1940’larda Beyazıt-Laleli-Aksaray üçgeninde komşuluk ve bilim birarada yaşardı. İnsanlar farklı düşünce akımlarına mensup olsalar da bilim ve dostluk onları beraber kılardı. Daha sonra üniversitede öğrencisi olacağım Arap-Fars filolojisinin seçkin hocalardan Prof. Ahmed Ateş Bey, “her zamanı kendi değerleri içinde anlamanın önemi”ne dikkatimizi çekerdi.
İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi, Arap- Fars Filolojisi bölümü hocası Prof. Ahmed Ateş (1917-1966), bilimsel hayatının zirvesinde olduğu bir zamanda, 49 yaşında vefat etmişti. Ölümünden birkaç yıl önce, 1962-63’te öğrencisi olmuştum. Edebiyat Fakültesi’nde derslerine kişisel bir hava verebilen az sayıdaki hocadan biri idi.
Tarih bölümü hocalarının amfilerde 400 kişilik rakamlara ulaşabilen dersleri yanında, Ahmed Ateş Bey ve bu bölümün hocaları 15-20 kişilik seminer odalarında öğrencileri birer birer tanıyabiliyordu. Ahmed Ateş’in belki diğer hocalarımdan en büyük farkı, küçük sınıflarda ders vermesi değil de ilerlemesinde yarar gördüğü birkaç öğrenciye kendi odasında sohbet türünden ufak seminerler vermesi idi. Kendisinin derlediği ve öğrencilere İran edebiyatının en güzide şairlerinin eserlerinden seçmeler sunan ders kitabından ilave pasajlar okuyorduk. Böylece hem şairleri tanımış oluyorduk hem de şiirlerinden parçalarla Farsçanın ahenkli seslerine aşinalık kazanıyorduk.
Bugün hâlâ zaman zaman kullandığım Baba Tahir Uyan’ın “bir derdim var, dermanı yok; bir kafam var düzeni yok” anlamındaki mısralar, hayatımızın buhranlı anlarında bize yoldaşlık edecek derecede etkili idi. “Böyle duygular besleyen bir tek ben değilmişim; 11. yüzyıl şairi BabaTahir Uryan da böyle hissetmiş” diyerek yalnız olmadığınızı anlardınız. İşte Ahmed Ateş’in seçtiği şiirler, bu misraları yazan şairler hakkında da merakımızı uyandırırdı. Kısacası onun dersleri bize sadece dili öğretmekle kalmayıp, öğrendiğimiz şiirleri ve onları yazan şairleri tarihsel bir bağlam içinde anlamamızı da sağlardı. Hocamız ayrıca bağlamı kurarken şairin yaşadığı zamanı, o zamanın kendi değerleri içinde anlamamızın önemine dikkatimizi çekerdi.
Batı’da İncil araştırmaları çerçevesinde başlamış olan yorumsalcılık (hermenötik) aslında evrensel değerler taşır. Metinler üzerinde anlam ve metot bilgisi olarak tanımlayabileceği miz bu yöntem, Doğu’da da klasik Çin metinlerinin açıklanması şeklinde kendini gösterir. Ahmed Ateş bu yöntemi 1930’lu yıllarda Almanya’dan Türkiye’ye gelmiş hocalardan Hellmut Ritter ile çalışmaları sonucu benimsemişti. Ritter, Ahmed Ateş’in hocası ve sonra da Edebiyat Fakültesi’nde ömürboyu mesai arkadaşı ve dostu olmuştu. Im Halbschatten. Der Orientalist Hellmut Ritter (1892-1971) yani “Alacakaranlıkta bir Doğubilimci” adlı bir biyografi çalışması (2013) yayımlamış olan Joseph van Ess, bu ilişkilere eserinde geniş bir yer vermiştir. Van Ess bu ikilinin teşriki mesaisini, İstanbul Üniversitesi Şarkiyat Enstitüsü’nde, İstanbul’da ve Anadolu’da yapılan bilimsel seyahatlerde, Oriens dergisi ve diğer yayınlar çerçevesinde ele alır.
Aslında Ahmet Ateş’i hocam olmadan çok önce tanımıştım. Biz Beyazıt Soğanağa mahallesinde otururken, onlar da Laleli’de idiler. Ailecek görüşülüyordu. Oğulları Ertunga ve Toktamış (sonradan siyaset bilimci-hukukçu merhum Prof. Toktamış Ateş) ile çocukluk arkadaşı idik; hatta daha sonra Ertunga, ilkokulda benimle aynı sınıfta idi. Anneleri edebi- yat öğretmeni Fikret Ateş’le annem iyi anlaşırdı. O dönemlerde bu mahalle İpek Çalışlar’ın Halide adlı eserinde anlat tiği gibi Edebiyat Fakültesi’nin bir uzantısı gibi idi. Gündüz fakültede yapılan görüşmeler geceleri evlerde devam ederdi. İşte Ahmed Ateş Bey ile çocukluğumda böyle bir ortamda tanışmıştım.
Torun Prof. Ahmet Emre Ateş, sözlü tarih geleneği yanında özenli bir araştırma ile hazır- layıp yayımladığı Her Sayfası Altın Değerinde: Ahmed Ateş (Büyüyen Ay Yayınları, 2021) kitabında bu insanı ve dönemi ele alır. Bu eserde ayrıntıları ile anlatılan komşuluklar, sohbetler ve fotoğraflardan 1930-40’lı yılların Türkiye’sinde bazı istisnaları da olsa dostluk ve bilimin farklı düşünce akımlarına mensup kişileri biraraya getirebildiğini görüyoruz. Hatırladığım kadarı ile benzer bir durumu Altan Öymen’in Bir Dönem Bir Çocuk adlı eserinde de izleriz. Bilime ve dostluğa saygı duyulan ne güzel günlermiş onlar.