Şu günlerde parklar, kırlar, bahçeler, hatta balkonlardan yayılan duman ve et kokusu ile mangal mevsimi resmen açılmış oluyor. Közüstü lezzetlerin damağımıza yaşattığı zevk, mağara devri atalarımızdan hücrelerimize işlemiş olabilir mi?
Neredeyse millî sporumuz diyebileceğimiz, erkeklerin kadın desteği ile yarışa giriştiği esaslı mangal davetlerinden uygun bir su kenarında yakılıveren çingene mangallarına varana dek kömür ateşinde pişen et sofra kültürümüzün vazgeçilmez bir parçası. Bu yalnız ülkemizde böyle değil elbet. ABD’den Arjantin’e, Kore’den Yeni Zelanda’ya közüstü lezzetler damağımıza tarih öncesinden kalma zevkleri yaşatıyor. Belki de orman yangınından kaçamayan bir hayvanın yumuşacık etini ağzına ilk atan mağara insanının hayreti ve yaşadığı zevktir hâlâ hücrelerimizde hissettiğimiz.
Açık ateşin üstüne ilk et parçası ne zaman düştü bilinmez, ama düştüğü andan itibaren damak zevkimizin kalbine yerleştiği kesin. “Ateşin üzerinde çevirme” bilinen en eski yöntemlerden biri. Antik Yunan’daki günümüz ızgaralarına benzeyen “gridiron” ise bugünkü ızgaranın ilk hali. İlyada Destanı’nda savaş sonrasında tuz ve şarapla ovulmuş etin ateşte pişirildiği ziyafetlerden bahsedilir. Ancak ateşin istenilen yerde yakılabilen bireysel mangallara dönüşmesi, hele bu mangalların fiyatları binlerce dolara varan modellerinin çıkması görece yeni bir olay. Mangalın dünya tarihi eski olsa da bu tür yaygın ve zevk için kullanımının birkaç yüzyıllık geçmişi ya var ya yok.
Bilinen bir diğer eski pişirme türünün ise toprakta açılan çukurlarda yapıldığı düşünülüyor. Bir çukurda köz haline gelen odunların üstüne yaş dallar konur, üzerine yerleştirilen et, kabuklu deniz böcekleri, balıklar ve yumrular geniş yapraklarla kapatılıp üzerine kum atılır ve yiyecekler kendi sularında ağır ağır pişer. Karayip yerlilerinden “barbacoa” olarak duydukları bu yöntemi, İspanyolların Avrupa ve Amerika’ya yaydığı iddia ediliyor.
Bu noktada meraklısına ızgara ve barbekünün aynı şey olmadığı notunu düşelim. Izgara harlı ateşte hızlı pişirme işlemi iken, barbekü kontrollü ve daha düşük ısıda uzun süren, bazen 18 saate varan pişirme işine verilen ad. Belki bizler ulusça mangalın efendileri olabiliriz ama barbekünün üstadları da bu unvanı kimseye kaptırmaya niyetli olmayan ve güneyli eyaletler arasında büyük rekabet yaşayan Amerikalılardır.
İstanbul’da bir mangal satıcısı, Pascal Sébah, 1880.
19. yüzyıla gelindiğinde İspanyolların Karayipler’den aparttığı bu yöntem Amerika’nın güneyinde çok yaygınlaşmıştı. Bölgede domuz çok yetiştiği için kullanılan et türü genellikle bu oluyordu. Barbekünün güneyde yaygınlaşmasının bir nedeni de köz üstünde etin ucuz taraflarının bile lezzetle pişirilmesi idi. Bu nedenle güneyli siyahlar arasında barbekü çok gelişti. Öyle ki etin en güzel tarafını kendilerine ayıran varlıklı insanlar da bir süre sonra bu tariflerden yararlanır oldular. Barbekünün yaygınlaşmasının bir nedeni de bir seferde kesilen hayvanın tamamını pişirme gereği nedeniyle toplu ziyafetlere uygun olmasıydı. Böylece yardım yemekleri, kilise toplantıları gibi birlikte yenen yemekler için tercih edilen yöntem oldu.
20. yüzyılın ilk yarısında siyahların Amerika’nın kırsal güneyinden şehirleşmiş kuzeyine göçü nedeniyle barbekü tarifleri de Amerika’nın her kentine yayıldı. Kızarmış piliç, mısır ekmeği ve barbekü “ruhun gıdası” denen yiyecekler olarak gündelik yaşamın bir parçası haline geldi. Bizdeki kebap kültürünün kırdan kente göçün hızlanmasıyla şehirlerde takip eden yıllarda yaygınlaşması gibi.
Gelelim bizim ellere. Eskiden konakların mutfaklarında büyük ocaklar olurdu. Yemek bu ocaklarda pişerdi. Kışın odaların ısıtılmasında da bu büyük ocaklardan alınan közlerin konulduğu mangallardan yararlanılırdı. Süleymaniye, Siirt ve Manastır’da yapılan mangallar en revaçta olanlarıydı. Bir de maltızlar vardı. Konaklarda maltızlar kahve pişirmek için kullanılırdı. Köylerde ise kadınlar maltızı tenekeden, delinmiş çinko bir kovadan, eski yağ tenekelerinden yapardı. Nasıl yapıldığını bugün yaşlılar dışında bilen pek kalmamış olsa da, içi toprakla sıvanan ve uzun süre ısıyı kaybetmeyen maltız, sabah tarlaya giderken yemeği ateşe koyan köylü kadınlarının pratik zekası sonucu gereksinimden doğan bir mangal türüydü. Ağır ağır pişen bir kuru fasülyenin tadı havagazıyla pişeninkine denk olur mu? Maltızlar geri gelsin!
Normanların Fransa’yı istilasını (1066) anlatan duvar halısında ızgarada pişirilen etler tasvir edilmiş.
Mangal aşkımızın tarihi ve nasıl yaygınlaştığı konusunda çok fazla araştırma yapılmamıştır henüz. Müstakil yaşamdan apartmanlaşmaya ve odun yaktığımız ocaklarımızdan havagazına geçişimizle unutulmaya yüz tutan bu kadim pişirme yönteminden yoksun kalmak derin bir özlem yaratmış olsa gerek içimizde.
Diğer ülkelerin de kendi mangal stilleri var elbet. Adı ister braai, satay, yakitori, asado, lechon olsun, ister mangal, tandır, barbekü. İstisnasız her ülkede erkek işi olarak algılanması ilginç, değil mi? Erkeklerin pişirme işini yüklendikleri bir mangal partisi ertesinde hanımların yorgunluktan baygın düşmeleri ise apayrı bir konu. Sözde bir gün olsun yemek pişirmeleri gerekmiyor.