Bakü’den gelip Ankara’ya giderek Millî Mücadele’ye katılma amacındaki kafile, Trabzon’a yönlendirilir ve deniz yoluyla “hudut harici” edilecekleri söylenerek takaya bindirilir. Türkiye Komünist Partisi kurucusu Mustafa Suphi ve yanındaki 14 kişi, 28 Ocak 1921’de Karadeniz’de öldürülecektir. Siyasi tarihimizde soruşturmaya dahi uğramayan cinayetin yıldönümü.
Göğsümde 15 yara var.
Saplandı göğsüme 15 kara saplı bıçak!
Kalbim yine çarpıyor,
kalbim yine çarpacak!
(NÂZIM HİKMET)
Mustafa Suphi (1882/83-1921), Galatasaray Lisesi’nden sonra Hukuk Fakültesi’ni bitirip (1905) Paris’e okumaya gider ve 1908 İnkilabı sonrasında orada hem talebe birliğinin yöneticiliğini hem de Tanin’in muhabirliğini yapar. 1910’da “Türkiye’de Tarım Kredilerinin Örgütlenmesi” başlıklı tezini teslim edip Türkiye’ye döner. Dönüşünde gazetelere makaleler yazar; aynı esnada Yüksek Ticaret Mektebi’nde ve Galatasaray’da hocalık yapar. İttihatçıların 1911 Selanik Kongresi’ne delege olarak katıldığına göre, saflarda kaldığı takdirde istikbal vadetmektedir.
Mustafa Suphi: 100 yıl önce öldürülen siyasetçi-yazar
1912’de Ahmet Ferit’in (Tek) başkanı olduğu Millî Meşrutiyet Fırkası’nın kurucuları arasındadır. Aynı partiden Yusuf Akçura’nın yayımladığı Türk Yurdu dergisine de yazar. Dolayısıyla dönemin önde gelen düşünürleri ile haşır-neşirdir. Kısa zamanda yazıları, çevirileri ve kitapları ile tanınan bir yazar olarak belirir. Fikri dünyası genel olarak Yusuf Akçura’nın gölgesindedir; Mustafa Suphi bu dönemde bir sosyalist değil, bir liberal milliyetçi olarak konumlanır.
Haziran 1913’te Sadrazam Mahmut Şevket Paşa’nın öldürülmesinden sonra muhaliflere yapılan baskılar artar ve partinin gazetesi İfham’ın sorumlusu olarak Mustafa Suphi de Sinop’a sürgüne gönderilir. Buradan kaçıp Sivastopol’a geçen Mustafa Suphi, birlikte olduğu insanlardan farklı olarak Avrupa’ya geçmek yerine Rusya’da Türkçülük akımıyla ilişkiye geçer; Yusuf Akçura aracılığıyla, ilişkisi olduğu Cedid Hareketi’nin ünlü siması İsmail Gaspıralı ile buluşur.
Bir İttihatçı düşmanı olan Mustafa Suphi, Osmanlı Devleti’nin 1. Dünya Savaşı’na katılmasına da karşı çıkar. Ancak savaş başladığında, düşman bir ülkenin vatandaşı olduğu için Çarlık yönetimi tarafından sürgün edilir. Büyük kısmı Urallar’da geçen bu 3 yıllık sürgünlük döneminde, ekmeğini Fransızca ders vererek kazanırken başkaca neler yaptığına dair kendi ifadelerinden başka bir bilgiye sahip değiliz. Bu dönemde Çarlık Rusya’sındaki Müslüman milletlerdeki aydınlar, daha ziyade milliyetler meselesinde özerklikten yana tutumundan ötürü bir köylü partisi olan SR’lere (Devrimci Sosyalistler) yakın duruyorlardı.
1917 Şubat Devrimi merkezî Rus Devleti’ni çökertince, sürgünler de denetimsiz kaldılar. Ancak Mustafa Suphi’yi Ekim Devrimi’nde göremeyiz. Ancak 1918 başlarında Moskova’da toplanan Milliyetler Halk Komiserliği’nde, Müslüman Komiserliği’ne bağlı bir Türk şubesinin kuruluşunda görürüz. Daha sonra “tarihin meçhulleri” arasında yer alacak olan Sultan Galiyev de buradadır.
İçsavaş sırasında esas olarak yerli Müslümanlardan oluşan bir askerî birlikte ve bazı esir Osmanlı askerleriyle Kırım ve Odesa dolaylarında savaşır. Haziran 1918’de Kazan’da Müslüman Komünistleri Konferansı’na katılır. Temmuz’da Moskova’da Müslüman Komiserliği’nde Türkiye sol sosyalistleri toplantısı gerçekleştirilir. Ancak S-R ayaklanmasının patlak vermesi, onlara yakın olarak nitelenen Mustafa Suphi’nin konumunu sarsar. Çıkardığı Yeni Dünya gazetesindeki yazıların “milliyetçi” olduğu iddia edilir.
Mustafa Suphi, Mayıs 1920’de, Ankara’nın bölgedeki uzantılarıyla (İttihatçılarla) desteklediği Müsavat Hükümeti’nin düşürülüp Bakü’nün sovyetleştirilmesinden sonra kente gelir. Eylül başında, Bolşevikler’in Enver Paşa’yı henüz gözden çıkarmadıkları günlerde Bakü’de Doğu Halkları Kurultayı gerçekleşir. Kongrede Mustafa Suphi’nin yakın ilişki içinde olduğu Sultan Galiyev bulunmamaktadır; muhalif Zeki Velidi Togan ise gizlice bulunduğu Bakü’de Mustafa Suphi’nin evinde kalmaktadır. Ankara ile iyi ilişkiler içinde olmayı hedefleyen Mustafa Suphi’nin, İttihatçılar hakkındaki fikri gözönüne alındığında Enver Paşa’nın varlığı tatsız bir durumdur.
Mustafa Suphi, Sovyet yönetimi ile bir dizi görüşmeden sonra, İstanbul ve Anadolu’dan gelen delegelerin de katılımıyla, İttihatçılar tarafından kurulmuş olan “komünist” teşkilatı dağıtarak (ama onların bir kısmını dahil ederek) 10 Eylül 1920’de TKP’nin kuruluşunu gerçekleştirir.
Yine esir askerlerden 1 alay kuran Mustafa Suphi, Anadolu’ya geçerek Ankara’da Millî Mücadele’ye katılma kararı alır. Ankara ile görüşmelerden sonra grup halinde trenle Kars’a geçilir (19 Aralık 1920). Burada Kâzım Karabekir tarafından resmen karşılanırlar.
Ali Fuat Cebesoy Moskova Hâtıraları’nda kendisini ziyaret eden Mustafa Suphi’nin “Anadolu hareketinin içtimaî bir ihtilal olmaktan ziyade, Türk milletinin emperyalist düşmanlara karşı istiklâl ve hürriyetini kurtarmasından başka bir şey olmadığına kani bulunuyoruz. Türkiye’deki bey ve paşaları burjuvazi sınıfından addetmiyoruz. Bilâkis halk kitlelerinin en yakın yardımcıları olarak biliyoruz” dediğini yazar.
Mustafa Suphi, Büyük Millet Meclisi başkanlığına gönderdiği telgrafta “her hususta memleket kanunlarının veregeldiği müsaadeler dahilinde görev yapma” niyetlerini beyan ederek “sizlere katılmakla onur duyacağımızı arzederiz” demektedir. Hükümete yardımcı olmanın dışında bir amaç belirlemeyen bu metin, Ankara’da iç siyasetin alevlenmeye başladığı günlere denk gelmektedir.
1921 Ocak ayı, Ethem Bey’in (Kuvvayı Seyyare), mebuslar dahil olmak üzere Meclis içindeki solun tasfiyesi gibi hadiselere sahne olacaktır. Mustafa Suphi’nin Ankara’ya gelişinin istenmediği kesindir. Karabekir, Ankara ile irtibatlı olarak Erzurum Valisi Hamit Bey aracılığıyla Mustafa Suphi grubunu Erzurum üzerinden bir şekilde yolcu etmek niyetindedir. Teşkilat-ı Mahsusa ile yakın ilişkisi olan Erzurum valisi Hamit Bey’in planlamasıyla, Mustafa Suphi ve yanındakiler Erzurum’da yapılan gösterilerle bir linç havasında Trabzon’a gönderilir. Burada da yine Teşkilat-ı Mahsusa’da çalışmış Yahya Kâhya’nın düzenlediği bir komplo sonucu açık denizde boğdurulurlar (28- 29 Ocak 1921).
“Halkın galeyana gelerek Mustafa Suphi ve arkadaşlarının ‘hudut harici’ edilmesini istediği” ve Ankara’nın da bunu onayladığı, Meclis’te 1 yıl sonraki gizli celsede söylenecektir. Ancak bu kadar gözönünde cereyan eden toplu cinayetin herhangi bir soruşturmaya uğramaması; cinayetin uygulayıcısı olan kayıkçılar kahyası Yahya’nın “bilinmeyen kişilerce” öldürülmesi; ardından bu defa Topal Osman’ın öldürülmesine kadar uzanan cinayetler; “derin devlet”in görev başında olduğunu göstermektedir.
Mustafa Suphi ve arkadaşları katledilirken, Millî Meşrutiyet Fırkası dönemindeki çalışma arkadaşları Ankara’da önemli mevkilerdedir. Parti başkanı Ahmet Ferit Tek Maliye Bakanı’dır, partinin ideologu Yusuf Akçura, Hariciye’dedir…
Hakkında kapsamlı bir kitap (Türkiye Komünist Partisi’nin Kuruluşu ve Mustafa Suphi, Türk Tarih Kurumu, 1997) yazmış olan Yavuz Aslan, “vatansever, yurtsever” bir Mustafa Suphi ile karşı karşıya olduğumuzu belirtir.
1912-1921
Mustafa Suphi’nin broşürü ve Yeşil Hoca’nın tarihî notu”: ‘Güya bu adam Bolşevik imiş’
Mustafa Suphi’nin 1328’de (1912) yazdığı ve İstanbul’da Ahmet İhsan ve Şürekası Matbaacılık Osmanlı Şirketi’nce basılan Vazife-i Temdin (Medenileştirme Görevi) adlı kitapçık. Eser, “Darülmuallimîn İktisad Muallimi” Mustafa Suphi tarafından “Kardaşım Osman Bey’e” yazılarak imzalanmış. Çerçeve içerisinde “Trablusgarp İçün-Fikr-i Muhaceret ve İsti’mâr-İsti’mârın Felsefesi, Vazife-i Temdîn-İsti’mârın Usûlü” yazılı.
Eseri elinde bulunduran ise, üzerindeki mühürden anlaşıldığı üzere Esbak Erzurum Mebusu Yeşilzade Mehmed Salih (Yeşil Hoca). 1. Büyük Millet Meclisi Erzurum Milletvekili Yeşilzade Mehmed Salih Efendi, döneminin önde gelen mutasavvıf, siyaset adamı, milletvekili ve araştırmacılarındandı. Daha sonra 2. TBMM’ye alınmayan ve İstiklal Mahkemeleri’nde yargılanan Mehmed Salih’in, bu kitapçığın üzerine ve belli ki Mustafa Suphi’nin katlinden hemen sonra yazdığı not da çok ilginç:
“1337’de [1921], bu eserin müellifi Mustafa Suphi’yi 4 [14] arkadaşıyla Trabzon’da Yahya Kâhya eliyle denize atıp boğdurdular? Güya bu adam Bolşevik olmuş imiş? Tafsilatı, Şark Orduları Kumandanı Kazım Karabekir Paşa ile Erzurum Mebusu Raif Hoca’dan öğrenilmeli”.
(Özgün Uçar koleksiyonu)