16. yüzyılda İspanyol enflasyonunun etkisiyle düzen sarsılmış, her kesimin birbiriyle kavgaya tutuştuğu bir kaos dönemi yaşanmıştı. İkinci büyük kriz, Sanayi Devrimi’ne intibak sürecinde meydana geldi. Her iki çalkantı dönemi de Osmanlı Devleti’nin iyi yetişmiş yönetici kadroları sayesinde aşılabildi. Bugünkü krizi atlamak için de seçkinci eğitime geçmek, devlet yönetmeye ehil elit tabakayı yetiştirmek şart.
Osmanlı dönemindeki ilk kriz dünyadaki çizgilerin değişim dönemine rastlar. Bilinen bir lise öğretmenimiz vardı, sınavda soru sorardı Ekrem Üçyiğit Bey: “Amerika’nın keşfinin saman pazarındaki etkileri nedir” diye. Bu, İspanyol enflasyonunun (16. yüzyıl) yarattığı bir krizdir. Peki biz bunu nasıl atlattık? Pek kendi geleneksel yöntemlerimizle değil, cemiyet sarsıldı ister istemez; fakat yavaş yavaş başlayan bu kriz, bugünküler kadar ağır ve ani bir şekilde gelişmedi. Anadolu bunu atlabildi. Büyük açlıkların, kıtlıktan toplu halde ölümlerin ülkesi olmadı.
Düzen çok sarsıldı, Celali İsyanları dediğimiz ve devlet adamlarıyla devlet adamlarının, köylülerle köylülerin, hatta eşkiyayla eşkiyanın kavga ettiği bir uzun dönem yaşandı. Kimin kiminle ittifak ettiği veya savaştığının birbirine karıştığı zamanlardı. Bu karmaşa, bu büyük zorbalık, gene zecri bir tedbirle (zorlayıcı önlem) önlendi. Yeni bir düzen geldi.
İkinci kriz Sanayi Devrimi’yle başladı. Türkiye, Sanayi Devrimi’ne kervanın arkasına katılarak girdi aslında. Yani telgrafı kullandı, demiryolunu kullanmaya başladı. Kısmen buharlı gemilere geçti. Deve kervanıyla demiryolunu birleştirdi. İzmir’le Kayseri’yi demiryolu ve kervanla bağlayabildi. Muayyen yerlerde zirai üretimin niteliğini ve kapasitesini değiştirdi. Ordusunu modernleştirirken, kısmen savaş sanayiine adımını attı. En önemlisi bürokratik kurumlarını manipüle etmeyi becerdi. Dolayısıyla 19. asır, yeterli de olsa yetersiz de kalsa bir değişim ve intibak asrıdır. Osmanlılar bunu başarmışlardır ve bu süreç Cumhuriyetle devam etmiştir.
Üçüncü kriz: Şimdi geliyor ve bunu atlatmak kolay olmayacak. Burada eski düşünce kalıplarımızı tamamen değiştirmemiz lazım. Açık söylüyorum; eğer Türkiye Cumhuriyet’ni idare edecek elit tabakayı, 15-20 sene içinde seçkinci bir eğitim sistemi kurarak yetiştiremezsek halimiz feci. Böyle yarım yamalak, çeyrek çepelek eğitimle, insanları kandırarak, rey alacağım diyerek açılan kurumlarla bu süreç yürütülemez. Bu insanlarla ne topluma yön verecek bir yönetici sınıf, ne kritik kararları alabilecek bir idareci zümre yaratılabilir, ne de mühendisliğini, doktorluğunu devam ettirebilecek kadrolar oluşturulabilir. Şimdiki kalitesiz ve işinin ehli olmayan, uzman olmayan kadrolar alttan alta tüm kurumları kemirmeye başlarlar.
Eğitimde derhal, seçkin zekaları değerlendiren bir sisteme girmeliyiz. Bu, hiç de sanıldığı kadar zor değil. Bunun için Türkiye’nin insan kaynağı vardır. Bir insan ömrü içerisinde bu kadroları çıkarabiliriz ve Türkiye dünyaya intibak eder. Aksi takdirde politikandan da hayır gelmez. Her yere üniversite, lise veya imam hatip okulu açarak bu iş olmaz. Bugünkü siyaset anlayışının becerebileceği bir iş değil bu. Bu kavmin kaba halkçılık taleplerine cevap vereceğim diye yola çıkanlarla yürümez.
Bizim tarihimizde bahsettiğim iki büyük krizi de dönemin yetenekli veya Tanzimat devrinde Avrupa’da dahi ün yapan akıllı devlet adamları, kadroları sayesinde atlatabildik. Bence yakın Türkiye tarihinin en önemli adamı, Sultan Abdülmecid Han’dır. İkisi de önemli işler yapmış iki diktatör padişahın arasında, genç yaşına rağmen insanları iyi tanımış ve yönetmiştir. Onun yönetimi, Türkiye’ye çok yumuşak bir değişim sağlamıştır. Bu geçiş süreçlerini kendi içinde 18. ve 19. yüzyıllarda her devlet bu kadar kolay atlatamamıştır.
(İlber Ortaylı’yla yapılan söyleşiden derlenmiştir.)