10. yüzyılda inşa edilen, Benedikten keşişlerine yuva olan, Umberto Eco’ya Gülün Adı romanı için esin veren Avusturya’daki Melk Manastırı, büyüleyici yapısı ve 100 bin cildi aşkın kitap-el yazması koleksiyonuyla Avrupa’nın Ortaçağ kültürünü bugüne taşıyor.
Umberto Eco’nun ünlü romanı Gülün Adı şöyle başlar: “16 Ağustos 1968’de, Vallet adında bir rahibin 1842’de yazdığı bir kitap geçti elime. Kitabın, Melk’li Dom Adso’nun 14. yüzyıla ait el yazmasının tıpkısı olduğu, bu el yazmasının da Benedikten tarikatının tarihine dair büyük bilgi sahibi bir âlim tarafından Melk Manastırı’nın kütüphanesinde keşfedildiği ileri sürülüyordu”.
Kitabı Prag’da bulan Profesör Eco, işin içyüzünü öğrenmek amacıyla Avusturya’nın kuzeydoğusunda bulunan Melk kentine doğru yola çıkıyor, yolda eseri İtalyancaya tercüme etmeye başlıyor ve nihayet Melk’e varıyor: “Irmağın kıvrıldığı yerde, bir tepenin üzerinde yüzyıllar boyunca birçok kez restore edilmiş Melk Manastırı olanca güzelliğiyle duruyordu”. Fakat Melk’te kitap ortadan yok oluyor. Kitaptaki iddianın izini sürerek Melk Manastırı’ndaki kütüphaneyi titizlikle araştıran Eco, ne yazık ki böyle bir el yazmasının ne kendisine ne de varlığına dair bir ize rastlıyor.
Bir süre sonra öğreniyor ki 1842’de yazılan kitabın da varlığı şüphelidir; böyle bir baskı da yoktur, yazar da… Böylece kitabından önce gizemini yaratan Umberto Eco, sözde elinde kalan notlara dayanarak Melk’li Adso’nun serüvenini günümüze aktarmayı görev biliyor ve ortaya müthiş bir Ortaçağ polisiyesi olan Gülün Adı çıkıyor.
Konumuz, 1327’de yaşadığı olayları yıllar sonra döndüğü Melk Manastırı’nda kaleme alan kurgu keşiş Adso değil, Melk Manastırı’nın kendisi, daha doğrusu manastırın içindeki muhteşem kütüphane. Sadece Eco’ya değil, pek çok yazar, şair ve filozofa görkemli yapısıyla ilham kaynağı olan Melk Manastırı, 1085’te Avusturya Uç Beyi II. Leopold tarafından Benedikten keşişlerine hediye edilmiş. Keşişler 12. yüzyılda manastırdaki okulu kurmuşlar ve dillere destan kütüphane de böylece oluşmaya başlamış. Bugün kütüphanede keşişlerin yüzyıllar boyunca biriktirdikleri, kuşatmalardan, savaşlardan, ekonomik buhranlardan, yangınlardan sakınarak korudukları, inançlarıyla neredeyse aynı kıymeti verdikleri 100 bini aşkın cilt kitap ve 1186 nadide el yazması var. En eski el yazmasının tarihi ise 988.
Manastırın labirentleri, barok kilise, tavan freskoları, eşsiz tablolar ve terastaki manzara dayanılmaz güzellikte. Ancak kitap tutkunları için 12 odalı, tavana kadar uzanan rafları ciltlerle kaplı kütüphanenin yeri apayrı. Zira rafların arkasındaki gizli geçitler, ziyaretçilerin kulağına, geceleri ellerinde mumlarla sessizce kitap okumaya gelen keşişlerin dualarını fısıldıyor.