1. Dünya Savaşı’nda Ortadoğu cephesinin ünlü İngiliz casusu T. E. Lawrence, bir saha kahramanı olmaktan ziyade bir film kahramanıydı. “Araplar bizi arkadan vurdu”ya dönen Arap İsyanı da, bu olaydaki İngiliz parmağı da abartılmıştır.
YANLIŞ
Lawrence, bütün Arapları Osmanlı ordusuna karşı ayaklandırdı.
DOĞRU
Askerî fiyaskoya dönüşen Arap İsyanı’ndaki rolü sonradan efsaneleştirilmişti.
Büyük Savaş’ın en tanınmış kahramanları arasında bir de İngiliz ajanı, Albay T. E. Lawrence vardır. Lawrence’ın savaşın görece az bilinen Ortadoğu cephesindeki rolü daha savaş bitmeden ortaya çıkmıştı. “Araplara sonsuz bir sevgi duyan, iyi eğitimli bir İngiliz centilmeni… Üstelik gayet iyi Arapça konuşuyor ve Arapları düşmanımız Türklerden kurtarmak için müthiş bir maceraya atılıyor. Arap kılığına giriyor ve sarışın, mavi gözlü bir Ürdün Çerkesi oluyor. Sonra da isyancı Mekke Şerifi Hüseyin İbn-i Ali’nin oğlu Faysal’la Hicaz’dan Şam’a kadar, deve sırtında, savaşa savaşa geliyor…”
Savaşa çok sonradan girmiş olan Amerikalılara bu kararlarında ne kadar haklı olduklarını anlatacak özgün öyküler arayışında olan gazeteci Lowell Thomas, çektiği filmlerle Lawrence efsanesini böyle yaratmıştı. Thomas’a çok para kazandıran bu resimli efsane, savaş sonrasında daha da gelişerek yaygınlaştı. Zira Lawrence, hemen 1922’de yayımladığı Bilgeliğin Yedi Sütunu adlı kitabında Ortadoğu’daki maceralarını ballandıra ballandıra anlattı. Gayet iyi bir yazar ve çok yetenekli bir masalcı olan Lawrence’ın kitabı, sömürgecilik kültüründen henüz sıyrılamamış olan eğitimli İngilizlerin pek hoşuna gidecek bilgece gözlemlerle de bezeliydi. Böylece Lawrence efsanesi iyice pekişti. Kırk yıl sonra yapılan ve Lawrence’ı Peter O’Toole’un, Faysal’ı da Alec Guinness’in canlandırdığı, geniş bütçeli “Arabistanlı Lawrence” filmi de, efsaneyi şahikasına erdirdi.
Ama aralarında çok sayıda İngiliz tarihçi de bulunan uzmanlar, 1970’lerin başlarından beri yaptıkları yayınlarda Lawrence’ın ve kendisi gibi Kahire’deki “Arap Bürosu”nda çalışan daha birçok Britanyalının Ortadoğu ve Arap dünyası hakkında gerçekte çok az şey bildiklerini ve bu adamlara güvenildiği için Birleşik Krallık’ın başına çok dert açıldığını söylüyorlar. Üzerinde anlaştıkları en önemli noktalardan biri, Lawrence gibilerinin “Araplardan daha Arapçı” olmaları nedeniyle, Birleşik Krallık’ın dış politikasını sık sık zora soktukları. Özellikle Lawrence’a yöneltilen eleştiriler ise, çok önemsediği ve ülkesine ayda 125.000 altına mal olan Arap İsyanı’nın tam bir fiyasko olduğu, askerî açıdan hiçbir işe yaramadığı noktasında yoğunlaşıyor. Gerçi Lawrence’ın kitabında anlattığı ve David Lean’in filminde ayrıntılı bir biçimde işlenen Hicaz Demiryolu hücumları uydurma değil. Ama tarihçiler bunların Osmanlı ordusuna ciddi zararlar vermediğini, Suriye ve Hicaz’daki Osmanlı kuvvetleri arasındaki iletişimi kesenin ise, Arap ordusunun bu etkinlikleri değil, General Edmund Allenby komutasındaki Mısır Seferî Kuvvetleri’nin Filistin’e girmesi olduğunu belirtiyorlar. Öte yandan, Faysal ve Lawrence’ın Arap İsyanı’na Arabistan Yarımadası’nın dışındaki bölgelerden hiç denecek kadar az katılım sağlayabildikleri de, bugün artık iyi bilinen konular arasında.
Lawrence’ın Arap ordusuyla gerçekleştirdikleri arasında bir de düpedüz uydurmalar var. Bunların en önemlisi, Arap ordusunun 4. Ordu’yu bozguna uğratıp Şam’ı ele geçirdiğine ilişkin olanıdır. Burada ilk söylenmesi gereken şey, Şam için savaşılmadığı, Osmanlı ordusunun geri çekilmesi sırasında kentin boşaltılmış olduğudur. İkinci önemli nokta ise, Şam’a ilk varanların “Anzaklar” adıyla tanıdığımız Avustralya Bindirilmiş Piyade Tümeni’ne mensup Albay Bourchier’in birlikleri olmasıdır. Bunlar tam bir keşmekeş içindeki Şam’a girip asayişi sağlamış, sonra kenti Arap ordusuna teslim etmiştir. Ancak, resmî bildirilerde kenti Arapların aldığı söylendi. Çünkü Britanyalılar, daha önce Kahire’de yayımladıkları bir bildiriyle Arap ordusunun ele geçireceği yerlerin savaş sonrasında Araplarda kalacağını ilân etmişler; Allenby de Şam’a doğru yürüyen birliklerine kente girmemeleri emrini vermiş.
Lawrence ve Büyük Britanya’nın Arap İsyanı’ndaki rolleri hakkında asıl söylenmesi gereken ise, Şerif Hüseyin’in 1. Dünya Savaşı’ndan çok önce Osmanlı yönetimine karşı isyan etmeyi planladığı, yani söz konusu isyanın bir İngiliz kışkırtması olmadığıdır. Nitekim Şerif Hüseyin’in ikinci oğlu Abdullah, 1913 sonlarında milletvekili seçildiği Hicaz’dan İstanbul’a giderken Mısır’a uğramış ve babasının niyetini açıklayarak İngiliz desteği istemişti. O sıralarda Mısır Genel Valisi olan Lord Kitchener, Büyük Britanya ile Osmanlı İmparatorluğu’nun dost olduklarını, dolayısıyla böyle bir desteğin mümkün olamayacağını, ama bir isyan halinde Büyük Britanya’nın tarafsız kalacağını bildirmişti. Bilindiği gibi Lord Kitchener, savaş başladıktan sonra Londra’ya gitmiş ve Başbakan Asquith’in kabinesinde Savaş Bakanı olmuştur. Osmanlı Devleti savaşa girdiğinde Hüseyin’in niyetinden çoktandır haberdar olan Kitchener, Mısır’daki yetkililere Hüseyin’le ilişkiye geçip hâlâ aynı niyette olup olmadığını araştırmalarını söylemiş, bu da Arap İsyanı yolunda atılan ilk adım olmuştur.
FOTOĞRAFLAR: TUNCA ÖRSES ARŞİVİ