirildi. 1783 yılındaki Yorktown yenilgisinden beri imparatorluk birlikleri ilk kez böyle bir durum yaşıyordu (Bundan sonraki büyük teslim ise 1942 yılında Singapur’da meydana gelecekti).
Townshend ve refakatindeki grup, motorbotla Bağdat’a, sonra Pozantı’ya getirilerek özel trenle İstanbul’a ulaştırıldı. Diğer askerler ise uzun bir yürüyüşle iç bölgelere götürüldü. Bursa, Kastamonu ve Yozgat gibi kentlerde savaşın sonunu beklediler.
Ne var ki açlıktan son derece bitkin düşmüş askerlerin bir kısmı o günün koşullarında bu yürüyüşe dayanamayıp yolda öldüler. Bütün kafilelere yeterli gıda ve sağlık olanakları sağlanmadığı da ifade edilmiştir. Sonuçta esirlerin ne kadarının öldüğüne dair farklı rakamlar bulunmakta olup, bunlar 4 ila 5 bin arasında değişmektedir. Ne kadarının yolda öldüğü de tam bilinmemekle birlikte, en az 1.500’ünün ve muhtemelen daha fazlasının bu ilk haftalardaki yürüyüş sırasında hayatını kaybettikleri anlaşılmaktadır.
Savaşın ilk birbuçuk yılında İngilizler Irak’ta 40 bin kayıp vermişlerdi. Bu, Avrupa cepheleriyle karşılaştırıldığında büyük bir rakam sayılmazdı (Örneğin 1916’daki Somme muharebesinin sadece ilk gününde hafif yaralılar hariç İngilizler 57.470 kayıp vermişlerdir).
İngilizler Avrupa cephelerinde büyük bir insan gücü sıkıntısı çekmelerine rağmen, 1916 yılında Irak’ta büyük bir yığınak yaptılar. Başarısız sayılan generaller görevden alınarak cephe komutanlığına General Sir Stanley Maude atandı. Yeni komutan 1916 sonuna kadar yeni bir taarruza girişmedi. Ordusunu ve ikmal olanaklarını, sıhhiye teşkilatını takviye etti. Ordusuna taze gıda sağlamak için sebze ve tavuk çiftlikleri bile kurdu. Topçu, süvari ve uçak filolarıyla takviye edilmiş 5 tümeni ve destek birliklerinin toplamı 166.000 personele ulaşmıştı. Ayrıca nehir filosuna güçlü gemiler kattı.
Kut zaferi sonrasında yeni unvanı ile Halil Paşa ise aynı ölçüde takviye alamadığı gibi Irak cephemiz Enver Paşa tarafından yapılan bir başka büyük stratejik hatanın kurbanı oldu. 18. Kolordu İngilizler tarafından yalnız bırakılarak 13. Kolordu boş yere İran’a gönderildi. Enver’in aklında Hamedan ve Tahran yoluyla Afganistan ve Orta Asya hayalleri vardı. Bu kolordu İran’daki Rus birlikleri tarafında kolayca püskürtülürken, 18. Kolordu tek başına kalarak büyük bir yenilgiye uğradı. Orta Asya hakkında bir şey bilmeden hayallere kapılan basiretsiz bir liderin nelere mal olacağı bir kez daha ortaya çıktı.
Maude 1916 Aralık ayında yavaş bir ilerleme ile Kut’a yaklaştı. Güç üstünlüğü sayesinde gösteriş taarruzları yaparken, daha büyük kuvvetleri tombaz köprülerle nehrin istediği tarafına kaydırıyor ve çevirme manevrası yapabiliyordu. 17 Şubat 1917 günü büyük bir taarruza geçerek, 22 Şubat günü Kut’un üzerinde köprü kurdu. 18. Kolordu hemen çekilmeye başladı ama artçı muharebelerinde büyük kayıp verildi. 45. Tümen lağvedilerek, kalıntıları yeni gelen iki alayla birleştirilip 14. Tümen kuruldu. Halil Paşa, Bağdat’ın 10 kilometre aşağısında son bir savunma hattı kurdu ama, İngilizler 4 Mart günü tekrar taarruza geçti. Türk kuvvetleri, birkaç gün sonra aşırı kayıp verince Bağdat’ı savunma olanağı kalmadı. Halil Paşa kentin kuzeyine çekilirken, General Maude 11 Mart 1917 günü Bağdat’a girdi. Irak cephesindeki yenilginin temel faktörü, imparatorluğun çöküş aşamasında olmasıydı. Balkan Savaşı’ndan sonraki tek yıl, ordunun yeniden örgütlenebilmesi için yeterli olmamıştı. Buna rağmen ordu çok daha iyi yönetilebilirdi ama, Başkomutanlığa vekalet eden Enver binbaşılıktan sıçramış muhteris bir maceraperestti ve Alman yönlendirmesi altında Türk askerini boş yere kırdırıp durdu.
İtilaf Devletleri Çanakkale’den çekilirken Irak’a 1915/16 kışında gönderilen takviyeler durumu biraz düzeltip Kut zaferini sağlamıştı. ama, bu İngilizlerin nihai ilerlemesini geciktirmekten başka bir işe yaramadı. Enver bu sırada, yani stratejik dengenin sürdüğü 1916 yılında, en güçlü dört tümenden oluşan 15. Kolordu’yu Galiçya’ya göndermiş, 13. Kolordu da İran bozkırlarında perişan olmuştu. Halbuki bu iki kolordu güney cephesinin savaşın sonuna kadar tutulmasını sağlayabilirdi, tabii diğer büyük hatalar yapılmasaydı.
Enver Paşa emretti, İngiliz kılıçları Askerî Müze’ye gitti
Kutülamare’deki İngiliz kuvvetlerinin komutanı General Townshend, 29 Nisan 1916’da 4 ay 23 gün süren kuşatmanın ardından kurtulma ve kurtarılma ümitlerini tamamen kaybetmiş ve teslim olmak zorunda kalmıştı.
Townshend’ın, bütün silah ve mühimmatı teslim etmek ve bir milyon İngiliz sterlini vermek karşılığında kendisi ve askerlerinin serbest bırakılması teklifi, Kutülamare’yi kuşatan Türk ordusunun komutanı Halil Paşa tarafından kabul edilmemiş, kayıtsız-şartsız teslim olmaları bildirilmişti. Bu yüzden İngilizler teslim olmadan önce toplarını, tüfeklerini tahrip etmişler, askerî mühimmatı kullanılamayacak hale getirmişlerdi. Ama şahsi eşya saydıkları tabanca ve kılıçlarını el konulmaz diye umarak tahrip etmemişlerdi.
Askerî gelenek gereği teslim olan bir garnizondaki subaylar başta komutanları olmak üzere silahlarını galip kuvvete teslim ederdi. İşte bu geleneği iyi bilen Enver Paşa, teslim günü (29 Nisan 1916) Halil Paşa’ya gönderdiği telgrafta; daha sonra askerî müzede korunmak üzere esir alınan İngiliz subaylarının kılıçlarının birbirine karıştırılmadan, her birinin üzerine kime ait olduğunun ve birliğinin yazıldığı bir etiket konarak bu kıymetli hatıratın dağılıp kaybolmamasına özen gösterilmesini emretmişti.
Kutülamare’de kılıç teslimi ciddiyetle uygulandı. 30 Nisan günü 6. Ordu komutanı Halil Paşa Kutülamare’ye gelerek Townshend’in ikamet ettiği eve giderek ziyaret etti. Mağlup komutan kılıç ve tabancasını Halil Paşa’ya uzattı. Halil Paşa kendisine uzatılan kılıç ve tabancayı almadı; “şimdiye kadar olduğu gibi yine ve daima sizin olarak kayacaktır” diyerek sahibine iade etti. Tıpkı Plevne’de Gazi Osman Paşa ile Rus çarı arasında olduğu gibi.
Subayların da aynı şekilde Kutülamare’ye girmiş olan 3. Türk Alayı komutanı Nazmi Bey’e kılıçlarını teslim etmeleri Townshend tarafından emredildi. İngiliz subayları kendi kılıçlarının Türkler tarafından iade edileceğini umuyordu. Bu olmayınca şaşkınlık geçirdikleri hatıratlarında kayıtlıdır. Buna rağmen İngiliz ordu komutanlığından bütün subaylara kılıçlarını teslim etmeleri emredilince subaylar bu emre uydu. Kılıçları teslim alan 3. Alay Komutanı Binbaşı Nazmi Bey, İngiliz subayları kılıçlarını sunarken eğiliyor, büyük bir nezaketle ellerini sıkıyordu.
Ancak esir alınan subay sayısı kadar kılıç teslim alınmamıştı. Bu işle ilgilenen 3. Alay Komutanı Nazmi Bey ordu komutanına yazdığı raporda; “generallere kadar bütün kılıçlı zabitan bana kılıçlarını teslim ettilerse de bazılarının tahrip edilmiş olduğu muhtemeldir. Çünkü henüz zabitan sayısı kadar kılıç teslim edilmediğinden bugün Townshend’in kurmay başkanı vasıtasıyla tekrar ilan ettirdim”.
Kılıçların eksik çıkmasının iki sebebi vardı: Birincisi emre rağmen kılıcını teslim etmek istemeyen subayların kılıcını tahrip etmesi, ikincisi ise kasabaya giren Türk subaylarından bazılarının hatıra olmak üzere İngiliz subaylarından kılıç alması.
Tam olarak teslim alınamasa da ele geçirilen İngiliz kılıçları İstanbul’a gönderildi. Enver Paşa’nın takdir edilecek bir hassasiyet ve öngörüyle bu kılıçların koruma altına alınarak Askerî Müze’ye gönderilmesine vesile olması, 100 yıl sonra bu tarihî olayın kıymetli bir hatırası olan kılıçları görme imkanını bize bahşetti.
Harbiye Askerî Müze’de 29 Nisan 2016 tarihinde açılacak olan Kutülamare sergisinde, bu önemli ve anlamlı tarihi olaya ait pek çok askerî malzeme ve objenin içinde İngiliz subayların kılıçları da olacak.
Harbiye’deki Askerî Müze’de Kut sergisi açılıyor
Kutülamare Kuşatması ve Zaferi’nin 100. yıldönümü münasebetiyle Genelkurmay Başkanlığı Askerî Tarih ve Stratejik Etüt Daire Başkanlığı’na bağlı Harbiye Askerî Müzesi Şehit Hasan Rıza Sergi Salonu’nda 29 Nisan 2016 tarihinde (İngilizlerin teslim olduğu gün) bir sergi açılıyor. Sergide 1. Dünya Savaşı’nda Irak Cephesi’ne ait 100’e yakın fotoğraf, döneme ait orijinal tarihî eserler (üniforma, tüfek, kılıç, madalya, sancak, bayrak, tabanca, matara vb.), bu dönemdeki yerli-yabancı basın haberleri, belge, harita ve krokiler yer alacak.