Engin denizleri, dağları-ovaları aşıp yeni topraklara gelen istilacılar; yanlarında yeni diller-bilgiler, yeni görgüler, yeni mikroplar da getirdiler. Öküzün boynuzları üzerinde duran güzel dünyamız, insan kadar hem kendi türüne hem diğer türlere düşman bir canlı görmemişti. Ortalama 150 bin yıl önce belirdik ve geçtiğimiz-kaldığımız yerlerin, gezegenin dengesini bozarak varolduk.
Toprağa, gökyüzüne, suya, ateşe, diğer canlılara ve bitkilere olan bağlılığımız, saygımız-sevgimiz giderek azaldı. Onların üzerinde, onlardan üstün, hatta dünyanın sahibi olduğumuzu düşündük. Önce hayvanları, çocukları ve kadınları, sonrasında kendine benzemeyenleri köleleştiren “erkek” olanlarımız; kendi memleketlerinden kovulan büyücüler, şamanlar ve peygamberler aracılığıyla saygıya-sevgiye, tekrar “insan” olmaya davet edildi. Onları dinlemediğimiz, “din”ler gibi yapıp bildiğimizi okuduğumuz için sadece cennetten kovulmakla kalmadık; adına çok sonraları “ego” dediğimiz kişiliksizlik duvarları inşa edip kendimizi “iktidarlı” hissettik.
Tabii hadiseler tam olarak bu şekil ve sıralamada gerçekleşmemiş olabilir. Yine de gel zaman git zaman, “insani” dediğimiz kadim değerleri kendi zamanına taşımaya çalışanlar, arkalarında kalıcı işler, izler, eserler bırakmış. Onların yüzü suyu hürmetine tüm belirsizlikler bir parça da olsa netleşmiş; unutulmuşlar-unutturulmuşlar-gömülmüşler ve bilinmemişler tekrar hayata dönmüş. Galiba tarih dediğimiz şey de, bu insanların işaretlerini takip eden izciler sayesinde giderek bir disiplin hâline gelmiş.
Peki bu disiplin, disiplinli bir şekilde aktarılıp zenginleştirilen bir ortak mirasa dönüşmüş mü? Pek sayılmaz. Zira insan türü, tarihin hep kendi gününü, kendi durumunu, kendi konumunu doğrulayan kısımlarını alıp yaymış; buna uygun birşey bulamazsa da uydurmuş; “uydurdunuz” diyeni de dokuz köyden kovmuş.
Günümüzdeki kaotik düzende; özellikle siyasetin baştacı edildiği, siyasetçinin iktidar ettiği dönemde, tarihle ilgilenmek de pek makbul bir iş sayılmamış. Yine de buna rağmen, geçmişte yaşananların onlarca yönü, yüzlerce detayı ve müthiş bir ‘tarafsızlığı’ olduğunu hisseden, bilen, merak eden ve düşüncelerine ideolojik bir engel koymayan insan evlatları varmış. Bu dergi de onlar için, onlarla birlikte çıkarmış.