Kasım
sayımız çıktı

Köylü radyosuz kalmasın!

ESKİ REKLAMLAR

Televizyon öncesi dönemin en önemli kitle iletişim aracı radyolardı. Türkiye’de 1927’de başlayan radyo yayıncılığı 1930’lu yılların ikinci yarısından itibaren profesyonelleşmeye başladı. 2. Dünya Savaşı’nın başlaması en hızlı haber alma yolu olan radyonun yaygınlaşmasını hızlandırdı.

Ancak ilk yıllarda radyo herkesin alamayacağı kadar pahalı bir üründü. 1930’lu yılların radyo cihazı reklamları bu nedenle belli bir alım gücüne sahip, kentli ve modern aileleri hedefliyordu.

1947’de radyolardaki tüplerin yerine kullanılacak transistörün bulunması, çok daha küçük boyutta ve az enerjiyle (örneğin pille) çalışabilecek, ucuz radyoların üretilebilmesini sağladı.

1950’de iktidara gelen Demokrat Parti’nin ekonomik kalkınmada tarıma öncelik vermesi köylüleri de birçok ürünün tüketici adayı haline getirmişti. Köylülere satılmak istenen ürünlerin başında pilli radyo vardı. Çok sayıda yeni firmanın da pazara girdiği bu dönemde gazetelerde hedef kitlesi köylüler olan birbirinden ilginç yüzlerce radyo ilanı dikkat çekiyordu.

CEMİYET

İçkinin yeminli düşmanları ve ayyaşlığın fenalıkları

1960’lı yıllarda temel motivasyonu antikomünizm olan sağcı grupların eline geçen ve 1980’li yıllarla birlikte siyasal İslâmcı çizgiye iyice oturan Yeşilay, kurulduğu 1920’den itibaren yaklaşık 40 yıl boyunca alkollü içki başta olmak üzere zararlı alışkanlıklarla mücadele eden naif bir cemiyet görünümündeydi. Alkol tüketimini azaltma yolu olarak hükümetlere içki fiyatlarına fahiş zam yapma ve yüksek vergi koyma çağrısı yapan ilk dönemin cemiyet üyeleri bugünleri görse muhtemelen mutluluktan havaya uçarlardı.

Yeşilay adına bastırılmış pul ve aidat makbuzu

Hilâl-i Ahdar olarak kurulan, sonra Yeşil Hilal ve nihayet Yeşilay adını alan cemiyetin üyeleri kendilerine “içki düşmanları” adını takmıştı. İçki düşmanları, içkinin zararlarını anlattıkları konferanslar, kitaplar, dergiler, broşürler, tiyatro oyunları ve propaganda afişleri yoluyla geniş kitlelere ulaşmaya çalışıyorlardı.

Yeşilay’ın propaganda arşivinde grafik ustası İhap Hulusi’nin yaptığı afişlerin yanı sıra yukarıda görülen “Ayyaşlığın verdiği fenalıklar” başlıklı borşür ya da bir ejderha olarak resmedilen içkinin başının savaşçı Yeşilay tarafından kılıçla uçurulduğu çizim gibi acayipliklere de rastlanıyor.

İhap Hulusi’nin çizdiği afiş
1940’lı yıllardan bir Yeşilay broşürü

Yayın hayatına hâlâ devam eden Yeşilay dergisi de cemiyetin önemli propaganda araçlarından biriydi. Dergide, içki içenlerin akıl hastası olduğunu kanıtlamaya çalışan “bilimsel” yazılardan içkinin yol açtığı aile facialarının anlatıldığı acıklı öykülere, “Mikrop denen bir şeyi taşımaz bedenimiz / İçki kullanmayız biz kalplerimiz tertemiz” türü şiirlerden “Kadeh kaldırırken şerefe ve sağlığına denmesi, içkinin şeref ve sağlığı tehlikeye düşürdüğünü gösterir” gibi analizlere kadar çok çeşitli yazılar yayımlanırdı. Tiyatro da cemiyetin faal olduğu alanlardan biriydi. Şubelerin kurduğu tiyatro kolları uzun yıllar dolu salonlara kötü oyunlar oynadı. 1954’te İstanbul’da kurulan Yeşil Sahne’nin hakkını ise teslim etmek gerekir. Şehir Tiyatrosu sanatçılarının yönettiği bu grup hem iyi oyunlar sahneledi hem de sonradan profesyonel olacak birçok oyuncunun yetişmesine katkı sağladı.

Yeşilay üyesi oyuncuların piyesini seyretmeye gelenler Ses Tiyatrosu’nu doldurmuş. 9 Nisan 1937.
Yeni Gün, 25 Mart 1931
Haziran 1946
Mart 1937
Şubat 1935

MEDENİ HALLER

Bekârlıkta ısrar suçu

Devletin nüfus artışını sağlamak için evliliği teşvik etmeye çalıştığı 1930’lu yıllarda, evlenip çocuk yapanlara para yardımı, memur alımlarında evlilere öncelik ve bekârlardan vergi alınması gibi çeşitli yollar tartışılıyordu. Yoksul çiftlere yapılan toplu nikâh törenleri de maddi durumu yeterli olmayanları teşvik amaçlıydı. Konuyla ilgili birçok kitap da çıkıyordu. 1938 basımı Niçin? Neden? Nasıl? Evlenmelidir kitabı da bunlardan biri. 440 sayfalık kitabın yazarı, popüler sağlık kitaplarıyla tanınan Doktor Şükrü Kâmil Talimcioğlu (1870-1946).

Kitapta bekârlıkta ısrar etmenin cemiyete karşı bir suç olduğunu savunan yazar, bu erkeklere “Kadın kaprisleri o kadar yersiz ve ansızdır ki, bunları kavrayıp tahamül edebilecek erkek çok azdır. Ama eğer iş buna kalırsa kimsenin evlenmemesi gerekir” diye seslenirken kadınları da uyarır: “Yaşı gelip bir erkekle birleşmeyen kadının derisinde çıbanlar fışkırır”.

Kitapta evlilere tavsiyeler de vardır. “Hangi yaşta ne kadar cîmâ etmeli?” başlıklı bölüme göre 20- 30 yaş arasındakiler haftada dört, 30-40 arasındakiler iki, 40-50 arasındakiler bir kez cîmâ etmelidir. 50-60 arasındakiler için en fazla on beş günde bir diyen yazar, 60’tan sonrası için umutsuzdur: “Cîmâdan perhiz mecburidir. Cîmâ esnasında ölenler ekseriyetle bu yaşlardadır”.

Paylaşımcı Koç burcu

İki bin yıl önce bugünkü gibi günlük burç yorumları yoktu ama Marcus Manilius, astrolojinin esaslarını kaleme aldığı beş ciltlik Astronomica adlı eserinde burçların özelliklerine yer vermişti.

ALP EJDER KANTOĞLU

Koçun yoğun yünlerinden dokunmuş bir abanın sıcaklığını hissetmenin insanın ümitlerini bir anda canlandırıvermesi gibi, Koç burcu insanı da hayal kırıklığı yaşadığı ilişkiler sonrası çok çabuk kendini toparlar. Sahip oldukları her şeyi başkalarıyla paylaşmayı seven koçların heyecanlı görünüşlerinin arkasında aslında utangaç bir mizaç saklıdır. Koç- tan elde edilen yün mahir ellerde pek çok kılığa bürünür. İplik olur, dokunur, sayısız kıyafet haline gelir. Bu, o kadar önemlidir ki tanrıça Athena bile bu işte kendisine meydan okunmasını kabul edememiştir. Dünya üstünde bu zanaatların sırrına sahip olmayı istemeyen millet yok gibidir. İşte bütün bu işleri en iyi becerenler de koç bur- cunda doğanlardır.