Ülkemizin kurucusu ve en yüksek kurumu olan -daha doğrusu olması gereken- TBMM’de geçen ay yaşanan ve büyük yankı uyandıran bir hadise, milletçe içinde bulunduğumuz kimi vaziyetleri açıklıkla ortaya koydu. AK Parti milletvekili Alpay Özalan’ın, kürsüde konuşan TİP milletvekili Ahmet Şık’a saldırıp yumruk atması ve devamında gelişen “vuruşmalarda kan dökülmesi”; yakın siyasi tarihimizin ibret verici kayıtlarına eklendi.
Hadisenin ilk değinilmesi gereken tarafı, özellikle hemen akabinde sosyal medyada yer alan ve hatırısayılır bir “layk” sayısına erişen Alpay Özalan destekçilerinin yorumlarıdır. Bunlar “Alpay adamdır. İşte budur. K.’dumu oturtur” yorumlarıyla, vekili ve bu hareketini desteklemiştir. Ülkenin en tepede bulunan kurumundaki bu rezalet karşısında “eline sağlık” diyenler; belli ki kendi özel hayatlarında da hukuk-yasa-kod-kural-saygı ve tabii belki de en önemlisi herhangi bir ahlaki norm tanımayan insanlardır. Dolayısıyla Özalan’ın bu hareketi, günlük hayatta da hem kanunların hem de ahlaki kuralların “yok sayılabilir” olduğunu kanıtlamış; bu destekçilerin durumuna meşruiyet kazandırmıştır. Bu da “koskoca vekil gerekeni yapmış işte; biz de şimdi ister evde ister dışarda, ‘kafamızı bozan’ herhangi biri olduğunda dersini veririz” durumudur. Üstelik sadece yetişkinlerin değil, çocukların da bu görüntülere tanık olmasıyla; “adamlık” hâlinin yaşı da tanımı da aşağıya çekilmiştir.
Peki sonuç nedir? Şudur: “Kardeşim kafamı bozmayın; ben öyle kanun-hukuk-polis-kolluk kuvveti falan dinlemem. Yanlış yapanı bizzat morartırım.”
Bu “delikanlılık” vaziyeti, şüphesiz bizim ülkemizde-yöneticilerimizde-vekillerimizde- meclislerimizde bugün ortaya çıkmış bir vaziyet değildir. Meclis’te daha önceki dönemlerde de birçok benzeri hadise yaşanmıştır. Necip milletimizin “adamın dibi” bireylerini hakkıyla temsil eden birçok milletvekili, Meclis’te nice “çatlak” sesi seri darbelerle susturmuş; “sözün bittiği yer”de yumruklarını konuşturmuştur. Türkiye tarihinde rahmetli Çetin Altan’ın neredeyse linç edilmesinden tutun da, dövülen, kalp krizi geçiren, sakat bırakılan, hattâ doğrudan öldürülen vekillerin toplam sayısı neredeyse “salt çoğunluk” oluşturur.
Ayrıca bilindiği gibi sadece kimi milletvekillerinin “dokunulmazlığı” vardır; kimileri ise kesinlikle “dokunulabilir”, “vurulabilir” ve “hapse atılabilir”dir. Bu “demokrasi temsili” uzun yıllardır Meclis sahnesinde sergilenmektedir ve Türk milleti bu “gücü gücü yetene” modeline alışmıştır; alıştırılmıştır. Ancak zamanla -özellikle 21. yüzyılda- Meclis’te bir söz söyleme, düzgün bir cümle kurma, iki lafı biraraya getirme kapasitesi bulunmayan vekillerimiz arttıkça; küfür dağarcığı, poz kesme, bağırıp çağırma, el-kol hareketi yapma gibi nitelikler öne çıkmıştır. Tabii artık bunlardan çok daha önemlisi, vekilin kol gücü, esnekliği, antrenmanlı olması ve özellikle yakın dövüş tekniklerine aşinalığıdır. Milletimiz de seçimlerde oy verip Meclis’e göndereceği vekillerin ne kadar “fit” olduklarını bilmek istemekte, partiler de sıralama tercihlerini giderek bu vasıfları taşıyan kişilerden yana kullanmaktadır.
‘Şiddetli’ bir sonbahara giriyoruz. Espri bir yana, sorumluluk duygusuna, adalet anlayışına ve ahlaki değerleri korumaya her zamankinden çok daha fazla ihtiyacımız var.