0,00 ₺

Sepetinizde ürün bulunmuyor.

‘Mütarekenin ihaneti ve sizin fedakarlığınız…’

Cumhuriyet döneminin en önemli halkbilimcilerinden Hikmet Turhan Dağlıoğlu, 1931’de devlet adamı ve edebiyatçılarımızdan Ebubekir Hâzım Tepeyran’a bir mektup yazar. Mektup, Milli Mücadele döneminde İstanbul hükümeti tarafından idam cezasına çarptırılan ve son anda infazdan kurtulan Tepeyran’ın yüksek niteliklerinden bahseder.

Hikmet Turhan Dağlıoğ­lu (1900-1977), Türkiye sınırları dışında kalan Deyrizor kasabasında (Suriye) doğmuş, cumhuriyet döneminde öğretmenlik, idarecilik, milletve­killiği yapmış, tarih ve halkbilim uzmanı idarecilerimizdendir. İlk eğitimini Deyrizor ve Antak­ya’da alan Hikmet Turhan Dağ­lıoğlu, yüksek öğrenimini Ma­caristan’ın Budapeşte şehrin­deki Yüksek Sanatlar Okulu’nda yapmıştır. Anadolu’nun çeşitli kentlerinde öğretmenlik yapan Dağlıoğlu, Kurtuluş Savaşı’na katılmış, savaşın sonunda öğret­menliğe Gaziantep Sultanisi’nde başlamıştır.

İstanbul Şark Eser­leri ve Ankara Arkeoloji Müzesi müdürlükleri de yapan Hikmet Turhan Dağlıoğlu, Anadolu’da derleme çalışmalarına katılmış ve 1943-1946 arasında Antalya millet­vekili olmuştur. 26 Ka­sım 1977’de İstanbul’da vefat etti; Karacaahmet Mezarlığı’nda toprağa verildi.

Çeşitli ulusal ve yerel ya­yınlarda tarih, sanat tarihi ve folklor konularında yazılar ya­zan Dağlıoğlu, mezartaşları ko­nusunda da uzmandı: Isparta, Gaziantep ve Bursa kent tarihi üzerine kaynak kitaplar yazmış, Halkevleri’nin çıkardığı dergi­lerde günümüzde de başvuru­lan çok önemli makaleler neş­retmiştir. Bu çalışkan, kıymetli cumhuriyet aydının hayatı ve ilişkileri, henüz pek çok bilin­mezliklerle doludur. Kıymetli kütüphanesini sağlığında İstan­bul Arkeoloji Müzesi Kütüpha­nesi’ne bağışlayan bu halkbi­limcinin elimize geçen pera­kende evrakı arasında bulunan bir mektup, hem kendisi hem de ünlü devlet adamı ve edebiyat­çılarımızdan Ebubekir Hâzım Tepeyran hakkında ipuçları ve hoş bilgiler içermektedir:

“Muhterem Beyefendi;

Bendenizi çok sevindiren mektubunuzu bilseniz kaç def’a okudum. Ebubekir Hâzım Efen­di’yi bu mektubla gıyaben de olsa daha yakından tanımak fırsatına bu suretle nail oldum. Her türlü tavsifden çekinerek itiraf etme­liyim ki, temiz ve seciye sahibi, bununla beraber ilim ve hakika­ta vâkıf-ı nefes etmiş şahsiyetle­re karşı olan hürmetim, sevgim derindir. Ve kendimi bu itibar­ladır ki diğer gençlerden ayırı­yorum. Yazılarınızı öteden beri okurdum. Senânızı, şahsi me­ziyetlerinizi hâlen İzmir’de Hi­sar Kütübhanesi memuru sabık arkadaşlarımızdan Şerif Necmi Bey’den işitirdim. Riyâkârlık nefret ettiğim bir illettir. Fakat siz memuriyet hayatında olsun, ilim hayatında olsun yüksek al­nınızı daima fazilet ve tevazuy­la süslediniz. Elbette sizi tanı­yanlar, sizi sevenler bunu ahlafa nakl edeceklerdir.

İki nesil, iki aydın


Hâzım Tepeyran
(1864-1947) Osmanlı
İmparatorluğu’nun son
döneminde yetişmiş
önemli bir aydındı (altta).
Kendisinden bir sonraki
kuşak aydınlarından
Hikmet Duran Dağlıoğlu
(1900-1977) (üstte sağda)
Tepeyran’a yazdığı
mektupta ona hürmetlerini
nazikçe ifade etmekte.

Yazdığınız mektubu dai­ma saklayacağım, eserlerinizin ba’zılarını okumuştum. Diğer neşriyatınızı da bulacak, okuya­cak, neşr edeceğiniz diğer eser­leri de alâka ile ta’kib edeceğim. Yazdığınız mektupta tevazu gösteriyorsunuz. Kim ne derse desin ilim anahtarları mektep­lerimizin hududları, sakıfları altında değildir. Bugün Dârülfü­nundan Avrupa külliyelerinden mezun ve fermanlı bir çok gen­cimiz arasında kaç Ebubekir Hâ­zım’ımız vardır?

Hâtıralarımda aldanmıyor­sam ve eğer bu satırlarla sizi mü­tessir ve dilhûn etmiyorsam sizi ben Bâyezid Meydanı’nda sehpa altına kadar gelip de bir mucize kabilinden olarak kurtulduğu­nuz dakikadan itibaren sevdim. Bu vak’a tâ o zaman kalbim­de büyük bir aksülamel uyan­dırmışdı. Mütarekenin ihânet, hıyânet, fesâhat ve cinâyet dolu günlerinde, tarih elbette medenî ve vatanî celâdet ve fedâkârlığı­nızı yâd edecektir.

Bütün emeli hamiyetle va­tanın saf gençlerine fikirler, iti­yadlar vermek isteyen bir genç de elbet vatana hizmet edenle­ri tedris-i rahlesinde bulunan gençlere anlatacaktır.

Eserinizi tek başınıza yeni harflere tahvil gibi hakikaten bü­yük bir iş hatta külfete girişmiş olursunuz. Yakında semeresini görmekle iftihâr ederiz.

Isparta’da Böcü-zâde Süley­man Efendi’ye mektub yazdım ve mektubda bahis buyrulan Ha­san’ı sordum. Süleyman Efen­di’den henüz cevap alamadım. Efendimize karşı cevabı bu ka­dar geciktirmenin sebeblerinden birisi de bu oldu. Mektubunuzda bahis buyurduğunuz Bakkal-zâ­de Süleyman Efendi sizlere ömür bir kaç sene evvel vefat et­ti. Bu tatilde Isparta’ya uğramak niyetindeyim. Ba’zı hususatı te­dkik edeceğim. Bektaşi Hoca ve onun tabiriniz vechile “dahi” oğ­lu Hilmi Efendi de vefat etmiş­lerdir. Mektubumla en nazik bir noktanıza dokunmuş olduğumu anlıyorum. Ebediyen kaybedil­miş vücûdlar karşısında teessür ve ızdırabdan başka ne duyulabi­lir Hâzım Beyefendi…

Memleketim olmayan fakat refikâmın memleketi olan gü­zel, şirin Isparta’yı bugün hudu­dumuz haricinde kalan sevgili memleketim “Antakya” dan çok fazla severim.

Bir Ispartalı şair memleketi­ni tavsif zımnında yazdığı şiirin şu parçasıyla Isparta’yı ne güzel tasvir ediyor:

Gül biter, bülbül öter, âfâkını kaplar sesi

Zî-mürüvvet halkı vardır hoş tutarlar herkesi

Hep tevazu ehlidirler, yok ke­derli kimsesi

Şânı, insânı garib destânı var Isparta’nın

Son zamanlarda çıkan bir rivâyete nazaren yeni teşkilât-ı mülkiyede Isparta kaza olacak­mış. Memlekete eğer bu keyfiyet tahakuk ederse yazık olacaktır. Bu itibarla memleketimi müda­faa için ba’zı neşriyatta bulun­maktayız. Isparta’nın daha fazla halkıyatını, ananelerini tedkik etmekteyim ve bunu İstanbul’da münteşir “Halk Bilgisi Derneği” Mecmuası’nda neşr ediyorum. Yazı çıkacağı zaman okunmağa değer bir şey olmamakla beraber sırf Isparta’ya taaluku itibariyle efendimize takdim ederim.

Dağlıoğlu’nun eserleri Halkevlerinin yaygın olduğu dönemde Anadolu’daki birçok Halkevi dergisinde Dağlıoğlu’nun tarih araştırmaları yayımlanmıştı. Külliyatı arasında bir de Şemsettin Sami üzerine monografi bulunmaktadır.

Yukarıda da arz etmiştim. Zât-ı âliniz bu memlekette şe­refli, mühim memuriyetler yap­tınız. Her yerden bir şeref ve muhabbet çelengiyle ayrıldınız. Mevlânâ’nın buyurdukları gibi:

Ger numâned ez cûd der dest-i tû-mâl

Key koned fazl-ı ilahet pay-i mâl

Bu ne büyük hakikat değil mi Beyefendi? İnsana servet şeref ve gurur getirmedikten sonra o servetin ne fâidesi olabilir?

Sizden istirhâm ediyorum ilminize, şahsınıza candan bağ­lı olan samimi hürmetkârınızı lutfen feyzinizden ve teveccü­hünüzden mahrum buyurmayı­nız. Takdir buyurursunuz ki; en dürüst en samimi münâsebetler garaza istinad etmeyen münase­betlerdir. Bütün emeli ilmin, ha­kikatin ayrılmaz bir âşıkı kalmak isteyen bendenizden eminim ki bu lütfu esirgemezsiniz. Hatta biraz daha ileri giderek bir fotoğ­rafınızı da istemek cesaretinde bulunacağım. Hürmet ve tâ’zim­le ellerinizden öperim efendim.

Hikmet Turhan [Dağlıoğlu]”

“Ebubekir Hâzım Bey’e, 1931 senesi İzmir” notuyla Hikmet Turhan Dağlıoğlu evrakı arasın­da çıkan bu mektup, gönderilen yazının kopyası mı yoksa gönde­rilemeyen bir belge mi bilemi­yoruz ama, Ebubekir Hâzım Te­peyran’a (Niğde 1864 – İstanbul 1947) gösterilen hürmet, mek­tuptan da anlaşıldığı gibi çok bü­yüktür.

Devamını Oku

Son Haberler