Haziran’ın 7’sindeki seçimlerin hemen ertesinde Türkiye kamuoyu koalisyon hesaplarına, tartışmalarına kilitlendi. “İktidara mecbur” olanların başkanlık hayalleri kağıt üzerinde sona ermişti ama, “hesabı düzeltmek” için çeşitli adımlar, yani bombalar atılabilirdi. Böylelikle bir taraftan sanki medeni ve demokratik bir ülkede yaşıyormuş gibi çeşitli koalisyon görüşmeleri, daha doğrusu görüntüleri sürdürülürken; diğer taraftan daha otoriter bir rejim için maddi ve psikolojik ortam yaratılacak ve erken veya yeni bir seçimle yeniden tek parti iktidarı sağlanabilecekti.
Bu senaryonun ilk sahnesinin çekimleri, seçimden iki gün önce HDP mitinginde patlatılan bombalarla başlamıştı. Bunun üzerine geçen sayımızın kapak konusunu, cumhuriyet tarihinde yaşanan “En büyük siyasi provokasyonlar” olarak kararlaştırdık. Amacımız, içinde bulunduğumuz atmosferi solurken, yakın geçmişimizdeki zehirli havaları da hatırlatmaktı.
Sonrasında yaşanan acı hadiseler malûm. Türkiye çoktaraflı bir savaş ortamına sürükleniyor, karanlıkla beraber tedirginlik artıyor.
Doğu ve Güneydoğu’da çok yakın tarihimizdeki “30 Yıl Savaşları”nda sanki 40 bine yakın insan ölmemiş gibi, etnik-ideolojik milliyetçilikler ve “kimse bizim gü- cümüzü sınamaya kalkmasın, herkes ayağını denk alsın”larla harekete geçen bir zihniyet, hizmetinde olduğunu iddia ettiği millete ne verebilir? Sahte bir güvenlik duygusu. Peki millet ne verir? Kan, ölü, şehit, sakat. Yani herkesin yine kaybedeceği bir “Eski Türkiye”. Yani tarihin değil, yine siyasetin tekerrür ettiği bir ülke.
“Umut fakirin ekmeği” olabilir ama bakın bu sayımızda Şevket Dönmez Hoca, Gaziantep-Karkamış’ta, IŞİD’e iki metre mesafede, arkeologların fedakarca kazılarını sürdürdüğünü anlatıyor. Hayri Fehmi Yılmaz, Efes’le birlikte UNESCO miras listesine giren Diyarbakır surları, “millliyetçiliğin değil çokkültürlülüğün kalesi olsun” diyor. Tanju Akad, savaşların tek kazananı olan silah tacirlerini analiz ederek barışın değerini vurguluyor. Masis Kürkçügil, Harun Karadeniz’in hatırasını canlandırarak silahsız mücadele tarihimize dikkati çekiyor. Murat Toklucu, Stalin dönemi istihbaratının belki de en önemli siması Sudoplatov’un anılarında “provokasyon, dezenformasyon, suikast” eylemlerini analiz ediyor. Ve Necdet Sakaoğlu, Enis Batur, Ahmet Kuyaş ve Nedret İşli, 100 yıl önce ölen Tevfik Fikret’in sesini kapağımıza taşıyor: “Bu memlekette de bir gün sabah olursa…”
Bu memleketten birşey olmayacağını düşünen, ünlü bilimkurgu yazarı Philip K. Dick gibi “Ben bu dünyanın değiştirilebileceğine inanmıyorum, o yüzden başka dünyalara gidiyorum” diyenler ise, Ayşen Gür’ün “dünya dışı yaşam fikrinin tarihi”ni incelediği yazısıyla diledikleri yere uçabilirler.